Değerli arkadaşım, Slow Food liderlerimizden Mustafa Alper Ülgen sosyal medyasında iyi haberler vermiş: “Buğday ekimleri için tarlaları sürmeye başladık nihayet. Zira geçen hafta yağan yağmurlar toprağı yumuşattı, tava getirdi. Bu hafta sonu biraz daha yağmur bekliyoruz ve bu yağmurun ardından tüm buğdayların ekimini bitirebiliriz.Bu sene Sarı buğday, Kızılca, Akkunduz, Siyez, Mor buğday, üç çeşit Spelt, Saz çavdarı, Zerun ekeceğiz. Biyoceşitlilik tarlamızda ise 30 un üstünde yerel çeşidi çoğaltmaya devam edeceğiz.Değirmenimizde un üretimi devam ediyor.”
Mustafa Alper ve bir grup değerli insan geçen hafta sonu da şu günlerde işgali ile gündeme gelen Kazdağları’nda önemli bir toplantıya imza attılar. Bendeniz çok önceden verilmiş bir söz nedeniyle başka bir toplantıda olduğum için katılamadım ama tüm konuşma notlarına ulaşabildim. Mustafa kardeşime teşekkür ediyor ve aktarıyorum.
Slow Food İda ve Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği “Agroekoloji: Kâfinin ve makulün dayanılmaz çekimi” başlıklı panele ev sahipliği yaptı. Konularında uzman dört konuşmacı; “Tarladan tabağa eski bilgi, yeni bilim” anlayışıyla her şeyin biraz mantıklı, koruyucu ve yenileyici bir yaklaşımla çözülebileceğini ve yerel dayanışmanın da işin son noktası olduğu çerçevesinde konuyu ele aldılar.
Panelin moderatörlüğünü yemek kültürü yazarı Hasan Açanal yaptı. Panelin diğer konuşmacıları ise sırasıyla tarım ekonomisti Zerrin Çelik, Bir Tohum Vakfı ve İda Slow Food kurucusu Mustafa Alper Ülgen ve Ziraat Mühendisi ve İdamera İşletmecisi Ferit Uzunoğlu oldu.
Panelin açılışında Hasan Açanal, ilk olarak “agroekoloji” kavramını ele aldı ve bu kavramın elitist olup olmadığını sordu. Agroekolojinin belirli bir inşam grubuna özel hissedildiğinin altını çizen Açanal, ilk çözmeniz gereken konunun bu olduğunu söyledi. Ekonomik kriz ve savaş şartlarında bu konunun üzerinden nasıl geleceğimizi tartışmamız gerektiğini anlattı. Kafaların ve vicdanların bu konuda karışık olduğunu, bu fiyatların hak edilip edilmediği sorununun bu karışıklığa yol açtığını da ekledi. Açanal, gıda üretimindeki bütün sorunun ihtiyaçlarımızdan fazlasını üretmeyle başladığını ve sorunun endüstriyel tarımdan kaynaklandığını söyledi. 2. Dünya Savaşından sonra açlıkla başa çıkmak için iyi niyetle başlayan bir hareketin bugün bize doğa etiği, doğayla birlikte hareket etmek ve kısıtlı kaynakları yönetmek sorularıyla baş başa bıraktığını anlattı.
Hasan Açanal daha sonra sözü tarım ekonomisti Zerrin Çelik’e bıraktı. Çelik, sözlerine ihtiyaçların sonsuz, kaynakların ise kıt olduğunu, kıtlığın ise tehlikeli bir kavram olduğunu çünkü metalaşmaya ve tekelleşmeye yol açtığını anlatarak başladı. Verimliliği ve üretkenliği arttırmak amacıyla yapılan faaliyetlerin önemli olduğunu ancak bunu ne pahasına yaptığımızı sorgulamamız gerektiğinin önemini vurgulayan Çelik bu tür faaliyetler sonucu biyoçeşitliliğin yüzde 75’inin kaybolduğunu söyledi. Çelik konuşmasında. “Endüstriyel tarımın çıkış nedeni açlığı bitirmekti ancak bunu başaramadı, başardıkları (!) ise; tarım toprakları, hava, su kirlendi, tükendi, biyoçeşitlilik aşındı, hastalık ve zararlı salgınları arttı, çiftçilerin bağımlılıkları arttı, çiftçiler borçlandı, kırsal alan terk edildi, gıdalar sağlıksız ve güvenilmez oldu” dedi.
