Her Yer Amerika: Amerika İmparatorluğu mu doğuyor?
Donald Trump'ın siyaset sahnesine geri dönmesiyle birlikte tartışmalı açıklamaları ve sıra dışı hedefleri yeniden dünya gündeminin üst sıralarına tırmandı. Trump, 20 Ocak’ta yeniden başkanlık koltuğuna oturmadan önce, çok tartışılan bir dizi jeopolitik iddiayı dile getirdi. PanamaKanalı’nıve Grönland'ı gerekirse askeri güç kullanarak Amerika topraklarına dahil etme, Kanada'yı 51. Eyaleti olarak ABD’ye katma ve Meksika Körfezi’nin adını “Amerika Körfezi” olarak değiştirme fikri gibi tehdit ve söylemler; sadece Amerika’nın değil, tüm dünya siyasetinin dinamiklerini sarsacak nitelikte. Bu çıkışlar, Trump'ın ABD’yi bir “Amerika İmparatorluğu’na dönüştürme hayali olarak yorumlanabilir mi?
Belli ki Trump’ın jeopolitik hedefleri, klasik Amerikan diplomasi anlayışından farklı bir çizgiye sahip. Grönland’ı, Panama Kanalı’nı, Kanada’yı ve Meksika Körfezi’ni Amerika’nın bir parçası yapma gibi hayallerin ve çok iddialı hedeflerin pratikte ne kadar gerçekçi olduğunu önce Panama’dan başlayarak inceleyelim:
Tarihsel Arka Plan:
Panama Kanalı, 1903 yılında ABD ile Panama arasında yapılan bir anlaşma ile Amerika tarafından yönetilmeye başlanmıştı. Bu anlaşma, Panama’nın bağımsızlık mücadelesini destekleyen bir sürecin sonucuydu. ABD, 1999 yılına kadar kanalın kontrolünü elinde tutmuştu. 1999'dan itibaren, Panama'ya ait olan kanalın kontrolü, Panama Hükümeti’ne devredilmiştir. Bu, uluslararası bir anlaşma ve devletlerarası bir düzenlemeydi. Bu nedenle, günümüzde Panama Kanalı, ABD'ye ait bir bölge değil, tamamen Panama’nın egemenliğinde bir alan olarak kabul edilmektedir.
Trump neden Panama Kanalı’nı Amerika’ya gerekirse askeri güç kullanarak katmak istiyor?
Panama Kanalı, Trump için stratejik ve sembolik birçok açıdan önemli olabilir. Her ne kadar Trump bu konuya dair doğrudan askeri bir müdahale veya kanalın Amerika'ya katılması gibi iddialı bir öneride bulunmuşsa da Panama Kanalı'nın önemi, genel olarak Amerika'nın küresel ticaret ve jeopolitik stratejileriyle ilişkilidir.
Panama Kanalı, dünya üzerindeki en stratejik su yollarından biridir. Kanal, Atlantik ve Pasifik okyanuslarını birbirine bağlayarak küresel deniz taşımacılığının hızlanmasını sağlar. Bu, özellikle askeri ve ticari taşıma açısından kritik bir geçiş noktasıdır. Trump’ın başkanlık döneminde, Amerika'nın küresel güç olarak pozisyonunu pekiştirme amacı güttüğü biliniyor. Bu bağlamda, Panama Kanalı’na olan ilgisi, Amerika'nın uluslararası denetim ve küresel strateji üzerindeki etkisini artırmaya yönelik olabilir. Kanalın kontrolü, Amerikan askeri ve ekonomik etkisini, özellikle Latin Amerika ve Pasifik bölgesinde güçlendirme potansiyeli taşır.
Panama Kanalı, dünya ticaretinin önemli bir parçasıdır. 2020 verilerine göre, Panama Kanalı üzerinden yılda yaklaşık 12.000 gemi geçmektedir ve bu, dünya ticaretinin önemli bir yüzdesini oluşturur. Trump, başkanlık görevinde sıkça Amerika'nın ticaret açığını azaltmayı ve ekonomik büyümeyi teşvik etmeyi hedeflemiştir. Kanalın kontrol edilmesi, özellikle Amerika'nın Asya ile olan ticaretinde daha fazla söz sahibi olmasını sağlar. Aynı zamanda ABD'nin Latin Amerika ile olan ticaretinde de stratejik bir avantaj yaratabilir. Trump, ticaret anlaşmaları ve serbest ticaretin önemini vurgulamış, ancak özellikle Çin ile olan ticaret savaşında Amerika'nın daha fazla etki alanı kazanma amacını taşımıştır. Bu noktada, Panama Kanalı'nın kontrolü, ekonomik anlamda büyük bir değer taşır.
