Müzik Önerisi: The Traveller – Chris De Burgh

Uçaktayım, çok yorgunum oturur oturmaz uykuya yenik düştüm. Yemek servisi ile gözlerimi açtığımda yanımda oturan yolcunun bana gülümsediğini fark ediyorum. Bigudi ile sarılmış bukleli bembeyaz saçları ve yaşının epey ileri olduğunu yüzündeki ve ellerindeki derin çizgilerine bakarak tahmin edebileceğiniz meraklı gözleriyle etrafı süzen çok hoş bir kadın. Pembe ruju hafifçe dudak kenarlarına taşmış ancak ojeleri ile uyumlu.

Kadını ilk fark ettiğim andaki düşüncelerim çok farklı. Bir kere çok yaşlı, uçağa ilk kez biner gibi süslenmiş püslenmiş, yardıma muhtaç bir kadına benziyor muhtemelen çocukları ve torunları tarafından havalimanında karşılanacak, yılbaşı tatili için aile ziyaretine geliyor gibi. Heyecandan mı yoksa hastalıktan mı elleri hafif titriyor henüz bilmiyorum. Çocuklarına kavuşacak diye mi kaygılı yoksa uçak korkusu ve tek başına seyahat konusunda mı tedirgin ondan da emin değilim. Hostesin uzattığı kahveyi bu hanıma uzatıyorum ve başlıyorum sohbete.

Nora.

Meksikalı.

81 yaşında.

Kadınla konuştukça hayrete düşüyorum. Kadın cesur, kadın korkusuz. Kadın filozof.

Kadın bildiğin seyyah!

Bir ay boyunca İstanbul, Kapadokya, Bursa, İzmir civarlarında turlayacak, hostellerde ve pansiyonlarda konaklayacak tek başına…Hostel? Yaşına hiç uygun değil, yine bir önyargı balonu patlıyor kafamda…

Çocuklarınız diyorum, hepsi memlekette diyor çalışıyorlar, 4 tane de torunum var diyor gözleri parlıyor.

Eşiniz diyorum, seneler önce vefat etti diyor.

Vay be! Diyorum, büyük bir cesaret nasıl hiç korkmadan bir başınıza hiç bilmediğiniz bu diyarlara gelmeye kalktınız…

Tanrıya güveniyorum diyor. Boynundaki hac kolyeyi avuçlayarak.

Neden bir acenteyle veya bir grup turuyla gelmediniz diyorum, pahalı diyor böylece daha uzun yolculuk yapabiliyorum, kimseye bağlı kalmadan istediğim yerleri ziyaret edebiliyorum. Yüreğimin götürdüğü yerde kendimi buluyorum.

81 yaşındaki özgürlüğe ve düşünce yapısına bakar mısınız?

Kadının söylediği bir cümle “Kendimi Eylül ayında düşen yaprak gibi hissediyorum, ömrüm kısa bu yüzden savrulmayı seçtim -savrul savrulabildiğin kadar

“Çok kişi yitirdim hayatımda. Çoğu ölümde yokluklarına alışamadım. Kendi isteklerine göre yaşayamadıklarını düşünerek kederleniyor ve onlar için yas tutuyorum çoğu zaman. Bunu benim için başkalarının yapmasına izin vermeyeceğim.”

Soluğum kesilmiş halde gözlerimi kırpmadan dinliyorum.

Özgürlük istediklerini hayata geçirebilmek, elindeki imkanlarla istediklerini yapabilmek, yaşamak!

Yaşlılık bizim toplumumuzda elden ayaktan düşmek olarak görülüyor, halbuki kişinin kronolojik yaşı fiziksel durumunu ve fonksiyonel kapasitesini tam olarak yansıtmıyor. Dünya Sağlık Örgütü yaşlılık tanımlaması için 65 yaşı alt sınır belirlemiş ancak gerçekten yaşlılık yaşa mı bağlı? Yaşlı görünce ya hasta ya da muhtaç önyargımız nedir?

Yaşlanma ve yaşlılık karmaşık kavramlar. Yaşlılığı fizyolojik olarak zaman içinde hücresel boyutta alınan hasar olarak tanımlayabiliriz. Yaşlanma ise tamamen duygusal ve mental.

Yaşadıkça değil yaşayamadıkça yaşlanıyor insan.

Saçındaki aklar yüzündeki kırışıklıklar olarak değil, yüreğindeki yalnızlık ve işe yaramazlık duygusu, sevgisizlik, ilgisizlik, hayat gayesinin bitmesi, umutların tükenmesi, neşenin sönmesi olarak karşımıza çıkıyor.

Ömürler uzadıkça “yaşlılık” tanımına uyanların dünya nüfusundaki payı artıyor. Geçtiğimiz yüzyılda dünya nüfusu içinde çocukların payı yaşlıların üç katı iken zaman içinde çocuk nüfusu azalmış ve yaşlı nüfus artmış; çocuk ve yaşlı nüfusları birbirine eşit hale gelmiş.

Gelecek 30 yıl içinde ise yaşlı nüfusun payının çocuk nüfusunun 2 katını aşacağı tahmin ediliyor. 2050’ye kadar 80 yaşın üzerinde olacak nüfus ise bugünün üç katına yükselecek. (DSÖ istatistikleri)

Yaşlı nüfusun hareket kabiliyeti ve ruhsal dengesi çok önemli. Onlar hareket edebilme özgürlükleri olduğu sürece ekonomiye de önemli katkı sağlamaya devam edebilecekler. Aksi takdirde sağlık sistemi üzerinde ciddi bir yük olacaklar.

81 yaşındaki Nora’ya imrenmemek mümkün değil…Kimseye muhtaç olmadan yüreğinin sesini dinliyor ve dünyanın bir ucundan diğer bir ucuna özgürce seyahat edebiliyor.

Yaşlı kavramını al aşağı ediyor. Yeni insanlarla tanışmaktan korkmuyor, alışkanlıklarına meydan okuyor, rahatlık veya konfor için tutturmuyor, kendini dinlemiyor, yeni tecrübelere yer açıyor. Gezmek onu diri tutuyor aklını vücudunu zihnini ruhunu gençleştiriyor. Çocukları ise koruyucu bir tavır sergilemiyor, hayatına hükmetmeye çalışmıyor, endişe kısmı ise benim için muallak. Belki yaşadığımız kültürden belki bizim de alışkanlıklarımızdan…Annemi bilmediği bir ülkede bir hostelde bir başına düşünemiyorum bile…

Hangisini tercih ederdiniz?

Baş köşede gözünüzün önünde ama size müdahale etmeyecek şekilde oturmasına alıştığınız, koruyup kollamaya ve üzerlerinde ciddi bir kontrol sağlamaya cürret ettiğiniz yaşlı bir anne – baba figürü mü?

Yoksa üçüncü baharını yeni dünyaları keşfederek geçiren risk alan kendi ayakları üzerinde duran dünyanın herhangi bir köşesinden haber almayı umduğunuz seyyah bir anne baba mı?

Peki siz nasıl yaş almayı tercih edeceksiniz?

Benim seçimim çok net!

 İdolüm Nora!