Turizm, altın yumurtlayan tavuğa benzetilir.

Doğrudur.

Bu sektör, ülkeler bazında çelişkiler içinde.

Öyle ki, Türkiye gibi ülkeler, daha çok turist çekmek için çabalarken…

Bazı ülkeler de, “Yeter artık, bu kadar çok gelmeyin” mesajları veriyor turiste...

Yani bir tarafta altın yumurtlayan tavuğa, “Daha fazla altın istemiyorum” diye haykırıyor!

Halk, kalabalık turiste isyan ediyor, eylemler yapıyor!

Diğer tarafta ise “Ah keşke biz de turistten bıksak” deniyor!

İlginçtir; ne kadar çok çağırsak, kılıç kalkan ekibiyle karşılayıp ellerine birer karanfil versek de…

Turist, ülkemize gelirken nazlanıyor; kendisini istemeyen ülkelere gitmek için daha çok arzu duyuyor!

***

Peki Türkiye, turist sayısı ve turizmden elde etmek istediği geliri sürekli güncellese de bizim o hedeflere ulaşmamız mümkün mü?

Bugünkü anlayışla o hedeflere ulaşmak, hayal ötesi bir şey.

Turizmci, her türlü çabaya rağmen beklenen turist patlaması olmayınca, hayal kırıklığına uğramaya devam ediyor.

Tam da bu noktada, Yaşar Üniversitesi Turizm Rehberliği Bölüm Başkanvekili Prof. Dr. Orhan İçöz, Avrupa’nın turistten yorgun düştüğüne dikkat çekti.

Yoğun turist akımından artık rahatsız olmaya başlayan İspanya, İtalya, Hollanda, Yunanistan, Hırvatistan gibi ülkelerin, turist sayısını aşağıya çekmek için fiyatları yükselttiğini, yeni vergiler getirdiklerini hatırlattı.

Şu vurucu cümleyle de çok önemli bir konuya işaret etti:

“Avrupa’ya olan talebin artan kısmı, Türkiye’ye yönlendirilebilir. Türkiye, turizmde Avrupa’nın alternatifi olabilir. Avrupa’daki turizm kısıtlamaları, Türkiye için fırsata dönüşebilir!”

***

Türkiye’nin deniz, güneş ve kumu kapsayan turizm değerlerini fazlasıyla kullanıyor.

Tarihi ve kültürel değerler açısından da, bugün turist istemeyen ülkelerden çok daha zengin…

Fakat bunca zamandır turistin Türkiye’yi, bir İspanya, bir İtalya gibi bıktıracak kadar çok ziyaret etmesini neden sağlayamadık?

Değerlerimizi yeterince tanıtamadık mı?

Yoksa turiste kötü mü davranıyoruz?

Acaba kitlesel olaylar yüzünden çok mu korkutuyoruz ülkemize gelmek isteyen turisti?

Bu konuda ciddi bir şekilde özeleştiriye ihtiyaç var.

Günlük turist sayısına kota koymaya çalışan şehirler var Avrupa’da; Venedik, Barselona, Amsterdam, Dubrownik, Mikanos gibi…

Getirdikleri ek vergiler, konaklama sürelerine yönelik kısıtlamalar da cabası…

Madem öyle, turistin canını sıkan bu uygulamaları fırsata çevirebilir miyiz?

Bu soruları, Prof. Dr. Orhan İçöz’e sordum.

Sözü Orhan Hoca’ya bırakıyorum:

“Avrupa ülkelerindeki kotalar, kısıtlamalar, turisti başka destinasyonlara yönlendirebilir. Çünkü insanlar böyle bir kısıtlamadan hoşlanmazlar. Avrupa otel fiyatlarını ve vergileri artırırken, Türkiye, yeni destinasyon arayanların adresi olabilir. Çünkü turistler, o kısıtlama getiren ülkelerde aldıkları hizmeti, ülkemizde daha uygun fiyata alma imkanına sahip.”

