Müzik Önerisi: Korku – Dolu Kadehi Ters Tut

İnsani duygulardan hayatta kalmak için en önemli rolü oynayan ve metabolizmayı canlı tutan duygu durumlarından biri korku…

Evrimsel açıdan korku bir armağan aslında, çünkü tehlikeye karşı uyarıcı gücü ve savunma mekanizmasını harekete geçiren en güçlü duygulardan biri.

Öncelikle beynimizin korku merkezi amygdala tehdidi algıladığı anda “savaş ya da kaç” tepkisini başlatır. Savaşa ya da kaçmaya hazır etmek üzere vücut hemen adrenalin ve kortizol seviyelerini en yüksek seviyeye yükseltir. Kan basıncımız artar, beynimize ve hareket eden tüm kaslarımıza yeterinden daha fazla oksijen taşınabilmesi için nefes alışverişimiz artar. Buna paralel kalp atışlarımız da hızlanır. Kaslar ani hareketlere hazır yay gibi gerilir, kan sindirim sistemini pas geçtiği için mide hassaslaşır ve göz bebekleri tehdidi daha iyi algılasın diye büyür.

Bu anlattığım tüm fizyolojik değişiklikler atalarımızdan, genlerimizden bize taşınan evrimsel mirasımız…

Atalarımızın en büyük korkusu türünü devam ettirebilme ve hayatta kalmaymış aslında. Fiziksel tehditlere, vahşi hayvanlara, doğal afetlere, kıtlığa karşı duyulan duygu durumlarıymış.

Bu korkular sayesinde medeniyetler doğmuş. Yıldırımlardan korkan insanların bir araya gelerek tapınmaları sonucu topluca yaşama geçmeleri ile ilk medeniyetlerin başladığına inananlar çoğunlukta.

Thomas Hobbes gibi düşünürler bu korkular sayesinde devletlerin oluştuğunu iddia ediyor. Çünkü insanlar karmaşadan ve anarşiden korkmuş. Bu korku insanların özgürlüklerinden vazgeçip devletin otoritesini kabul etmelerine yol açmış.

Peki bu tepkiler bu yaşadığımız zamanlarda bizi nereye sürüklüyor?

Günümüzdeki tehditler geçmişe kıyasla daha soyut. İşsizlik korkusu, mali belirsizlikler, çevresel riskler eskisinden daha yaygın. Sosyal kaygılar da bir başka boyut. Beğenilme endişesi, toplum tarafından kabul edilme, sosyal statü, toplum baskısı atalarımızın yaşadığı korkuyla ne kadar bağlantılı?

Bir de üzerine aşırı bilgi yükünü ekleyin. Sürekli maruz kaldığımız ilgili ilgisiz doğru yanlış her türlü bilgi ve haberi hazmedemeden bir diğerine zıplayan zihnimiz. Korku bir anlık bir fotoğraf karesinden sonsuza uzanan bir film şeridi.

“Korku kültürü” ya da “endişe çağı” dediğimiz içinde olduğumuz teknoloji çağında korkularımız başka bir duygu durumuna dönüştü. Şimdilerde yaşadığımız korkulara karşın vücutlarımızın hazırlık süreçleri atalarımızdan bize geçen genetik mirasla sağlanamıyor artık.

Yıldırımdan korunmak ya da yırtıcı vahşi bir hayvandan kaçmak için tasarlanan vücutlarımızın tepkileri bu çağa uyumlanamıyor bir türlü.

Yaşadığımız bu derin ve sürekli korkular istediğimiz yaşamlara büyük engeller koyuyor, tercihlerimizi sınırlıyor özgürlüklerimizi kısıtlıyor.

Belirsizlik ve güvensizlik korkularımızı bir anlık kararlılıktan sürekli kararsızlığa döndürüyor ve vücutta yaşanan tüm olan biten bizi kronik hastalar haline getiriyor.

Korkularımız bizi “savaş veya kaç” durumundan zihinsel ve bedensel hapse sokuyor.

“Kalbi dayanmadı”

“Stres onu mahvetti”

“Kafa gitti”

“İyiler çabuk gidiyor”

Özellikle bir toplumu baskılamak (-sindirmek?..) için oldukça sık kullanılmaya başlanan korku yönetimi ile kişilerin biat edilmesi sağlanıyor ve tek tip düşünce tarzı baskın hale getiriliyor. Korku insanları kontrol altında tutmaya çalışsa da “korkunun ecele faydası yok” motivasyonu birden kitleleri harekete geçirebiliyor ve zihinsel hapishanelerin parmaklıkları yıkılıveriyor korkuların üzerine gidiliyor ve toplumlar daha yaratıcı daha katılımcı daha özgüvenli olabiliyor.

Gelecek kuşakların korkuyla işi belki de bizlere göre daha az olacak. Atalarımız hayatta kalma mücadelesi verirken biz adaptasyonla uğraştık. Savaşmadan kaçmayı seçtik. Belki de sırf bu yüzden vücutlarımız yeteri kadar çevik olamadı.

Peki gelecek kuşakların daha etkin bir korku mekanizması geliştirmesi mümkün mü?

Korkusunun üzerine gidenler, kaçmayı değil savaşmayı seçenler o zaman istenmeyen tüm soyut somut tehditlerle daha güçlü mücadele edebilmeleri mümkün mü?