Atasözleri…
Yaşanmışlıkların aynası!
Genetik bir miras…
İmbikten geçmiş, süzülmüş…
Bir mücevher kadar saf ve değerli...
Ne ararsan bulursun…
Şaşmaz bir kılavuzdur anlayana..
Her derde devadır, aspirindir, ilaçtır.
Anlamayana davul zurna azdır zaten.
Sakla samanı gelir zamanı derken 'tasarruftur' anlatılan…
Yoksa bir zamanlar tarımsal açıdan kendi kendine yetebilen 3-5 ülkeden biriyken gelinen noktada 'saman ithal etmek' zorunda kalmamız ve bunu da 'Bakanlıktan saman ithalatı müjdesi' haberleriyle duyurmamızla ilgisi yoktur konumuzun. Yoktur, ama 'samanı bile ithal etmek zorunda kalan ülke olmak' bizi yönetenler için ayıbın en büyüğüdür.
Komşunun tavuğu komşuya kaz görünür derken içimizdeki insanı, kıskançlığı anlatmışlardır yüzyıllar öncesinden. Gittikçe yalnızlaşan, yalnızlaştıkça bireyselleşen insanın mutluluğu tüketim çılgınlığında bulması… Birbirimizle yarışmıyor muyuz çoğu zaman?
Zenginlerimizin en büyük derdi değil mi marinadaki en büyük yata sahip olmak? En fakirimiz bile mutlu hissetmiyor mu kendini komşusundan daha yeni bir koltuk takımına sahip olunca?
Piramidin üstüne çıkmanın dayanılmaz hafifliği belki de…
Kefenin cebi yok deseler de son nefesimize kadar dünya malına tamah edip 'kefene cep, dünyaya direk' dikmeye çalışmıyor muyuz?
*
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır derken özeleştiriyi, empatiyi, itidali hatırlatmıyorlar mı bize?
Ve benim favorilerimden biri...
Keser döner sap döner… Gün gelir, hesap döner…
Vaat edilen cennet ve cehennemi, hesap gününü hatta kıyameti bu dünyada kuran, adaleti er geç tesis ettiren, iyinin/doğrunun yanlışa/kötüye eninde sonunda galebe geleceğini muştulayan, müjdeleyen… Ve yaşama sevincini yeşerten…
Hatasız kul olmaz, beşerdir şaşar diyerek pişmanlıklarımızı örtmez miyiz çoğu zaman?
Tarlada izi olmayanın hasatta sözü olmaz derken hakça paylaşmayı;
Yaş kesen baş keser derken doğaya saygıyı;
Açlık sofuluğu bozar derken 'baklava çalan' çocukların masumiyetini;
Su uyur, düşman uyumaz derken Türk'ün istim üstünde geçen binlerce yıllık kaderini;
Yalancının mumu yatsıya kadar yanar derken doğruluğu, dürüstlüğü;
Veren el, alan elden üstündür derken paylaşmayı;
Bir elin nesi var, iki elin sesi var derken işbirliğini, güç birliğini;
*
Daha neler, neler…
*
Dedik ya arayan bulur diye…
İnsanın insana bırakabileceği en büyük miras.. Tecrübeyle sabit, sağlaması yapılmış, tüm testlerden geçmiş, imbikten defalarca süzülmüştür.
Uyarır, uyandırır, aydınlatır, hatırlatır…
Her daim 12'den vurur, çok nadir şaşar.
Bazen şaşsın, yanılsın isteriz.
Gelen gideri aratır demişler mesela..
Aratmasın isteriz, gelen gideni aratmasın…
Daha iyisine layık olduğumuza inanırız belki…
Ya da güzelini yaşamayı hayal ederiz. Ama yanılan biz oluruz çoğu zaman…
*
Nerede o eski ramazanlar, bayramlar…
Nerede o eski şarkılar, türküler, sevdalar…
Nerede o eski…
Nerede o eski..
Eskiler bitmez, tükenmez!
Ahlar, iç geçirmeler…
Giderek yozlaşan, yalnızlaşan, sığlaşan, kendine bile yabancılaşan bir varlığa dönüşüyor insan.
