Üst üste yaşadığımız sel, salgın ve yangın gibi felâketler sonucu gördüğümüz davranış bozuklukları eski deyimle vakayı adiye haline geldi. Şirazesinden çıkan siyasal kavgalarda kullanılan argo hatta küfre varan sözcükler ekran başındaki yurttaşları rahatsız ediyor. Adalete olan güven duygusunun güneş karşısındaki kar gibi erimesi de yozlaşmanın önemli nedenlerinden biri. Gazetelerin üçüncü sayfaları bunun canlı örnekleriyle dolu. Toplum adeta cinnet geçiriyor. Yolsuzluk, yalancılık ve yalakalık günlük yaşamın parçası haline geldi. (3Y) Yaşlı kuşak “Ahlâksızlık aldı yürüdü, sonumuz felâket” diyor. Bu durumda ahlâk ve utanma kavramlarını irdelemek gerekiyor.

Türk Dil Kurumu sözlüğü ahlâkı “Bir toplum içinde kişilerin benimsedikleri, uymak zorunda bulundukları davranış biçimleri ve kurallar” olarak tanımlıyor. Ahlâk kuralları hukuk kuralları gibi emredici değildir. Ancak onlara uymak her normal yurttaşın görevidir. İsterseniz uymayabilirsiniz. Bunda özgürsünüz; ama suratınızda “Ahlâksız” damgasını taşımak koşuluyla. Ahlâk kavramı hemen peşinden utanmayı getirir. Utanma nedir? O da aynı sözlükte açıklanıyor. “Onursuz sayılacak ya da gülünç olacak bir duruma düşmekten üzüntü duymak, korkmak, mahcup olmak.”

Yurttaşların adalet ve güvenlik duygusu yaşadıkları, eğitim, sağlık gibi kurumların iyi çalıştığı, gelir dağılımının da oldukça adil olduğu toplumlarda ahlâksızlar azınlıktadır. İşte bu durum o toplumun suç çizelgesinde olumlu bir rol oynar. Cezaların artırılmasından çok utanma duygusu suç işlemeyi önler. Kısaca ahlâk ve utanmanın egemen olduğu bir yerde hukukun işi kolaylaşır.

Ekonominin alt üst olduğu, insan yaşamının hoyratça savrulduğu, eğitimin, emeğin, niteliğin, becerinin değerini yitirdiği bir yerde ahlâkın erozyona uğraması kaçınılmazdır. Yüksek enflasyonun ve gelir dağılımındaki uçurumun aile düzenini bozduğu, boşanmaların ve cinayetlerin çoğaldığı, güvenilmez bir piyasanın oluştuğu bilimsel gerçektir. Bunlara yol açan iktidarın yasal zorlamalar ve baskı yöntemleriyle sonuç alması boş bir hayalden ibarettir!

Utanma duygusunun daha çok orta sınıflarda yaygın olduğuna inanan ve bunu her yerde söyleyenlerdenim. Orta sınıf ise Cumhuriyet döneminin en kara günlerini yaşamaktadır. Hızla tasfiye edilmekte ve geliri azınlıktaki bir sermaye gurubuna aktarılmaktadır. Orta sınıf yoksa utanma da yoktur. Bu nedenle bir bakan kendi bakanlığına fahiş fiyatla mal satabilmektedir. Altın kaçakçılığı ile suçlanan milletvekilleri sadece partilerinden istifa ile hukukun dışında kalabilmektedir. Maden ve tren kazalarında, depremlerde, sellerde ve yangınlarda istifa eden bir tek kamu görevlisi yoktur. Bunların tamamı ortalıkta utanmadan dolaşmaktadır!

Eski Türkiye denilerek horlanan dönemlere bir bakın. Evine çekilip mütevazı sofrasında ekmeğini derdine katık eden emekli ve dar gelirliler vardı. Başlarını dik tutar yoksulluklarını kimseye göstermezlerdi. Çünkü barınacak yuvaları, aç kalmayacak gelirleri vardı. Artık bu ahlâksız düzen onların dışarıda bir çay içmesine bile izin vermiyor. Ömrünü ülkesine hizmetle geçirmiş emekliler halk ekmek kuyruklarında iki büklüm sıra bekliyorlar. Ancak Kent lokantalarında karınlarını doyurabiliyorlar. Onlar orta sınıfın ana unsurlarıydı. Şimdi Pazar yerlerinde televizyon ekranlarına boş filelerini gösteriyorlar. Ekonomik çöküntü utanma sınırını ortadan kaldırıyor.

Tabii utanmayan çok küçük bir azınlık daha var. Ülke ekonomisine egemen, çeşitli ayrıcalıklardan yararlanan, yabancı ülkelerde ev değil sokak kapatan bir azınlık. Onların siteleri, yatları, ofisleri utanma kapsamının dışında kalıyor!