Ülke adeta yangın yeri. Belirsizlik hat safhada. Zamlar 'üç haneli' yapılmaya başlandı. TÜİK bile yıllık enflasyonu %36 olarak açıkladı. Varın gerisini siz düşünün.
Daha dün 'orta vadeli kararlıklardan' söz eden bizler için artık yarının ne getireceği belli değil. Bir haftalık, hatta gecelik istikrarı bile arar hale geldik maalesef.
Her sabah uyandığımızda gece yarısı kararnamesiyle hayatımızda nelerin değiştirildiğini merak etmiyor muyuz? Yahut fırından ekmeği dünkü fiyattan alıp alamayacağımızı…
Bir grup mutlu azınlığı saymazsak Türkiye'de işçi olmak da zor, işveren olmak da…
Genç olmak, öğrenci olmak hepten zor.
Kadın olmak, çocuk olmak…
Hayvan olmak!
Hatta ağaç olmak, orman olmak…
Dahası nefes almak… Zor, zor, zor!

Her geçen gün daralan, daraltılan bir atmosferde nefes alıp vermeyi yaşamak zanneden bizlere umudun kırıntılarıyla idare etmek düşüyor.

Dost sohbetlerinin bile konusu aynı. Hayat pahalılığı, işsizlik, siyasi belirsizlik…
Uzatmayalım.
Türkiye'de inkarı mümkün olmayacak kadar büyük bir yönetim krizi var.
Şu sebepten, bu sebepten diyerek uzatmanın da anlamı yok.
Çünkü ülke yönetilemiyor.
Bunu AK Partililer de görüyor, söylüyor artık.
Hatta aklıselim AK Partililere göre partilerinin muhalefet zamanı çoktan geldi.
Bu gerçeği görmeyen dahası göremeyen tek bir kişi kaldı.
Onu da siz biliyorsunuz.

Herkesin (o tek kişi hariç) her şeyi gördüğü, bildiği bir ülkede muhalefet bir türkü tutturmuş gidiyor.
Geliyor gelmekte olan…
Eski mafya, yeni muhalif Sedat Peker'in videolarından esinlenmiş olacaklar ki 'anasından cücüğüne' bir süredir bu nakaratı tekrarlıyorlar.
Geliyor gelmekte olan aşağı, geliyor gelmekte olan yukarı…
Evet, bir şeylerin geldiği ortada. Zira bunu görmek için muhalefet lideri olmaya da gerek yok. Bu ülkenin havasını soluyan, suyunu içen beş duyu organından en az birine sahip sıradan bir insan olmak yeterli.
O sebeple 'ne geliyor, ne zaman geliyor, kim geliyor' gibi sorular lüzumsuz.
Bir şeyler koptu geliyor.
Bana öyle geliyor ki adeta bir çığ gibi gün geçtikçe büyüyen o dalga önüne çıkan her şeyi yutmaya kadir. Sayın muhalefetimizin yanıldığı noktanın bu olduğunu düşünüyorum.
Onlar gelmekte olan çığın sadece iktidarı yutacağını sanıyor hatta bu nedenle malum nakaratı pek bir keyifle tekrarlıyorlar.
Fakat giderek zorlaşan koşullarda gelmekte olan geldiğinde kendilerinin de gitmekte olanla aynı muameleyi görmesi işten bile değil. Bence 3 Kasım 2002 sonuçları bu perspektiften ele alınmalı.
Zira bu ülkenin 20 yıllık geçmişinde bilhassa yönetim sorunlarının büyüdüğü son 10 yılından en az iktidar kadar onlar da sorumludur.