Panama Kanalı, yalnızca ticaret açısından değil, askerî açıdan da kritik bir noktadır. ABD'nin Pasifik ve Atlantik okyanusları arasındaki askeri hareketliliğini yönlendirmesi açısından büyük öneme sahiptir. Özellikle ABD'nin askeri gücünün küresel olarak dağıtılmasında ve hızlı bir şekilde askeri müdahalelere yönelik operasyonel stratejiler geliştirilmesinde Panama Kanalı önemli bir geçiş noktasıdır. Trump, ilk başkanlık döneminde Amerika'nın askeri gücünü küresel çapta pekiştirmeyi amaçlamıştı ve bu bağlamda Panama Kanalı, askeri lojistik için önemli bir geçiş yolu sunar.
Trump’ın politikaları genellikle milliyetçi bir perspektife dayanıyor. "Amerika önce" (America First) söylemi, ABD'nin küresel egemenliğini ve çıkarlarını her şeyin önünde tutmayı amaçlıyor. Panama Kanalı, Amerika'nın ekonomik ve askeri kontrolünü pekiştirecek bir stratejik varlık olabilir. Bu yüzden, Trump, kanalın tam kontrolünü talep ederek, Amerika'nın küresel çapta daha güçlü bir pozisyona gelmesini istemiş olabilir. Hem ekonomik hem de güvenlik açısından kritik bir nokta olan Panama Kanalı, Trump’ın milliyetçi gündeminin bir parçası olarak, Amerika'nın çıkarlarını yüceltmeye yönelik bir hedef gibi görünüyor.
Trump’ın Panama Kanalı hayali ne derece gerçekçidir?
Panama, bağımsız bir ülkedir ve Panama Kanalı üzerinde tam egemenliğe sahiptir. Böyle bir bölgenin Amerika'ya katılması için, Panama Hükümeti ve halkının onayı gerekmektedir. ABD'nin başka bir ülkenin topraklarını alması, büyük bir uluslararası kriz yaratır ve dünya çapında büyük bir diplomatik gerginlik doğurur.Donald Trump veya herhangi bir ABD başkanı, Panama Kanalı'nı askeri güçle almak gibi bir eylemde bulunmayı düşünse bile, bu büyük bir askeri ve diplomatik kriz anlamına gelir. Panama'nın bağımsızlığını ve egemenliğini ihlal etmek, ABD'nin dünya çapındaki itibarını zedeler ve diğer ülkelerle olan ilişkileri felce uğratır. Panama Kanalı, dünya ticareti açısından çok önemli bir yer teşkil eder. ABD’nin bu stratejik geçiş noktasına sahip olması, ekonomik ve askerî açıdan büyük avantaj sağlayabilir. Ancak, mevcut düzenlemelerle ABD'nin kanal üzerinde zaten güçlü bir etki alanı olduğu kabul edilmektedir. Bu yüzden, kanalın "Amerika'ya katılması" gereksiz ve problemli bir strateji olabilir. Amerika'nın böyle bir adım atması, sadece Panama ile değil, küresel ölçekte büyük tepkilere yol açar. ABD'nin egemen bir ülkenin topraklarına müdahale etmesi, özellikle Latin Amerika'daki komşu ülkelerden ve dünya çapında pek çok farklı hükümetten karşıt tepkiler alır. Panama halkı ve hükümeti, böyle bir öneriyi kesinlikle reddeder ve büyük bir halk hareketi doğabilir.
Sonuç olarak, Trump’ın ya da herhangi bir Amerikalı liderin Panama Kanalı’nı Amerika'ya katma fikri hem pratikte hem de hukuki açıdan mümkün olmayan bir durumdur. Panama'nın egemenliğini ihlal etmek ve böyle bir adım atmak, uluslararası hukuku ihlal etmek anlamına gelir ve büyük bir küresel kriz yaratır. Dolayısıyla, Trump ya da başka bir liderin bu tür bir öneriyi ciddiyetle uygulamaya koyması pek olası değildir.