Giden geri gelmiyor..
Zaman keskin bir kılıç gibi…
Doğrayıp geçiyor düne ait ne varsa…
Hangimiz siyah-beyaz filmlerde kalan bir İstanbul mahallesinde yaşamak istemezdik?
Komşuluğu, dostluğu, kardeşliği, mertliği, civanmertliği dibine kadar yaşamak?
Apartman dairelerinin yalnızlığından kurtulup, fakir ama gururlu, yoksul ama sevgi dolu bir mahallenin 'fabrika kızı' ya da dolmuş şoförü olmak…
Kaybettik onları… Siyah beyaz filmlerde bıraktık!
Lüküs hayat diye koşarak gittiğimiz apartmanlarda yalnızlığa hapsolduk! Kapı komşumuzu bile tanımıyoruz çoğu zaman. Alt kattaki cenazeden habersiz üst katta düğün/dernek…
Yarınlardan, öbür günlerden ürküyor insan.
Beterin beteri var çünkü.
Daha beterini hayal bile edemiyor insan.
*
Kabul eski ramazanlar, eski bayramlar daha iyiydi…
Şeker toplamaya çıkar, bayramlıklarla sabahlar, öpeceğimiz ellerin, yiyeceğimiz şekerlerin hayalini kurardık. Şimdilerde kaç çocuk şeker toplamaya çıkıyor ya da kaçı bayramlığıyla sabahlıyor?
Eski şarkılar, şarkıcılar, artistler, aktörler de öyle…
Zeki Müren'in, Barış Manço'nun, Ayhan Işık'ın, Yılmaz Güney'in Kemal Sunal'ın yerini kim doldurabildi? Mustafa Kemal'den daha yüreklisini gördük mü yahut!
*
Her şey yozlaştı, sanat, siyaset, ticaret, din, tarikat hatta tasavvuf bile?
Hacı Bayram Veli'nin hayatını izledim geçenlerde. Tekkeye girenleri vergiden muaf tutan Padişah Murat Hüdevandigar'dan bir ricası vardı.
'Vergi muafiyeti için herkes bizim tekkeye doluştu. Bir sürü sahte müridim oldu. Ne olur padişahım vergi muafiyetini kaldırın. Çünkü bana hakiki mürit/derviş lazım' diye yakarıyordu.
Şeyhler, tekkeler böyle kalsa Mustafa Kemal topunu kapatır, kaldırır mıydı?
Son zamanlarda ülkeyi yönetmeye kalkanlarına bakalım bir de…
Hacı Bayram'ın tarikatına/tekkesine girenlerin gayesi vergiden muaf olmaktı dün!
Bugünse yolunu bulmak, bürokraside yükselmek, korunmak/kollanmak demek bir tarikata/cemaate dahil olmak.
Sahte dervişlerini ayıklasalar ya bugünküler de…
Hani et kokarsa tuzlarsın da tuz kokarsa naparsın demişler ya..
İşte pek çok açıdan tuzun koktuğu bir dönemi yaşıyoruz.
Maskelerin altına gizlenmiş yüzler… İki yüzlüler!
Bırakın dervişleri, belki de şeyhlerin, tekkelerin sahte olduğu bir dönemi…
Mücahitler müteahhit olmuş neyleyim…
*
Bu kadar karamsar değilimdir aslında. 'Dünle beraber gitti düne ait ne varsa cancağızım… Bugün yeni şeyler söylemek lazım' diyen Mevlana'ya kulak veririm hatta çoğu zaman. Ve Yeni şeyler söylemeye çalışırım elimden geldiğince. Karanlığa küfretmektense bir mum yakmak isterim ya da.
Ama bayramlar yok mu o bayramlar…
Sevinçle karışık bir hüzün, hüzünle karışık bir sevinç yaşatır adama.
Bayram gelmiş neyime…
Aman aman garibim… diye devam eden anomim türküyü söylerim içten içe.
Dalar, giderim bazen. Bugün de biraz o 'moddayım' galiba.
*
Herkese iyi bayramlar!
Gelenin gideni aratmayacağı bayramlarda buluşmak ümidiyle…