Türk demokrasisi açısından yine olağanüstü bir dönemden geçiyoruz. Sokak ve meydanlar büyük bir hareketlilik içinde. Biriken bir enerji vardı. İmamoğlu’nun diploma iptali ve tutuklanması ile bu enerji açığa çıktı. Sokaklara taştı.

Çağdaş demokrasi, sandıkla sınırlı değildir. Sandık demokrasinin bir aracıdır ama bu araçlardan sadece biridir. Oyunu ver, evine git anlayışı, ya da şikâyetini bildirmek ve hesap sormak için sandığı bekle anlayışı, çağdaş demokrasiye uymaz.

Diyelim ki, seçmen iki yıl önce Erdoğan’ı %52 destekle seçti. Bütün şaibelere rağmen, bunu demokratik bir sonuç saysak bile, bu sonuç geriye kalan %48’i devre dışı bırakmayı gerektirmez. Maalesef bizde, yüzde elli artı bir demokrasi sayılıyor. Oysa ki bir fazla oy alan her şeyi yapar diye bir yaklaşım demokrasi sayılamaz.

Artı bir ile iktidara gelenler, geriye kalanları yok sayamaz. Ayrıca iktidara oy verenler, bir seçimden diğerine desteğini sürdürmeyebilir. Destek verdikleri iktidarın uygulama ve kararlarını onaylamayabilirler. Bu anlamda, demokrasi bir sandıktan diğer sandığa yaşanan bir yöntem değildir.

Seçmen, yurttaştır. Ama yurttaşlık, sandıkla sınırlı bir görev değildir. Seçmen sandıktan sandığa görev başındadır, yurttaş ise sürekli. Bu anlamda iktidar sadece sandıkta hesap vermez.

İktidar, meşruiyetini sandık sonrası da sürdürmek/yenilemek zorundadır. Bu anlamda yurttaş eylemleri demokrasinin katılımcı yönünü oluşturur. Oy vermek de katılımdır ama seçim dönemleri dışında da yurttaş katılımı, protestolarla ve barışçı gösteriler ile katılımını sürdürür.

Bu anlamda, Antik Yunan şehir devletleri döneminden beri, yurttaşlık katılımcılıktır ve meydanlar demokrasi alanıdır. Yurttaş mekanıdır.

Gezi Olayları da, her ne kadar Gezi Parkındaki ağaçların kesilmesi üzerine başlamışsa da, yurttaş hareketiydi. Yani ağaç önemliydi ama mesele sadece ağaç değildi. Giderek büyüyen ve ülke genelinde yayılan tepkiler, toplu bir itiraz niteliğindeydi. Parka yapılan müdahale, biriken enerjinin patlamasıydı. Aynen şimdi olduğu gibi.

Şimdi de bunca insanı sokaklara döken ve meydanları dolduran faktör, Erdoğan rejimine karşı biriken enerji. İmamoğlu da önemli tabii ki. O, bardağı taşıran büyük bir damla. Çünkü, O, Erdoğan rejiminden kurtulmanın umudu haline gelmişti.

Gezi Olaylarından farklı olarak, bu defa yerel yönetimlerde iktidarı kazanan ve Cumhuriyetin kurucu partisi de devrede. Daha önce sokak konusunda isteksiz olan CHP, sokağa ev sahipliği yapmaya başladı.

Ama ülkenin her yerinde milyonları sokağa döken birikim, tam bir yurttaş hareketine dönüşmüş durumda. CHP’nin kurduğu Dayanışma Sandıklarda büyük bir ilgi olması da, boykot çağrısı da, Saraçhane’de ve Maltepe’de meydanları dolduran kalabalıklar da çok önemli demokratik bir itiraz dile getiriyorlar.

Her ne kadar CHP çağrıcı olsa da, sokakları ve meydanları dolduran kalabalıklar ve üniversite gençliği, parti bağlılığından öte bir itiraz dile getiriyor Erdoğan rejimine. Yaratıcı, çoğulcu, barışçı ve esprili bu protestolar, aynen Gezi’de olduğu gibi.

Art arda alınan hukuksuz kararlar karşısında, yani sivil darbeye karşı, yine Gezi’de olduğu gibi parti aidiyetinden öte yaratıcı ve esprili eylemler sokağa yansıdı. Demokrasi tarihimize geçecek nitelikteki bu sokak ve meydan eylemlerine bu defa, Antalyalı bir yurttaşın eylemi damga vurdu. Oldukça sevilen bir çizgi film kahramanı Pikacu tulumu/kıyafeti içinde polislerden kaçan yurttaş, adeta bu dönemin simgesi oldu. Zorbalığa karşı sivil, baskılara rağmen esprili çok güçlü demokratik bir itirazdı Pikacu. Bu yüzden hepimizde bir gönül ferahlığı yarattı.

Kahrolsun İstibdat, Yaşasın Pikacu...