Grönland Tarihsel Arka Plan
Grönland, 1721'de Danimarka tarafından kolonileştirilmiştir. Bu süreç, Danimarka-Norveç İkili Krallığı döneminde başlamış ve 1814'te Norveç'in Danimarka'dan ayrılmasından sonra tamamen Danimarka'nın kontrolü altına geçmiştir.Grönland, 1953 yılında Danimarka Anayasası'na dahil edilmiş ve Danimarka'nın ayrılmaz bir parçası olarak kabul edilmiştir.Grönland, 1979'da bir referandum sonucunda özerklik kazanmış ve kendi parlamentosunu kurmuştur. Danimarka hâlâ dışişleri, savunma ve para birimi gibi alanlarda sorumluluk sahibidir.2009 yılında yapılan başka bir referandumla Grönland, daha geniş özerklik elde etmiştir. Bu düzenleme, Grönland halkını bir "ulus" olarak tanımış ve Grönland hükümetine doğal kaynaklarını yönetme hakkı vermiştir.Grönlandekonomisi, büyük ölçüde Danimarka'dan aldığı yıllık mali yardımlara bağımlıdır. Danimarka, Grönland’a yılda yaklaşık 3,9 milyar Danimarka kronu (yaklaşık 600 milyon dolar) finansal destek sağlamaktadır.Grönland, Danimarka'nın bir parçası olarak NATO üyesidir. Ancak, Grönland’ın dış politikasında ve savunma stratejilerinde son söz Danimarka'ya aittir.Grönland, Arktik bölgesindeki stratejik konumu nedeniyle önemlidir. Kuzey Kutbu'ndaki doğal kaynaklar ve deniz yolları, Grönland’ı büyük güçlerin ilgisini çeken bir bölge hâline getirmiştir.Grönland, zengin mineral, petrol ve doğalgaz rezervlerine sahiptir. Bu kaynaklar, Grönland’ın gelecekteki ekonomik bağımsızlığı için potansiyel taşır.
Amerika'nın Grönland'daki hava üssü, özellikle Thule Hava Üssü olarak bilinen üs, 1951 yılında kurulmuştur. Bu üs, Soğuk Savaş dönemi sırasında Sovyetler Birliği'ne karşı stratejik bir öneme sahipti. Thule, NATO'nun Kuzey Savunma Hattı'nda yer almakta olup, özellikle nükleer silahların taşınması ve havadan savunma gibi askeri amaçlar için kullanılmıştır. Üstte çok sayıda Amerikalı asker görev yapmaktadır; ancak bu sayılar zaman içinde değişiklik gösterebilir. Bugün, Thule Hava Üssü'nde yaklaşık 600 ila 700 arasında personel bulunmaktadır.
Donald Trump, Grönland'ı 2019 yılında satın almayı gündeme getirmişti. Bu hem ekonomik hem de stratejik nedenlerle, Trump'ın Grönland'ı Amerika'ya katma fikrini dile getirmesiyle gündeme gelmişti. Ancak, Trump'ın önerisi oldukça tartışmalıydı ve Danimarka hükümeti bu öneriyi reddetti. Trump, aynı zamanda Grönland'ı Amerika'ya katma konusunda tehditkâr bir dil kullanarak, gerekirse askeri güç kullanma ihtimalini ima etmişti. Ancak, resmi olarak askeri bir tehditte bulunmamıştı. Bu konu, uluslararası diplomasi açısından gergin bir tartışma yaratmış, ancak ciddi bir askeri müdahale söz konusu olmamıştı.
Trump'ın Grönland'ı satın alma isteğinin bir diğer boyutu, Kuzey Kutbu'ndaki potansiyel doğal kaynakların keşfi ve bu kaynakların Amerika tarafından kontrol edilmesiydi. Grönland, geniş mineral yatakları ve enerji kaynaklarıyla dikkat çekiyor. Ayrıca, iklim değişikliği nedeniyle Kuzey Kutbu’ndaki deniz yolları daha erişilebilir hale geldiği için Grönland’ın stratejik konumu daha da değerli hale geldi.
Grönland, Danimarka'ya bağlı bir özerk bölge olsa bile, ABD'nin bu bölgedeki varlığını güçlendirmek, NATO içinde ve diğer küresel aktörler karşısında daha fazla jeopolitik güç kazanmayı amaçlıyordu. Bu hem Çin hem de Rusya ile olan ilişkilerde ABD’nin elini güçlendirme isteğiyle bağlantılıydı.
Grönland, Danimarka Krallığı'na bağlı bir bölge olmasına rağmen geniş bir özerkliğe sahiptir. Tarihsel bağlara dayalı bu ilişki, siyasi, ekonomik ve kültürel alanlarda devam etmektedir. Grönland'ın bağımsızlık arayışı gelecekte daha güçlü bir şekilde gündeme gelebilir, ancak bu durum büyük ölçüde ekonomik ve stratejik dengelere bağlıdır.Grönland'ın bir referandum yoluyla Amerika Birleşik Devletleri'ne katılma süreci, uluslararası hukuk, Danimarka'nın Grönland üzerindeki egemenliği ve bölgesel özerklik hakları gibi birçok karmaşık faktöre bağlıdır.
