Müzik Önerisi: Ya ya (ringe ringe raja) – Goran Bregoviç

Tüm inançlarımızın, değerlerimizin sınandığı zamanlardan geçiyoruz. Umudu, iyi niyeti korumak ayrı bir mücadele, kötülerle mücadele ayrı, iyide kalabilmek o hepten zor.

Her insan yapmadığı tüm iyiliklerin, savunmadığı her hakkın, koruyamadığı her canın ve namusun sorumlusudur.

Halbuki yaşadığımız şeyin özeti şu basitçe…

 “Gözümü açtım doğdun dediler, gözümü kapattım öldün dediler- gözümü kırptım bu da ömür dediler”

Büyürken zehirleniyoruz…Hırsın, kibrin, hasettin oyuncağı oluyoruz.

Her şeyin dozunda dengede olması mümkünken aşırıya kaçıyoruz.

Şamana sormuşlar zehir nedir diye “ihtiyacımızdan fazla her şey zehirdir demiş. Bu güç olabilir, tembellik veya fazla yemek, fazla uyumak, fazla konuşmak, fazla korku, fazla öfke, fazla haset, fazla hırs hatta fazla İYİ NİYET…”

Yaşadığımız her duyguyu, sahip olduğumuz her şeyi dozunda tutabilsek herkes için hayat çok daha kolay olacak. Ama olmuyor.

“İçimde bir ben var benle savaşta,                                                                                                   

Yıllardır içimde benimle aynı yaşta   

Huysuz mu huysuz, mutsuz mu mutsuz

Mevsimlerim göç etti, yüreğim susuz

Şımarık çocuk; her gördüğünü istiyor          

Mutluluk ona uzak, istekleri bitmiyor 

Çok isterdim gökten birileri inseler

İçimdeki benin defterini dürseler…”

Günümüz şairlerinden Mehmet Orhan Durdu’ya ait bu şiir aklıma cevapsız sorular getiriyor.

Bütün derdimiz belki de içimizdeki büyümeyen çocuğun arzu ve isteklerine dur diyememek.

İçimizdeki benin hakkından gelememek…

Ebeveyn olup çocuklarımıza hatta onların çocuklarına terbiye, yetinme duygusu ve tevazuyu anlatıyoruz belki ama içimizdeki çocuğun arsızlıklarını şımarıklıklarını kızgınlıklarını küskünlüklerini durduramıyoruz.

Her şeyin güzelini ve çoğunu hak ettiğini düşünen, fazlasını isteyen, aza tamah etmeyen çoğu da bulamayınca arıza çıkaran.

Zehir bu. Elimizdekilerin değerini bilmemek. Elimizdekileri hep başkalarıyla kıyaslamaya kalkmak. Kıyaslamaları hep kendini haksızlığa uğramış gibi yapmak, kurbanı oynamak, karşı tarafın hangi yollardan geçtiğini neler yaşadığını bilmeden tek taraflı yargılamak ve hep kendini üstün ve vazgeçilmez sanmak…

Zehir…

“İçimizde aciz var…Tembellik var…İradesizlik, bilgisizlik ve bunlardan hepsinden daha korkunç bir şey: HAKİKATLERİ görmekten kaçmak itiyadı var. Hiçbir şey üzerinde düşünmeye alışmayan gevşek beyinlerimizi kullanmayarak biçare irademizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyoruz” …bu cümlelerle anlatıyor içimizdeki bu çocuğu Sabahattin Ali.

Zehir…

İçinde susturamadığın o yaramaz çocuk. Nefsin. Kimi zaman şeytan, kimi zaman melek…

Özünde insan…

Ona “sus artık ruhumun ahengini bozdun…” diyebiliyor musun?

Tam da dengedeyken ve her şeyi kabullenmişken ve kendi temposunda bir akıştayken o keskin şeytani duygular BOZUYOR ahengi, dengeni, seni…

Zehir…

İç sesimizi dinliyoruz çünkü bize gerçek yalanlar üretiyor. Duygularımızı besleyen yansıma yalanlar…

İç sesimiz, o minik şımarık zehirliyor bizi, en değerli yönlerimizin dozunu bozuyor.

Fazla düşünüyor oluyoruz.

Fazla umursuyor oluyoruz.

Fazla sorumlu hissediyor oluyoruz.

Fazla duyarlı ya da duyarsız oluyoruz.

Fazla katı yahut fazla duygusal oluyoruz.

Giderek zehirleniyoruz. Bozuluyoruz. Olaylara da insanlara da fazla anlam yüklüyor, dolduruşa geliyor ve kendi aklımızın mantığımızın değerlerimizin yolundan ayrılıp içimizdeki çocuğun baştan çıkarıcılığı ve etrafın verdiği akla tutunuyoruz.

Zehri dozunda kullansak…

Yaşadığımız dünya belki dünyaların en iyisi. Ancak geçici işte. Her şey bir gün bitecek.

Madem ömür bir göz kırpmadan ibaret, o zaman zehrin keyfini dozunda kullanmak, yaşamın tadına zehrin albenisini katarak çıkarmak lazım.

İçinizdeki şımarık çocuğu eğitin…Onun verdiği ilhamı, cesareti, bilgeliği, mucizeyi besleyin. Ama gerektiğinde susturmasını bilin…Kalbiniz, aklınız ve vicdanınız onun yokluğunda size göz kulak olacaktır…