Agroekolojiyi; doğa ve insan sağlığını koruyan tarımsal uygulamalar, yerel bilgi ve kaynakları kullanan bilimsel ve bütünsel bir sistem, toplumsallık ilkesini güden politik bir duruş ve yaşam biçimi olarak tanımladı. Çelik sözlerini; agroekolojinin dünyayı doyurabileceğini, 57 agroekoloji projesinde 10 yılda ortalama yüzde 80 verim artışı olduğunu ve Agroekolojik Avrupa’nın 2050 yılında 530 milyon kişiyi besleyebilecek durumda olduğunu söyleyerek tamamladı.
Ziraat Mühendisi ve İdamera çiftliği işletmecisi Ferit Uzunoğlu ise Edremitli olduğunu, babasının yıllarca geleneksel çiftçilik yaptığını, kendisinin de Viyana Boku Üniversitesinde ziraat mühendisliği eğitimi aldıktan sonra Edremit’e dönerek kendi topraklarında, eşiyle birlikte 12 yıldır çiftçilik yaptıklarını söyledi. Feritoğlu, üniversite döneminde stajlarını Kuzey İtalya Alplerinde peynir yaparak ve İsviçre’de Biyolojik Tarım Araştırma Enstitüsünde (FIBL) tamamladığını, çiftçilikte katma değer yaratma konusunda ilk fikirlerin kendisinde bu sırada geliştiğini anlattı.
İdamera Çiftliğinde 5 sağmal inek,2 boğa, 6 buzağı ile 50 dekar zeytinlik ve 25 dekar tarlaya sahip olduklarını, eşiyle kendisinden başka çalışanları olmadığını, tüm işleri kendilerinin yaptığını ve zaman zaman gönüllü ekiplerin destek olduğunu söyledi. Babasının yaptığı geleneksel büyük ölçekli ancak zarar eden çiftçilik yerine, daha küçük ölçekli ancak katma değer yaratan bir iş yaptıklarını anlattı.
Hayvan refahını gözettiklerini aynı zamanda bitkiyi değil toprağı beslediklerini, atalık tohumlarla aynı üründen birçok çeşit üretmeyi hedeflediklerini ekledi. Uzunoğlu, agroekolojide tüketicinin bilinçlenmesinin ve üreticiden hesap sormasının; üreticinin de şeffaf olmasının önemini, üretim maliyetlerinin ürüne yansıdığını söyleyerek sözlerini tamamladı.
Son olarak söz alan Bir Tohum Vakfı ve İda Slow Food kurucusu Mustafa Alper Ülgen, 15 yıldır yerel tohumlarla ilgilendiğini, özellikle Kazdağları ve tüm Anadolu’da yerel tohumları araştırdığını söyledi.
Ülgen, Ayvacık ilçesine bağlı Süleymanköy’de yaşadığını, araştırıp bulduğu atalık tohumları yetiştirdiğini, çeşitli buğdayları karıştırıp yeni unlar ve yeni ekmekler ürettiğini anlattı. Köylerinde bulunan taş değirmende un, bulgur ve nişasta ürettiklerini anlatan Ülgen çıkan kepekleri de hayvancılıkla uğraşan komşularına verdiğini, böylece yetişen buğdayın tamamen kullanıldığını ifade etti.
Ülgen, Köy Enstitülerinin geçmişteki başarılarını hatırlatarak çok iyi bir model olduğunu, şimdi bu modeli tersine çevirerek kent enstitüleri kurulması gerektiğini düşündüğünü söyledi. Nüfusun büyük çoğunluğunun artık kentlerde yaşadığını, köylerdeki kadim bilgilerin yavaş yavaş kaybolmaya yüz tuttuğunu, böyle giderse kırsal üretimin devam etmesinin mümkün olmayacağını anlattı. Önerdiği modelde, kentten köye göç etmek isteyenlere eğitimle bu bilgilerin aktarılmasını ve yeniden köy üretiminin canlandırılması gerektiğini söyleyerek sözlerini tamamladı.
Tüm konuşmacılardan sonra Hasan Açanal dinleyici sorularını aldı, soruların cevaplanmasından sonra konuşulanları kısaca özetleyerek paneli kapattı.
Bölgede büyük ilgi gören bu paneli ben de köşeye taşıyarak bu değerli konuşmalardan herkesin haberdar olmasını istedim.
Konuşmacıları ve dinleyicileri bu önemli mevzu etrafında bir araya geldikleri için tebrik ediyorum.