Siyasal İslamcılık kavramını uzun zamandır kullanıyoruz ve az çok üzerinde anlaşma sağlanmış bir tanımı bulunmaktadır. Devlet yönetimini ele geçirmeye çalışan ve onu İslam hukukuna göre yönetmeyi hedefleyen bir akım.

Siyasal İslamcılık, Cumhuriyet tarihi boyunca ve Cumhuriyet’e karşı yeraltında ve belli bir zaman sonra da yasal olarak Anadolu’da yaygınlaşmış ve çok partili hayata geçişle birlikte sağ iktidarlara seçmen desteği sağlamıştır.

Özellikle küreselleşme döneminde itibaren kimlik siyasetinin yükselmesi ile birlikte, ülkemizde ve çevremizdeki ülkelerde tarikatların yanı sıra silahlı örgütlenmelere dönüşen Siyasal İslamcılık, ülkemizdeki iktidarın da himaye ettiği bir akım olagelmiştir.

FETÖ örgütü ile iktidar ortaklığı bozulunca ortaya çıkan darbe girişimine rağmen, halen ülkemizde Siyasal İslamcılık akımı, tarikatlar üzerinden himaye edilen bir akım. Son günlerde tanık olduğumuz gibi sınırlarımız dışında ise silahlı örgüte dönüşmüş olan Siyasal İslamcı grupların da Türkiye Devleti tarafından desteklendiği ortaya çıkmıştır.

Suriye’de Esat iktidarına son vermek için çare olarak görülen bu cihatçı/şeriatçı örgütlerin, şu anda Türkiye ile partner oldukları ilan edilmiştir. Erdoğan ve AKP’nin bunda zorlandığını kimse iddia edemez.

Aynen Türkiye gibi, farklı etnik ve dini gruplara sahip bir yer olan Suriye’de kurulacak yeni iktidarın İslamcı bir karakter taşıyacağı ama Batı’nın da desteğini almak için daha ılımlı bir İslami model olacağı yönünde mesajlar verilmekte ve halen Türkiye dahil birçok ülkenin terörist listesinde yer alan Colani’ye kravat takılarak bu mesaj desteklenmektedir.

Sünni İslamcı ve cihatçı HTŞ örgütünün iktidar kullanma biçimi, doğal olarak azınlıkta olan Arap Alevileri/Süryaniler başta olmak üzere, Dürziler, Hristiyanlar ve Musevileri tedirgin etmektedir.

Hatta daha önceki yönetimin, Esat’ın Süryani olmasına dayanarak ve iktidarının da Alevi yönetimi olduğunu ileri sürerek de toplumsal çatışmaya zemin hazırlayan görüşler de yayılmaktadır. Oysa ki bunun gerçekle ilgisi yoktur. Esat bir diktatördü şüphesiz ama Alevi yönetimi diye bir yönetim söz konusu değildi.

Hatta tarihte Alevi yönetimi diye bir devlet yönetiminin olup olmadığı da tartışma konusudur. Kızılbaş hareketi olarak başlayıp Şii devletine dönüşen Şah İsmail’in Safevi devletinin de Alevi devleti olduğunu iddia etmek kolay değildir.

Aleviler ile Şiiler arasındaki ortak nokta Hz. Ali ve 12 İmam sevgisi ve bağlılığı olmakla birlikte, ibadet ve inanç biçimleri önemli farklılıklar gösterir. Bunlar ayrıca üzerinde durulabilecek konulardır.

Hz Ali ve 12 İmam’ın yasını tutan Aleviler’İn, Hz Muhammet ve Ali’nin benimsediği şeriatı benimsediklerine ilişkin elimizde hiçbir gözlem yoktur. Çok eşlilik, cariye, köle, kadın erkeğin birlikte ibadet etmesinden, miras konularına kadar, Anadolu Alevileri ve Bektaşiler aslında Hz Muhammed ve Ali’nin toplumsal, kültürel ve siyasal görüşlerine uzak yaşamışlardır.

Suriye’de, Türkiye’de ve dünyanın her yerinde farklı etnik ve dini grupların bir arada yaşamalarının yegâne yolunun laiklik olduğu açıktır. Bunun dışında herhangi bir dini esas alan iktidar biçiminin diğer inançlara hoşgörü gösterdiği söylenemez.

Belki geçmişteki İmparatorlukla akla gelebilir ama onların çağı ve dinamikleri bugün uygulanabilecek şeyler değildir.

Siyasal Alevilik kavramının, Suriye’de inşa edilmekte olan Siyasal İslamcı iktidarı meşrulaştırmaya yönelik bir çalışma olduğu akla gelmektedir. Yani Suriye’deki sorunu mezhep sorununa indirgeyerek, Alevileri dışlamanın zemini hazırlanmaktadır adeta.

Siyasal Alevilik tanımı, içerik olarak doğru değildir. Çünkü Alevilerin örgütlenmelerinde devleti ele geçirme ve onu dini ilkelere göre yönetme gibi bir iddiaya rastlanmamaktadır.

Tabii ki, diğer pek çok inanç ve etnik grup gibi, Aleviler de çeşitli düzeylerde örgütlenmekte ve ayrımcılığa karşı bir araya gelmektedirler. Uzun yıllardır ayrımcılığa uğramanın ve inançlarının devlet tarafından tanınmamasının sonucu olarak yaygın bir Alevi örgütlenmesi gerçekleşmiştir.

Hem yurt içinde hem yurt dışında dernek, vakıf ve Cem evleri etrafında oluşan bu kimlik dayanışması, doğal olarak cemaatleşmeyi beraberinde getirmiştir. Ulusalcılığa dayalı yurttaşlık idealinin ve sosyalizm akımının zayıflaması sonucunda Alevilerin büyük bölümü de güvenli liman olarak mezhepçilikten etkilenmişlerdir.

Bu konuda çok sayıda akademik araştırma ve gözlem bulunmaktadır. Ancak bu örgütlenmeler, bir iktidar hedefinden çok, himaye üretmeye yöneliktir. Özellikle yerel yönetimlerde ve siyasette bu belirgin olarak kendini göstermektedir.

Ancak bu cemaatleşme, yine de Siyasal Alevilik olarak değil de Alevicilik olarak tarif edilebilir. Buna karşılık Siyasal İslamcılık gibi Siyasal Alevicilikten söz etmek, ideolojik manipülasyon hedefine yönelik gözükmektedir.