Trump’ın askeri müdahale tehdidini tartışmaya dahi gerek diye düşünüyorum. Referandum yolu ile Grönland’ınkatılımı ise çok karmaşık şu süreçleri aşmak zorunda:
Grönland, iç işlerinde bağımsız karar alma gibi geniş haklara sahiptir. Ancak savunma, dış politika ve uluslararası ilişkiler hâlâ Danimarka’nın yetki alanındadır.2009 yasası, Grönland’ın tam bağımsızlık için referandum düzenleme hakkını tanır. Ancak bağımsızlıktan sonra başka bir ülkeye katılma kararı uluslararası düzeyde daha karmaşık bir süreçtir ve Danimarka’nın onayını gerektirebilir.Grönland halkı bir referandumla ABD’ye katılma isteğini ifade edebilir. Ancak bu süreç sadece Grönland halkının iradesine bağlı değildir; Danimarka ve uluslararası toplumun onayı da gerekir.Uluslararası hukuk, halkların kendi kaderini tayin hakkını tanır. Ancak bu hak, genellikle bağımsızlık yönünde işler, başka bir ülkeye katılma yönünde değil. Grönland'ın böyle bir adımı, Danimarka’nın egemenlik haklarını ihlal edebilir.Grönland, Danimarka Krallığı’nın ayrılmaz bir parçasıdır. Danimarka, Grönland’ın başka bir ülkeye katılmasını kesinlikle reddedebilir ve bunu engellemek için uluslararası hukuktan yararlanabilir.
Grönland’ın bir referandum yaparak ABD’ye katılması görüldüğü gibi, teknik olarak mümkün görünse de bu süreç hem Danimarka’nın egemenlik hakları hem de uluslararası hukukun sınırları nedeniyle oldukça karmaşıktır. Grönland halkı için daha muhtemel bir senaryo, önce tam bağımsızlık elde etmek ve sonrasında kendi kararlarını özgürce verebilmektir. Ancak bu durumda bile ABD’ye katılma süreci, ciddi diplomatik ve hukuki zorluklar doğuracaktır.
Trump'ın Kanada’yı Amerika'ya katma fikri ise birkaç açıdan incelenebilir:
Donald Trump, Kanada'yı Amerika'nın 51. eyaleti yapma fikrini 2019 yılında dile getirdi. Bu açıklama, Trump’ın Kanada Başbakanı Justin Trudeau ile gerçekleştirdiği bir görüşmenin ardından, özellikle ticaret ve Kuzey Amerika'nın birleşik gücü üzerine yaptığı konuşmalarla bağdaştırıldı. Trump, Kanada’yı 51. eyalet yapma önerisini daha çok espri olarak ve Kuzey Amerika'da ekonomik birlikteliği daha da derinleştirme düşüncesiyle gündeme getirdi. Ancak, bu öneri ciddi bir politika olarak kabul edilmedi.Trump, bu fikrini bir konuşma sırasında dile getirdiğinde, özellikle Kanada'nın Amerika'ya katılmasının getireceği ekonomik faydaları vurgulamıştı. Ancak, bu açıklama daha çok Trump'ın alışılmadık ve doğrudan üslubunun bir yansımasıydı ve Kanada'dan büyük bir tepki almadı. Kanada'nın egemenliği ve bağımsızlığına saygı gösterilmesi gerektiği konusunda hem Kanada hükümeti hem de halk bu fikri reddettiler. Bu öneri, herhangi bir resmi politika veya girişim haline gelmeden, sadece Trump’ın popüler söylemlerinden biri olarak kaldı.
Ancak, bu tür bir birleşme önerisi, birçok farklı boyutla değerlendirilebilir:
Trump’ın ilk başkanlık döneminde, özellikle Kuzey Amerika serbest ticaret anlaşması (NAFTA) ve sonrasında yerine geçen Amerika-Kanada-Meksika Anlaşması (USMCA) gibi ticaret anlaşmalarına verdiği önem, bölgesel entegrasyonu güçlendirme amacını yansıtıyordu. Bu bağlamda, Kanada’yı 51. eyalet olarak görmek, Amerika'nın ekonomik ve siyasi gücünü daha da artıracak bir strateji olarak görülebilir.
Trump, Kanada ile ticaretin çok önemli olduğunu sıkça vurgulamıştı. Kanada, Amerika’nın en büyük ticaret ortaklarından biridir ve iki ülke arasında büyük bir ticaret hacmi bulunmaktadır. Trump, bu güçlü ekonomik bağları daha derinleştirmenin, birleşik bir yapıya dönüştürmenin faydalı olacağını düşünebilir.
