İster kabul edin, ister etmeyin!

Türk siyasetinde yeni bir dönemin başladığına şahitlik ediyoruz.

Değişimin ayak sesleri artık daha yakından geliyor.

Eğrisiyle doğrusuyla bir dönem daha kapandı, kapanıyor.

Kartlar yeniden karılıyor.

Meselenin siyasi, ekonomik, sosyal hatta büyük ölçüde kültürel boyutları var.

Z kuşağı diye bir şey var örneğin!

Dili farklı, algısı farklı, küresel bir kuşak… Her türlü kutuplaşmaya kapalı.

Gaza, galeyana, provokasyona gelmeyen, getirilemeyen…

Öte yandan neredeyse çeyrek asırlık bir metal yorgunluğu var. Siyasetimiz eskidi.

Siyasetçilerimiz yoruldu, yaşlandı.

Köreldiler.

Kulakları daha ağır işitiyor gerçekleri.

Yoruldular.

Etraflarını saran dalkavuklar yüzünden halktan, sokaktan, gerçeklikten uzaklaştılar.

Fildişi kulelerinden sanal gözlüklerle izliyorlar ahaliyi…

Çevirdikleri tozpembe filmin replikleri süslüyor demeçlerini…

Film dediysek tam bir kurmaca…

Tabi ki ekonomi! Tarih boyunca tüm savaşları, devrimleri, başlangıç ve sonları tayin eden ekonomi…

Fransız İhtilali, Bolşevik Devrimi, dünya savaşları…

Temelinde yokluk, açlık, adaletsizlik var.

Bugünkü iktidarı yaratan ve çeyrek asır yaşatan da aynıydı. 1994'ün İstanbul'un da Erdoğan varoşların adalet çığlığıydı. Eşit ve adil hizmet vaat etti, o gün için imkansızı başardı.

3 Kasım 2002'yi Z kuşağı bilmez.

Ama ülke Arjantin olmanın eşiğindeydi. 1999 depreminin yarattığı kaos, bankalar krizi, ekonomik ve siyasi çalkantılar… Ana haber bültenlerinde kapkaç, gasp, intihar haberleri…

Ve akılda kalan Başbakanın önüne atılan yazarkasa, Cumhurbaşkanının Başbakan'a fırlattığı Anayasa…
*
İşte bu koşullar yarattı, besledi Erdoğan'ın çeyrek asırlık iktidarını…

İstanbul'un ilacı olan Türkiye'nin de ilacı olurdu.

Henüz 1 yaşındaki AK Parti %34'lük oyla TBMM'nin %65'ini kapladı.

Acı reçeteye maruz kalan halk,faturayı sadece dönemin koalisyon hükümetinde yer alan DSP, MHP ve ANAP'a değil TBMM'deki tüm partilere kesmişti. Erken seçim kararı alan Bahçeli de kaçamamıştı, muhalefetteki Çiller de… Kıbrıs Fatih'i Karaoğlan'ın iktidar partisi DSP, %22'den %1'e düşecek Türk siyasetinin en trajik sonlarından birini yaşayacaktı.

*

Velhasıl yeni bir dönem başlıyordu.

O günlerde yüzü batıya dönük AK Parti, Erdemliler Hareketi olarak farklı siyasi eğilimleri de kucaklıyor, en önemlisi de hem ekonomi hem siyasette 'istikrar' vaat ediyordu.

Dostum Berlusconi, Karamanlis… Yaşasın AB'ye girdik, giriyoruz dönemi!

90'ların koalisyon senaryolarına gerek kalmamış, hükümet kurulur mu, güvenoyu alır mı, yıkılır mı gibi manşetlere veda edilmişti.

Yüzümüz Batı'ya dönüktü.

Hamdolsun, BOB eş başkanıydık da…

Ortadoğu'da büyük aktördük.

Ekonomi düzeliyordu. Askeri vesayetle savaşıyor, E muhtıraya direniyorduk. Ergenekon, Balyoz diyerek TSK'yı tarumar ediyor, FETÖ'ye alan açıyorduk aslında.

