“Bu dünyadan ayrılıyorsunuz, sonsuz zamana karışacaksınız, sizden önceki ve sonraki, ezelden ebede. Her şey birbirine karışmış, her şey birbirinde erimiş. Yeryüzünün var edebildiği en acı müziği dinliyorsunuz.”

Selim İleri'nin bu sözleri, onun yazın dünyasını ve hayata bakışını en çarpıcı şekilde özetliyor. Bu düzlemin acısı, melankolisi ve zamansız bir kederle sarılı olan güzelliği, şüphe yok ki onun eserlerinin ruhunu oluşturuyordu.

Bugün, Türk edebiyatının usta kalemlerinden Selim İleri’yi kaybettik. Kendisi sadece bir yazar değil, zamanın izlerini şefkatle okşayan bir hikâye anlatıcısıydı. İleri'nin kalemi, hayatın günlük detaylarında gizlenenleri yakalamaya ve kelimelere dökmeye adanıştı. Onun satırlarında şehirlilerin yalnızlığını, insan ilişkilerinin kırılganlığını ve anın dokunulmaz güzelliğini bulduk.

Onun vefatı, tüm edebiyat ve sanat camiası için büyük bir kayıp. Ancak bu hüzünlü gün bana 1981 yılında, Ayvalık'ta onunla ilk kez tanıştığım o özel anları hatırlattı. O sırada Günaydın Gazetesinde muhabirdim. Ayvalık’a aile ziyaretine gittiğimde filmin çekilmekte olduğunu öğrenip yanlarına gitmiştim. O yıllarda önemli bir film çekiliyordu: “Kırık Bir Aşk Hikayesi.” Selim İleri'nin senaryosunu yazdığı bu film, sıcak ve hüzün dolu bir Anadolu öyküsünü perdeye taşıyordu. Ayvalık'taki set, sanki bir sanat kampı gibiydi. İçinde bulundurduğu büyük isimlerle adeta sanatın nabzını tutuyordu. O dönemin ünlü yönetmeni ve birkaç yıl önce kaybettiğimiz Ömer Kavur, başrol oyuncuları Kadir İnanır ve Hümeyra da oradaydı.

Kirik Bir Ask Hikayesi 1024X683

Kavur'un Selim İleri ile birlikte yazdığı senaryo, Ayvalık'a tayini çıkan edebiyat öğretmeni Aysel (Hümeyra) ve ilçe eşrafından zengin bir ailenin kızıyla istemediği bir evliliğe zorlanan Fuat (Kadir İnanır) arasındaki aşkı melodram formunda ele alır. Aysel ve Fuat ilişkilerini gizlice sürdürmeye çalışırken, toplumsal baskı ve ikiyüzlülüğe çarpar durur. Film, Cahit Berkay imzalı müzikleriyle de dikkati çekiyor.

İlk kez Selim İleri ile o set ortamında tanıştım. Onun ince, naif tavrı ve edebiyatçılığıyla set ortamında hemen farkına varılıyordu. Uzun sohbetlere daldığımızda, sadece edebiyatın değil, hayata dair derin düşüncelerinin de ne kadar zengin olduğunu gördüm. Edebiyat özlemini ve öykü anlatımındaki ustalığı, onun yazdığı bu filmi daha da anlamlı kılıyordu.

O set ortamı, birçok sanatçının ilham bulduğu, dostlukların yeşerdiği özel bir atmosfer sunuyordu. Ömer Kavur'un disiplinli ama bir o kadar yaratıcı yönetim tarzı, Kadir İnanır'ın karizmatik varlığı ve Hümeyra'nın duygu dolu performansı, Selim İleri'nin kaleme aldığı hikâyeyi gerçekten canlandırıyordu.

Selim İleri, sadece öykü yazmıyor; kendi hayatından, gözlemlediği insanlardan ve mekânlardan gelen bir duygu dünyasını da şikâyet etmeden, yumuşakça okuyucusuyla paylaşıyordu. “Kırık Bir Aşk Hikayesi” bu anlayışın bir yansımasıydı. Film, izleyenleri duygusal bir yolculuğa çıkarırken, Selim İleri'nin edebiyatla yoğrulmuş bakış açısını da öne çıkarıyordu.

Bugün Selim İleri'yi yıllar önce tanıdığım o ince ruhunu, naif kişiliğini ve edebiyatını şükranla hatırlıyorum. Yaptığım röportajı Saklambaç magazin ekinde epey bir tıraşlayarak yayımlamıştı gazetenin editoryal kadrosu. Onunla paylaştığım o anılar, Ayvalık'ın o masmavi denizinin kenarında, bir film setinde yaşanan bir dönemin ötesine geçerek ölümüz birer hatıraya dönüşmüştü.  Yıllar sonra Yeni Asır’da çalışırken Türkan Şoray ile birlikte İzmir’e geldiklerinde B. Efes Oteli’nin lobisinde yeniden ayak üstü konuşmuştuk, beni anısamış ve “kendisini anladığım için” teşekkür etmişti.

O gün öğrenmiştim, Selim İleri hafızası diye bir şey olduğunu!

Ggy H F 1 W I A Ab Xn5

Selim İleri'nin eserlerinde zamanın sürekliliği, anıların ve unutulanların bir arada yaşaması dikkat çekicidir. Kimi zaman eski İstanbul’un bir sokak aralığında, kimi zaman kaybolmuş bir şarkının nağmesinde bizi kederli bir mutlulukla buluşturdu. İleri'nin özellikle şehre, insana ve zamana dair düşünceleri, şimdi de bu fani dünya ile ebediyet arasındaki sessiz diyaloğun parçası olarak hatıralarımızda yaşayacak.

İleri, bir dönemin sessiz tanığı, bir çağın hüzünlü şairiydi. “Her şey birbirine karışmış, her şey birbirinde erimiş,” derken aslında kendi eserleriyle de bunu başarmıştı. O, edebiyatımızın şekil ve ruh olarak en özgün yazarlarından biriydi.

Selim İleri’nin edebiyat tarihi açısından da söyledikleri önemlidir. “Ben hikâyemizin birçoklarının ileri sürdüğü gibi batıdan alındığını yinelemeyeceğim. Bu yanlıştır. Bir Türk halk hikâyesi geleneği vardır. Meddahlar anlattıklarını bir başka hikâye kolundan yararlanarak kuruyorlardı...” demişti.

***

Değerli arkadaşım İlknur Can’ın dediği gibi, İstanbul sinemaları yalnız ve mutfakta yengesinin pişirdiği yemekler öksüz kaldı. Yavuz Sultan Selim'den almıştı adını. Babası atom mühendisi olmasını istemiş o Vedat Günyol'un öğrencisi olunca kısa öyküye yönelmişti.

Sevgili Ustamız, yıldızların Altında ay hâlâ güzel ve siz eski defterler arasındaki solmuş ciçekler kadar hüzünlüydünüz..

Biz şimdi Her Gece Bodrum'da olsak ve Cumartesileri Yalnız kalsak ya da Cehennemde Bir Kraliçe olsak.

Ya da dönüp bütün eserlerinizi yeniden okusak…  Dediğiniz gibi, “Her ölüm, geride bir boşluk bırakır. Ama en çok, ölenle birlikte yitip giden hatıralar beni etkiler.”

Hoşçakalın Selim Bey.