Trump’ın, özellikle Meksika sınırına duvar yapma önerisi ve göçmen politikasındaki sert tutumu, Kuzey Amerika'daki diğer ülkelerle olan ilişkilerini zaman zaman gerginleştirdi. Bu durumda, Kanada’yı daha yakın bir müttefik haline getirip Amerika ile daha güçlü bir bağ kurma düşüncesi olabilir.
Kanada'yı Amerika'ya katmak, Trump'ın Kuzey Amerika'daki küresel etkisini pekiştirme arzusuyla bağlantılı olabilir. Trump, Amerika'nın dünya üzerindeki gücünü artırmak için sürekli olarak Amerikan egemenliğini vurgulamış ve diğer ülkelerle olan ilişkilerde daha sert bir tutum sergilemişti. Kanada'nın Amerika'ya katılması, ulusal sınırların genişlemesi anlamına gelirken, aynı zamanda ABD'nin ekonomik ve askeri etkisini daha da artırabilir.
Trump, NATO'nun daha fazla sorumluluk taşıması gerektiğini savunmuştu. Kanada'yı Amerika'ya katmak, Kanada'nın NATO'daki rolünü ABD'nin kontrolüne almak anlamına gelir. Bu da ABD'nin küresel askeri stratejilerde daha fazla kontrol sahibi olmasını sağlardı.
Trump’ın Kanada’yı Amerika'ya katma önerisi ciddi bir şekilde uygulanabilir bir politika değil, daha çok onun popüler söylemlerinin ve küresel gücü artırma isteğinin bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Eğer Kanada kabul etse bile, Trump'ın bu konuda ne kadar ciddi olduğunu söylemek zordur. Bu tür bir birleşme, Kanada’nın egemenlik hakları, kültürel kimliği ve bağımsızlığı açısından büyük bir sorun yaratır.
Trump’ın son günlerde dile getirdiği Meksika Körfezi’nin isminin “Amerika Körfezi” olarak değiştirilmesi fikri ise bölgesel anlamda oldukça absürt ve sembolik bir öneridir. Bu tür bir isim değişikliği, sadece küresel anlamda büyük bir diplomatik gerilim yaratmakla kalmaz, aynı zamanda Latin Amerika ülkelerinin tepkisini çeker. Meksika Körfezi, Latin Amerika halkları için tarihsel, kültürel ve coğrafi bir anlam taşır. Bu bölgenin isminin değiştirilmesi, bölgedeki ülkelerin egemenlik haklarına müdahale olarak algılanabilir.Ayrıca, küresel ölçekte bu tür bir hareketin Amerika’ya ciddi bir ekonomik ya da stratejik fayda sağlaması mümkün değildir. Trump’ın bu tür sembolik adımlar, çoğunlukla iç siyasetteki milliyetçi duyguları harekete geçirme amacı taşıyor olabilir, ancak pratikte bu tür değişiklikler, uluslararası ilişkilerde ciddi bir çatışma yaratır ve Amerika’yı yalnız bırakır.
Gerçeklerle Yüzleşmek
Trump’ın 2025’te başkanlık görevine başlamasıyla birlikte bu tür iddialı söylemler daha da artabilir. Ancak, dünya üzerindeki diğer ülkeler, uluslararası hukuk, egemenlik hakları ve diplomasiye dayalı ilişkiler göz önünde bulundurulduğunda, bu tür hayallerin pratikte hayata geçirilmesi son derece zordur. Grönland, Kanada, Panama Kanalı ve Meksika Körfezi gibi stratejik bölgelerin Amerika'ya katılması, sadece askeri ve siyasi bir tehdit oluşturmaz, aynı zamanda küresel ölçekte büyük bir gerilim yaratır.
Diğer ülkeler, bu tür adımlara karşı sert bir şekilde karşı çıkacak ve Amerika’nın uluslararası arenadaki ilişkileri ciddi şekilde zarar görecektir. Hayaller, gerçeklerle buluştuğunda, Trump’ın stratejik hedeflerine ulaşmak, onun düşündüğü kadar kolay olmayacaktır. Bu nedenle, Trump’ın söylemlerinin büyük ölçüde iç politikada muhafazakâr oyları birleştirme amacı taşıdığı ve küresel düzeyde hayalden öteye gitmeyeceği açıktır.
Trump’ın başkanlık döneminde attığı adımlar, onun “tek küresel güç” hayalini yansıtıyor.AncakTrump’a şunu hatırlatmakta fayda var; “Her yer Amerika olamaz” ve bu gerçek, uluslararası ilişkilerde, sert bir kaya gibi, güçlü engeller ve diğer ülkelerin karşı duruşuyla keskin bir şekilde karşılaşacaktır.