Yetmez ama Evet'ti.

(Henüz FETÖ değil Hocaefendi Hazretleri dönemiydi. TSK'nın en kripto odalarını delik deşik edip tüm sırlarımızı CIA'ya verdiğimizi bilmiyorduk. Dahası bize Ergenekon tiyatrosunu izleten ve bir ucu Pensilvanya'ya kadar uzanan zehirli sarmaşığın devletin neredeyse tamamını sardığını göremiyorduk)

İşler tıkırındaydı.

TOKİ'ler ülkenin her yanında çoğalıyor, duble yollar rekor kırıyordu. Köprüler, otoyollar, tüneller...

Yolcusu olsun olmasın her şehre havalimanları… Sağlık sistemi birleştirilmiş halk doktora da ilaca da bir çırpıda ulaşıyordu. Dolar 1 liranın biraz üzerinde çakılıydı.

Havada uçuşan çılgın projeler… 10 bin doları geçen milli gelir.

Yaparsa AK Parti yapar, muhalefet bakardı.

Ve tabi ki üst üste kazanılan seçimler, referandumlar…

Sonra büyük itişme başladı.

Kimilerine göre sessiz ve derinden kimilerine göre göstere göstere devleti en mahrem kurumlarına kadar ele geçiren FETÖ elindekilerle mutlu olmadı. Daha fazlasını, Erdoğan'ın koltuğunu istedi.Pandomim orada koptu. Pandora'nın kutusu açıldı, tapeler, ayakkabı kutuları, milyonluk kol saatleri…

Önce 17-25 Aralık ardından 15 Temmuz…

Erdoğan'ın ağzından dökülen 'Ne istediler de vermedik. Kandırıldım. Milletim beni affetsin' cümleleri tarihe 'büyük itiraf' olarak geçecekti.Yenikapı ruhuyla güçlenen halk desteğini de arkasına alarak kendi elleriyle büyüttüğü 'zehirli sarmaşığı' devletin kollarından söküp atacaktı.

Dahası öldürmeyen darbe güçlendirecekti.

Önce partisindeki hakimiyetini güçlendirecek, Gül, Arınç vb. temizleyecek, sonra Bahçeli'nin pasıyla 'Başkanlık sistemine' geçip siyasi ömrünü uzatmayı başaracaktı.

Tabi ki burada sayın muhalefetimizin de hakkını yemeyelim.

'Ekmek için Ekmeleddin, 'Gel Muharrem' ve 'Altılı Masa tiyatrosu' diyeyim' siz anlayın.

Kuşku yok ki Erdoğan son 30 yılın en güçlü, kimilerine göre en şanslı lideri. Sadece partisini değil muhalefeti de yönetti yıllarca. Küresel ekonomik, siyasi konjonktürden de muhalefetin yetersizliğinden de beslendi ama en önemlisi bu ülkenin yoksul ve muhafazakar kesimleriyle gönül bağı kurmayı başardı. Ben onu neredeyse çeyrek asırdır iktidarda tutanın bu bağ olduğunu düşünüyorum. Esnaf, köylü, büyük şehirlerin kenar semtlerinde yaşayan yoksullar, eğitim seviyesi görece düşük kesimler…

Siyaset bilimi yoksul kesimin, iktidarın korkulu rüyası olduğunu yazar. Ama siyaset sosyolojisi tüm dünyanın aksine Türkiye'de tersten işledi. Yoksullar, dar gelirliler iktidarın sigortasıydı.

Sigortasıydı ama o sigorta son seçimlerde patladı. Emekliler başta olmak üzere dar gelirli kesim sandıkta bu kez ağır konuştu.

Peki, şimdi ne olacak?

AK Parti ve Erdoğan bu maçı çevirebilir mi?

Erdoğan'ın da dilinden düşürmediği değişim Türk siyasetine neler getirecek?

Şimdilik bu kadar! Devamı gelecek.