Bu soruya şu sıra yanıt vermek kolay değil. Çünkü MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, son zamanlarda, ondan beklenilmedik derecede güvercin politikası izliyor ama şahinliği de elden bırakmamak kaydıyla.

Parlamento’da DEM Meclis Grubuna el uzattığından beri, yeni bir Bahçeli izliyoruz. Bunu Demirel’in “dündür, bugün de bugündür” sözüyle açıklamak da zor. Çünkü aynı gün içinde iki farklı Bahçeli söz konusu.

Bahçeli’nin bir aydır Abdullah Öcalan, DEM ve PKK hakkında söylediklerini, herhangi bir aydın veya gazeteci söyleseydi muhtemelen, terör örgütünü övmekten hapiste olurdu. Ve en çok tepkiyi ve hakareti de Bahçeli’den görürdü.

Sinan Ateş suikastında net olarak şahindi Bahçeli. MHP’yi bu cinayet ile ilişkilendirdiklerini söylediği kişiler hakkında da. Zaman zaman TV adı vererek ve bazen de gazeteci ve akademisyen listesi yayınlayarak düşmanlaştırdığı kişileri tehdit eden Bahçeli de net olarak şahindi.

“Öcalan, gelsin DEM grubunda konuşsun!” diyen Bahçeli ise, güvercin tavrı ile barış mesajı veriyordu. Baktı ki bu hukuk ve meşruiyet açısından olanaksız, bu defa önerisini, “DEM’liler gidip İmralı’da görüşsün” diye seslendirdi.

Yani güvercin tavrında ısrar etti. Ve önerisini uygulanabilir bir modele soktu.

ÖDP eski genel başkanı ve HDP eski milletvekillerinden Ufuk Uras’ı MHP genel Merkezi’nde kabul edip görüşmesinin yanısıra görevden alınan Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk hakkında pozitif mesajlar vererek de güvercin tavrını sürdürdü.

Hani bir zamanlar kartal görünümlü şahin otomobiller vardı ya, Bahçeli de acaba şahin görünümlü güvercin mi, yoksa güvercin görünümlü şahin mi? Bu soruya net bir yanıt vermek zor. Zaten dikkat ederseniz en barışçı mesajları verirken bile ülkenin önde gelen mafya liderleri ile kol kola poz vermeyi de ihmal etmiyor.

Bahçeli’nin, “Öcalan Meclise gelsin” önerisini, bir tutarsızlık olarak görüp, eleştiren Cübbeli Ahmet Hoca bile ertesi gün Alladdin Çakıcı’yı ziyaret edip, af diliyor. Ardından da bu paylaşımını kaldırıyor.

Yani Bahçeli, şahin siyasetinden vazgeçmesi zor bir gelenekten geliyor. Sinan Ateş’in, Hrant Dink’in katillerini eleştirmeyi bırakın adeta kutlayan bir sessizliği tercih eden Bahçeli, Erdoğan’ın beklediği bir dönemde Kürt sorunu hakkında çözüm sürecinde ısrar ediyor.

Kürt sorunu hakkında en katı olan bir siyasi parti ve geleneğin içinde olan Bahçeli’nin bu ikili tavrı ister istemez şunu akla getiriyor. Söyleyene değil, söyletene bakın.

Burada Bahçeli’yi söyletenin Erdoğan olduğunu kabul etmek, yeterince açıklayıcı olmayabilir. Bahçeli’yi söyleten koşulların önemli ölçüde, dış dinamikler olduğunu düşünmek daha doğru gibi.

Bizim bilmediğimiz ama kısmen sezdiğimiz, güney sınırımızdaki bazı bazı gelişmelerin Türkiye’yi çok doğrudan etkileyeceğine ilişkin daha somut bilgilere sahip olduğu malum.

Erdoğan da Bahçeli de, bir zamanlar Özal’ın da bölgedeki ABD Askeri müdahaleleri karşısında “bir koyup, üç alacağız” tecrübesinden sonra, aynı şeyi düşünmeleri mümkün değil.

Onun için Erdoğan’ın eskiden sıkça kullandığı, “kazan kazan” formülüne razı bir tavırla, beklediği ve kamuoyuna bu konuda net bilgiler vermediği görülüyor. Dış aktörlere karşı ise, her an operasyon emrini verebilirim mesajı ile pazarlık sürüyor izlenimi var.

Son bir not: Dikkat ediyor musunuz hem Cumhur İttifakı Öcalan’a, DEM’e ve hatta PKK’ya mesajlar gönderirken, barışçı Kürt siyasetinde önemli bir aktör görevi üstlenmiş olan Selahattin Demirtaş adı hiç geçmiyor.

“Seni Başkan Yaptırmayacağız” ve “Yürü Bay Kemal” seçim mesajlarına ilişkin kan davası sürüyor sanki.