Bir şekilde iktidarı frenleyemedikleri için…
Yenemedikleri için… Değiştiremedikleri için…

AK Parti'nin ilk 10 yılında bana göre Türkiye'de hükümet sorunu yoktu. Aksine her seçimde daha da büyüyen içeride ve dışarıda güçlü desteklere sahip bir hükümet vardı.
O yıllar için söylenecek çok şey var. Hatalar tabi ki var. Hatta şimdilerde o günlerde yapılanların bedellini ödüyoruz desek yalan olmaz.
Ama 'siyasi ve ekonomik istikrar' birçok şeyin üzerini örtüyordu.
Zaten AK Parti de o yıllarda tüm seçim kampanyalarını bu sihirli kelimelerin üzerine bina ediyordu.
İstikrar sürsün, Türkiye büyüsün sloganı uzun yıllar işe yaradı.

O yıllar için büyük bir iktidar sorunundan söz edemesek de muhalefet sorununun altını sık sık çiziyorduk. İktidara diş geçiremeyen, balans ayarı yapamayan, iktidarın yarattığı gündemlerin peşinden koşan, kendi küçük dünyasına hapsolan, parti içi iktidarı daha fazla önemseyen muhalefet anlayışını eleştirdik durduk.
CHP için Deniz Baykallı yıllardan,MHP için Bahçeli'nin A takımının kaset şantajların öznesi olduğu 'büskevitli' yıllardan söz ediyorum.
Bugün olduğu gibi muhalefet liderlerinin cesaretini toplayıp 'ben de aday olabilirim' mesajı vermek yerine 'Çatı aday' icat edip 'Ekmek için Ekmeleddin' sloganı atıldığı yıllardan söz ediyorum.
Yoktu.
Etkili ve yetkili muhalefetimiz yoktu. Özgüvenli, cesur, bu ülkeyi ben daha iyi yönetirim diyen, diyebilen yoktu.
Daha çok ülkenin AK Parti tarafından nasıl da kötü yönetildiğini anlatmaya çalışıyorlardı.
Yerel seçimde elde ettikleri 3-5 belediye üzerinden iktidar-muktedir olma duygularını tatmin eden, Erdoğan karşısında seçim kazanmaktansa parti içi rakiplerine karşı kongre kazanmayı daha çok önemseyen, kaybedilen her seçimden sonra 3-5 gün ortalardan kaybolup sonrasında gelenekselleşen parti içi isyanları bastırmaya çalışan muhalif liderlerimiz vardı.
O nedenle Kılıçdaroğlu'nun gelinen noktada Erdoğan'ın karşısına çıkma yürekliliğini ayrıca kutlamak gerekiyor. Bu nokta için çok zaman geçmesi gerekti ve ülke Kılıçdaroğlu'nun bu özgüveni kazanması için çok bedel ödedi. Bahçeli'yi hiç sormayın!
İlk 10-15 yılında dediklerinin tersini söylemekle meşgul şu sıralar. Muhalefete muhalefet ediyor zira.

Geliyor gelmekte olan…
Toplumsal muhalefete cesaret aşılayan bu sloganı mevcut muhalefetimiz ne kadar taşıyabiliyor?
İzmir'de İntergal Araştırma olarak gerçekleştirdiğimiz son anketten iki soruyla meseleye ışık tutalım. Sizce Türkiye'nin sorunlarını AK Parti iktidarı çözebilir mi?
%70 hayır. %25 evet.
Peki, kim çözer? (Soru AK Parti çözemez diyenlere sorulmuştur)
%35 hiçbiri… %11 bilmiyorum.
%54 diğer seçenekler. (CHP, İyi Parti, HDP, Deva, TİP, Yeniden Refah vb.)
CHP ve CHP'li seçenekler (CHP-İyi Parti, CHP-HDP, CHP-Deva vb.) toplamı %35
Sizin da okuduğunuz gibi CHP'nin yahut muhalefetin kalesi pozisyonundaki bir kentte halkın %33'ü ülkeyi yönetebilecek bir seçenek göremiyor. Ya 'hiçbiri çözemez' ya da 'kimin çözeceği konusunda fikrim yok' cevabını veriyor.
Şimdi bu veriler ışığında soruyorum.
Ne geliyor, kim geliyor, nereye geliyor?