***

Prof. Orhan İçöz, Avrupa’da turiste doygunluk karşısında Türkiye’nin bu turist potansiyelini, lehine çevirebileceğini üstüne basa basa söylüyor.

Avrupa’daki yoğunluk ve kalabalıklara alternatif olarak, daha sakin, butik ve lüks tatil seçenekleri sunabileceğimizi iddia ediyor Orhan Hoca…

Datça, Akyaka, Assos, Bozcaada gibi az bilinen sahil kasabaları ile Pamukkale ve Afyonkarahisar gibi termal turizm bölgelerinin de önemli birer alternatif olduğuna dikkat çekiyor.

Prof. İçöz, bir önemli konunun daha altını çiziyor:

“Türkiye’nin, sadece İstanbul, Antalya ve Kapadokya gibi popüler destinasyonlardan ibaret olmadığı vurgulanmalı. Alternatif turizm bölgeleri ön plana çıkarılmalı. Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da eko turizm, doğa, turizmi ve gastronomi turizmi seçenekleri daha çok tanıtılmalı. Efes, Bergama, Göbeklitepe, Nemrut dağı gibi UNESCO miras alanları, etkileyici alternatifler olabilir.”

***

Turizm, Orhan Hoca’nın da dediği gibi, kitlesel olaylara çok hızlı reaksiyon gösteriyor.

Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun cezaevine konmasıyla başlayan gerilimde yaşanan çatışmalarda olduğu gibi…

Orhan Bey, kitlesel gösterilerin İstanbul turizmine olumsuz etkisi olabileceğini, ancak Antalya, Kapadokya, Güneydoğu gibi yerlere yönelik negatiflik yaratmayacağını dile getirdi.

Kartalkaya’da yanan otelde yaşamını yitirenlere getirdi sözü…

“Kitlesel olayları izah edebilirsiniz ama bir oteliniz yandıysa, insanlar o yangında can verdiyse, bunu kimseye izah edemezsiniz. O otelde ihmalkarlık varsa, başka otellerde de olabilir, düşüncesinin oluşmasına engel olamazsınız. Devletin, Turizm Bakanlığı’nın bu konuda çok duyarlı olması lazım” diye de uyardı.

***

Türkiye’nin, doğru bir strateji izleyerek, Avrupa’nın istemediği turistin ülkemize çekilebileceği inancını taşıyor Prof. Dr. Orhan İçöz…

Bizzat kendisinin yaşadığı bir örneği anlattı, sohbetimizde…

1990’da Paris’e gittiğinde Eyfel Kulesi’ne elini kolunu sallayarak çıktığını…

20 yıl sonra yine Eyfel Kulesi’ne çıkmak için sıraya girdiğini, sıra beklediğini ifade etti.

Bu anıdan yola çıkarak, Avrupalı turistin, bugün itibariyle ülkemizdeki kıymetli turizm figürlerini benimseyip, daha çok ilgi duyabileceğini dile getirdi.

Bir bilim insanı olarak ilginç bir şey daha söyledi Prof. Dr. Orhan İçöz…

Dedi ki:

“Tanıtım tabii ki çok önemli. Fuarlara katılarak, turistin ayağına gidip, ülkemize gelin, demeye gerek yok bence. Dijital ortamlarda bulunarak hedef kitlelere ulaşmak mümkündür. Bu konuda Turizm ajansı çok güzel işler yapıyor. Dijital imkanları kullanarak Yeni Zelanda’daki birine dahi ulaşabilirsiniz.”

***

Lafa gelince, her zaman bilimden, bilim insanlarından dem vururuz ya…

Alın size çok kıymetli bir akademisyenden öneriler paketi…

Turizmi yönetenler, bu önerileri bakalım ne kadar dikkate alacak!

Masa başında oturup, “O turist buraya gelecek! Türkiye’yi daha çok turist ziyaret edecek, daha çok gelir elde edeceğiz” demekle olmuyor bu işler.

Avrupa’nın gelmemesi için yoluna taş koyduğu turisti bakalım Türkiye’ye çekebilecek misiniz?