Suriye’de rejimin yıkılması ile birlikte, Türkiye kamuoyunda, ilk olarak Suriyeli mülteciler gündeme geldi. Kamuoyunda gitmeleri yönündeki beklenti artarken, başta Erdoğan olmak üzere, iktidar temsilcileri, arka arkaya “kalabilirler” açıklamaları yaptı.

Gerek ekonomik krizden bunalan ve gerekse sağlık, eğitim gibi bazı temel kamu hizmetlerine ulaşmada sıkıntılar yaşayan yurttaşlarda, “savaş bitti gitsinler” görüşü hakim hale geldi. Çünkü yaşanan krizde iktidarın yanlış politikaları kadar, mültecilerin de payı olduğunu düşünenler çok fazlaydı.

Erdoğan’ın, “gitmek istemezlerse, başımızın üzerinde yerleri var” sözü oldukça önemliydi. Çünkü iktidar cephesinin mültecilere bakış açısı, sokaktaki insandan farklıydı. Onlara göre mülteciler gittiği takdirde bazı sanayi kolları çökebilirdi. Çünkü niteliksiz ve riskli işlerde yoğun bir şekilde başta Suriyeliler olmak üzere mülteciler istihdam ediliyordu.

Gerçek rakamlar bilinmemekle birlikte, son dönemde Türkiye’de on milyon civarında mülteci bulunmaktadır. Bunların içinde en ağırlıklı kesimi Suriyeliler olmakla birlikte, Afganlar ve Orta Asya Türki Cumhuriyetlerden gelenler de az değildir.

Afganlar’ın önemli bölümü çobanlık yaparken, Türki Cumhuriyetleri’den gelenlerin ağırlıklı bölümü ev hizmetlerinde çalışmaktadır. Suriyeliler’in çalışan kesimleri çoğunlukla nitelik gerektirmeyen sanayilerde, inşaat ve bayındırlık işlerinde istihdam edilmektedir.

Mülteci işgücü, bazı sanayiler ve taşeron firmalar için oldukça kullanışlı bir işgücü deposu oluşturmaktadır. Bazen güvencesiz / sigortasız ve çoğu zaman da en düşük ücretle kolay işçi bulmak sanayici ve müteahhitlerin işine gelmektedir.

İktidarın mültecilere sahip çıkması da insan hakları anlayışından çok bu gerçeğin ürünüdür.

Türkiye’ye yönelen kitlesel mülteci akını, gelinen ülkedeki can güvenliği ve kötü ekonomik şartların ürünüdür. Gelinen ülkelerdeki savaş, yaşam şartları ve bazılarındaki otoriter rejimler, insanları başka ülkelere yöneltmektedir.

Suriye’de kurulmakta olan yeni rejimin de, insanları ülkelerinde yaşamaya teşvik edecek özellikler taşımayacağı yönünde çok sayıda işaret gözükmektedir. Hem farklı inanç ve etnik gruplara yönelik yaklaşımlar hem de savaşın yıktığı bir ülke koşullarında yaşama zorlukları, mültecilerin geriye dönüşlerini zorlaştıracaktır.

İnsanlar daima daha iyi yaşam koşullarına doğru göç ederler. Ellili ve altmışlı yıllarda başta Almanya olmak üzere, Avrupa’ya yönelen Türk göçü, geçici bir süre için gidilmişti ama zamanla kalıcı oldular. Hatta ikinci ve üçüncü kuşak yaşadığı ülkenin yurttaşlığına geçti kolaylıkla.

Seksen darbesi sonrası, can güvenliği nedeniyle Avrupa’ya gidenler için de aynı şey geçerli. Darbe şartları ortadan kalktı. Cezaevine girme ihtimali de. Bazı istisnalar hariç. Ama ne solcular ne de İslamcılar geriye dönmeyi düşündü. Tam tersine gittikleri ülkede kök salmaya başladılar.

Sıla ve gurbet sözcükleri giderek anlamını kaybetti.

Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri için önce niteliksiz ve ucuz işgücü ihtiyacını karşılayan Türk işçiler (tabii ki Yunanistan, Portekiz ve İtalyan), bu ülkelerin ekonomisi/sermayesi için önemli bir işlev görmekteydi.

Ancak zamanla hem sayılarındaki artış hem de zaman zaman yaşanan ekonomik krizler, başta Türkler olmak üzere yabancı düşmanlığının yükselmesine neden oldu. Yükselen ırkçı hareketler zaman zaman katliamlara bile neden olmuş, çeşitli olaylarda çok sayıda Türkiyeli mülteci hayatını kaybetmişti.

Türkiye ilk yüzyılında iç ve dış göçler yaşayarak önemli sosyal dönüşümler yaşadı. İkinci yüzyılında ise kısmen göç vermeye devam etse de daha çok göç alan konumda olacaktır.

Avrupa’da yabancı düşmanlığı ile karşılaşan Türkiyeli mülteciler gibi, Türkiye’de de Suriye’den gelen mülteciler aynı tepkiyle karşılaşacaktır. Bunda kısa sürede çok sayıda mültecinin gelmesi kadar yaşanan ekonomik krizin de etkisi bulunmaktadır.