Suriye, tam olarak altüst olurken, rejimin yıkılması ve yeni rejimin kurulmasında Türkiye, başrol oyuncusu olarak görüntü verdi. Uluslararası kamuoyuna, olay böyle yansıdı.
Önce Milli İstihbarat Başkanı İbrahim Kalın ile Colani’nin aynı arabada birlikte görüntüsü yansıdı haberlere. Daha sonra Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile iki samimi dost gibi basın toplantısı yapmaları da bu kanaati pekiştiren fotoğraflardı.
AB, ABD ve Türkiye devleti tarafından terörist listesinde yer alan Colani ile bu denli yakın temas ister istemez, bu işin arkasında Türkiye var imajına yol açıyor. Hatta sadece görüntü değil, Colani’nin silahlı gruplar ve Kürt bölgesi için yaptığı açıklamalar da, adeta Türkiye’nin görüşlerini getiriyor.
Hakan Fidan ile medyanın önüne basın toplantısı için çıkan Colani’nin takım elbise ve kravat ile görünmesi de önemli bir mesaj olarak algılandı haliyle. Eli silahlı bir terörist, şimdi Türkiye rehberliği ile Suriye ve özellikle Batı’ya, medeni bir yönetim vaat ediyor.
Türkiye, Colani’yi terörist listesinden resmen değil ama fiilen çıkarmış durumda. Başına 10 milyon dolar ödül koyan ABD de, adeta bu parayı tasarruf hanesine yazmış bulunuyor.
Siyasal ve sosyal olayların görünen kısmı çoğu zaman gerçeği yansıtmaz. Daha doğrusu görünen bölümünün ardındaki kısım, esas gerçekleri gizler.
Colani’nin kısa bir süre öncesine kadar binlerce sivilin ölümünden sorumlu olması gerçeğini kaldırır mı, devletlerin bu tutumu? Ya da kravat takmakla cihatçı ve şeriat ideolojisine bağlı bir İslamcı grup, medeni dünyada kabul edilen insan hakları ve hukuku benimser mi?
Kısa bir süre öncesine kadar cihat uğruna binlerce masum insanın kafasını koparan bir terörist, kravat takınca akla neyi getiriyor? Kravat ikna edici gelmiyor. Aynı şey değil ama yine de bu olay, iktidara gelirken, “Biz Milli Görüş gömleğini çıkardık” diyen bir iktidarı hatırlatmıyor mu sizce?
Görünenin ardındaki gerçek hakkında en iyi fikir verecek olan gözlemler, ülkelerin bu gelişmelerden sağladığı fayda ve zarardır. Şu anda sahnede özellikle Türkiye’nin yanı sıra ABD ve İsrail bulunmaktadır.
Türkiye, en azından Colani ağzından, Suriye’de özerk bölge ve federal yapıya izin verilmeyeceği görüşünü dile getirtti. Burada amacın, Fırat’ın doğusundaki Kürt oluşumunu engellemek ve PKK’yı etkisiz hale getirmekti. Hatta buna yönelik olarak planlanan kara operasyonunun ABD’de tarafından durdurulduğu malum.
Suriye’deki askerlerini geri çekeceğini ilan eden ABD’nin buradaki askeri varlığını iki katına çıkarması, bu hamleye yönelik bir karardı.
Suriye’de her anlamda kazanan tek ülke İsrail şüphesiz. Hiç kimsenin itirazı ile karşılaşmaksızın, Suriye’nin bir bölümünü işgal eden İsrail, burada kalıcı olacağını ifade ederken, henüz buna karşı çıkan güçlü bir ses çıkmış değil.
Şimdi baştaki soruya tekrar dönelim. Hem cihatçı/şeriatçı hem de demokrat ve çoğulcu olunabilir mi? Örneği yok. Ancak burada etkili olan ABD ve İsrail’in ve hatta Türkiye’nin umurunda mı bu? Kesinlikle değil.
Kimsenin Suriye’de insan hakları ve hukuk aradığı yok. Nitekim Şam’a herhangi bir çatışma ve direniş olmaksızın elini kolunu sallayarak giren HTŞ’nin oluşturduğu geçici hükümet, cihatçı kadrolardan oluşmaktadır. Şu anda her ne kadar bu iktidarı borçlu oldukları Türkiye, ABD ve İsrail’in hoşuna gidecek mesajlar verseler de, ahlak polisi olacak ve kadın hakim/savcı olmaz diyen bir anlayış, barış içinde yaşayacak bir Suriye kuramaz.
Bir ülkeyi yönetmenin meşruiyetini dini ideolojide arayan hiçbir siyasi iktidar, bugünün dünyasında özgürlükçü ve demokratik bir yönetim sergileyemez. Örneği de yok. Kravat böyle bir yönetimin güvencesi olamaz...