Epeydir biriken bir enerji vardı toplumda. Ekonomik kriz arttıkça bu da artıyordu, ancak patlama noktasına, Ekrem İmamoğlu’na yönelik operasyonlarla geldi. Turpun büyüğü diye önceden tarif edilen operasyonlar, tam anlamıyla bir sivil darbe şeklinde gerçekleşti.

Çünkü içeriği bırakın, şeklen bile yasalara uyma gereği duymaksızın, her anlamda Tek Adam’a bağlı kurumlar, talimatlar doğrultusunda, önce diploma iptali, sonra da tutuklama geldi. Biriken tepki ve enerji, bu sivil darbe sonucu harekete geçti.

Hem de görmeye alışık olmadığımız kitlesellikte ve coşkuyla. Daha önce sokağa soğuk bakan CHP, bu defa protestolara ev sahipliği yaptı ve doğrusu süreci iyi de yönetti.

Hem önseçimi halk oylamasına dönüştürmesi hem bazı firmalara yönelik boykot çağrıları oldukça etkili oldu. Daha önce kırmızı kart çağrısı yapan Özgür Özel’i ciddiye alan olmamıştı. Ama Dayanışma sandığına seçmen seli aktı. Uzun kuyruklar çok önemli bir eylemdi.

Meydanlar ve sokakları sadece CHP’liler değil, onlarla birlikte, üniversite gençliği ve diğer sol partiler, sendika ve meslek örgütleri de devreye girdi. Böylece meydanlara yayılan barışçı eylemler, yaratıcı ve esprilerle dolu gösterilere sahne oldu.

Bu eylemler uzadıkça ve kalabalıklar arttıkça iktidarın asabı bozuldu iyice. Hiçbir şiddet ve suç içermeyen bu eylemlere karşı, acımasız ve ölçüsüz polis şiddeti devreye girdi. Hukuki hiçbir gerekçeye dayanmayan çok sayıda tutuklama gerçekleşti.

Ülke genelinde yaygınlaşan eylemlere, bir başka açıdan daha bakalım. Kalabalıkları oluşturan kitleler hangi özelliklere sahipti. Yoksulluk ve geçim sıkıntısı had safhaya ulaştığı bu koşullarda, söz konusu eylemlerin yoksullar isyanı olduğunu söyleyebilir miyiz? Onun da etkisi var şüphesiz ama esas olan başka bir temel gerekçe bu kitleleri meydanlarda buluşturdu.

Erdoğan’dan kurtulma arzusu toplumda her geçen gün artan bir talep. Daha önceleri de Cumhuriyet Mitingleri ve Gezi’de de bu gerekçe etkiliydi. Yani İslamcı ve otoriter rejim eleştirisi, bu eylemlerde de ön plandaydı. Gerçi Cumhuriyet Mitingleri, Gezi ve İmamoğlu protestoları benzerlikleri yanı sıra farklılıklar da taşıyordu. Bu ayrı bir yazı konusu.

Erdoğan rejimi belli aşamalardan geçti. Daha reformist görüntü ile başlayan iktidar serüveni, desteği arttıkça yaptığı düzenlemeler ile devlete dönüştü. AKP, yanına aldığı MHP ile birlikte devlete dönüşünce, bütün kamu kurumları ve olanakları, toplumu kendi ideolojik hedefleri doğrultusunda dönüştürmek için kullandı.

Yüz yıl önce Atatürk öncülüğünde başlayan radikal modernleşme ve Batılılaşma hamleleri ile oluşturulan kurumlar, bu iktidar döneminde tek tek ortadan kaldırılmaya başlandı. İktidarda kalma süresi uzadıkça ve istediği düzenlemeleri yaptıkça, iyice güven kazanan Erdoğan rejimi, demokrasi ve hukuku da ayak bağı olarak gördüğü için devre dışı bıraktı.

Cumhuriyet’in hedeflediği modern toplumun adım adım tasfiye edilmesi ve Doğu despotizmine uygun bir İslamcı rejimin inşasından rahatsızlık hep vardı. Özellikle endişeli modernler veya beyaz Türkler olarak küçümsenerek tarif edilse de, bu toplumda modernleşmeyi benimseyen kesimler hiç de marjinal bir grup değildir.

Modern toplum, demokratik ve çoğulcudur. Modern toplum, keyfi kararlar ile değil, hukuk kuralları ile yönetilir. Modern toplumda insanların yaşam tarzları baskı altına alınamaz. İnançları ve diğer tercihleri sorgulanmaz.

Dolayısıyla statlarda ve meydanlarda, bu aşamada atılan, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı, eskisi gibi darbe beklentisini değil, Cumhuriyet’in rotasından vazgeçmeyiz anlamına gelen sivil bir tepkidir.

Türkiye’yi modernleşme rotasından saptırma konusunda oldukça fazla mesafe almış olan, Erdoğan rejimine karşı biriken tepki, adeta modernitenin isyanına dönüşmüş durumda. Bu geniş kitleler için İmamoğlu, bu rejimden kurtulmanın umudunu temsil ediyor. Dolayısıyla onun diplomasını iptal edip, tutuklamak bu umuda yönelik bir darbe olduğu için, kitleler bu denli kalabalık ve coşkulu tepki göstermiştir.