Müzik Önerisi: Olmazlara İnat – Berkay Altunyay

Kurumsal hayata ilk atıldığım zamanlarda okumamız gereken 10 kitaptan biri olarak elime tutuşturulmuş bir kitaptı. O zamanlar kişisel gelişim videoları veya özlü sözleri paylaşan 'influencer' çoğunluğu yoktu piyasada. Almak istediğin, kendine katmak istediğin ne varsa kitapların satır aralarında gizliydi. Çalıştığın şirketin seni geliştirme çabası eğitimler teorik bilgiyle seni besler, bağlı olduğun müdürlerin, amirlerin veya yöneticilerin de canlı birer vaka çalışması olurdu.

Kim olmak istiyorsun?

Kime dönüşmek istemiyorsun?

Kimden ilham alıyorsun?

Kimden yaka silkiyorsun?

Bu kitap yaşamın her alanında ikna olma ve ikna etme süreçlerinin iç yüzünü anlatan bir başvuru kitabı niteliğindeydi. Çiçeği burnunda 20'li yaşların sonunda ben bu kitabı nasıl okumuştum acaba? Nelerden etkilenmiş, nelerden feyz almıştım?

Bazı kitapları yaşdönümlerimde tekrar okumaktan büyük keyif alırım yıllar sonra altını neden çizdiğim satırları tekrar okuyup idrak etmeye çalışırken nasıl birine dönüştüğümü daha net görebilmek için bana müthiş bir kılavuz olur eski kitaplarım…

O yaşlardaki amacım işimde çok başarılı olmaktı, işim satmaktı. Bu yüzden en çok ilgilendiğim konu müşterilerimde istek uyandırmaktı.

İstek, nasıl etkili ve kabul edilebilir bir hale gelir?

Kullanılan dilin ikna başarısına etkisi nedir?

Bildiğiniz satış eğitimleri aslında…

Şu andaki aklımla okurken, satır aralarında fark ettiğim şu oldu:

Herkes yaptığı için doğru varsayılan bir davranış, gerçekte doğru mudur, yoksa bizi öyle düşünmeye yönelten, herkesin ortak tavrı mıdır?

İknanın otoriteyle ilişkisi nedir?

İnsanları ikna etmek için kullanılan altı basit yöntem var aslında.

Birincisi karşılıklılık. Önce ver, sonra al…

Makarna, kömür, iş, emeklilik, vaat, oy…

İkincisi otorite. Mutlak bilgi ve güç. Hakimiyet. Toplumu inandıracak ufak detaylar doktorun önlüğü, hakimin cüppesi, medya…

Üçüncüsü Tutarlılık. Herkesi aynı anda çepeçevre sarmalayacak tek bir söz, bir cümle bir hedef…Hep aynı mesaj tek bir mesaj. Daha güçlü, daha büyük, daha zengin…

Dördüncüsü mutabakat. Sürü psikolojisini kullanarak herkesi o ortak değerde veya inançta toplayabilmek. Bizi kıskanıyorlar, savaşı durduracağım, ekonomiyi zıplatacağız.

Beşincisi kıtlık veya Mahrumiyet hissi. Sahip olduklarını kaybedecek korkusunu salmak. İstikrar, terör, kaos…

Altıncısı ve sonuncu yöntem ise en popüler olan…İnsanlar kendine benzeyeni ya da benzemek istediğini takip eder.

Dünyada hüküm süren liderlere bir bakın…

'İnsanları kandırmak kandırılmış olduklarına ikna etmekten daha kolaydır' demiş Mark Twain…

21. yüzyılda bir virüs sonrasında insanlar gerçekten ne istiyor?

Çiçek çocuklar gibi savaşma seviş mi?

68 Kuşağı gibi mutlak özgürlük mü?

Tüm dünyadaki seçmenler siyasetçilerden adalet, hukuk, eğitim, temiz siyaset mi talep ediyor?

Yoksa ev, iş, aş, daha çok kazanç daha çok torpil mi?

Ortadoğu'da, Afrika'da ya da Ukrayna'daki savaşlar mavi yaka bir işçinin yoksulluğundan, ya da sınırı geçmeye çalışan bilmem kaç çocuklu aileden daha önemli mi sizce?

Zamansız ölen çocuklar ilk kimin aklına geliyor? Doğadaki katliamın önünde duran engeller kim?

Benzer sosyal şartlar benzer tepkilere neden oluyor. Pandemi sonrasında toplumlardaki değişimi sosyologlar çok daha net görebiliyor. Herkes kendini kurtarma peşinde artık dünyada. Demokrasi kimsenin umurunda değil, o yüzden çoğunluğun seçtiğini de artık anlamak da zorlanıyoruz.

Trump ikinci kez seçildi.

Herkesin aynı düşündüğü bir yerde hiç kimse fazla düşünmüyor ve harekete geçmiyor demektir. Sürü zihniyeti yönetimi kolaylaştırır. Sadece sürünün bazı üyelerini istediğiniz yöne çevirmekle diğerlerini sakince ve mekanik bir biçimde o yola sürüklersiniz.

Özgürlüğümüzü, hukuk ve adaleti, eğitim ve kültürü, küresel ısınmaya kurban ettiğimiz DÜNYAMIZI ve kısıtlı kaynaklarımızı daha çok sevmiş olsaydık eğer onları kaybetmeye başladığımızı çoktan anlardık…

Başında karşı koymak sonunda karşı koymaktan çok daha kolaydır çünkü…

İkna edilmişlerle değil, akla inanmışlarla yapılır mücadele çünkü…