Bir zamanlar, çocukluğumun geçtiği İstanbul Kumburgaz sahilinde, yaşıtlarımla beraber şen kahkahalarımızın arşa değdiği gün ve gecelerde, gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi özgür ve mutlu olduğumu hatırlıyorum. Teknoloji hayatımızda minimum yer kaplıyordu. En büyük teknolojik ayrıcalığımız, radyoda çalınan şarkıları dinleyebilme imkanıydı. Ne telefon vardı ne de bilgisayar ekranlarının parıltısı. Sanki yavaş yavaş ama güvenle ilerleyen bir dünyada yaşardık ve doğa, her sabah yeni bir yaşam alanı sunan bir öğretmen gibiydi. Sokakta oynadığımız oyunlar, kuşların cıvıltılarına uyandığımız ve tertemiz havanın kokusunu içine çektiğimiz sabahlar, çiçeklerle bezenmiş bahçelerde kurduğumuz salıncaklar doğa ile uyumlu yaşantımızın, her biri unutulmaz anlarıdır belleğimde…
Ne acıdır ki bu huzurlu dünyadan, teknoloji denilen devin hızla yükselişiyle çok çabuk uzaklaştık. 21. yüzyıla adım attığımızda, ilk bakışta hayatımızı kolaylaştıran teknolojik gelişmelerin, daha fazla yıkım ve felaketi de beraberinde getirdiğine şahit olduk. Öyle ki insan, teknolojik devimlerle kendini doğadan kopardıkça, doğanın dengesi ile kendi dengesini de bozduğunu anladık. Sanayi devriminin zaferini kutlarken kirlenmiş nehirlerin, çoraklaşan tarlaların ve yok olan ormanların bedelini fark edemedik. Teknoloji ilerledikçe, bu ilerlemenin doğaya olan etkileri de katlanarak arttı. Orman yangınları, buzul erimeleri ve biyolojik çeşitliliğin yok oluşu; kısaca, çıkışı olmayan bir yola girdik.
Çocukluğumun geçtiği 1960-1970’li yıllarda hava daha temizdi. Çocuklar oyun oynamak için daha fazla doğada vakit geçirir, bahçelerde, parklarda, deniz kenarlarında gönlünce koşuştururdu. Peki ya bugün? Dünya Sağlık Örgütü’nün 2020 yılı verilerine göre, dünya genelinde her yıl 7 milyon kişi, hava kirliliği nedeniyle hayatını kaybetmektedir. Bu, yılda bir şehir nüfusunun yok olması anlamına gelir. Bir zamanlar soluduğumuz her temiz nefesin değerini, şimdi daha iyi anlıyoruz.
Son yıllarda, iklim değişikliği, doğa tahribatı ve çevresel felaketler adeta bir zincirleme reaksiyon gibi birbirini takip etti. 2015’te yapılan bir araştırma, Amazon Ormanı'nda bir yılda 2,5 milyon hektar orman kaybı yaşandığını ortaya koymuştu. 2022 yılı itibarıyla ise, bu oran %10 daha arttı. Bir zamanlar dünyanın en büyük tropikal ormanı olan Amazon’da, 2021 yılı itibarıyla günde yaklaşık 1.000 futbol sahası büyüklüğünde bir alan yok oldu. O eski Amazon, dünyanın akciğeri olarak bilinirken, şimdilerde endüstriyel tarım ve yasadışı orman kesimi nedeniyle hızla yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Ormanların yok olmasıyla birlikte, yerel halkın yaşam alanları da tehdit altında. Bu, yalnızca flora ve faunayı etkilemekle kalmayıp, aynı zamanda çevreyi koruyan geleneksel yaşam biçimlerini de yıkıyor.
Bir zamanlar, dünya üzerindeki denizler, göller ve okyanuslar, temizdi ve insanlık onlardan yaşamını sürdürmek için faydalanıyordu. Ancak şimdi, okyanuslara her yıl 8 milyon ton plastik atık karışıyor. 2020'de yapılan bir araştırma, okyanuslarda bulunan her üç balıktan birinin vücudunda plastik bulundurduğunu ortaya koydu. 2019’da Pasifik Okyanusu’ndaki Great Pacific Garbage Patch, dünyanın en büyük plastik yığını haline geldi. Eski günlerde, balık tutarken, denizle kurduğumuz o saf ilişkiyi artık mumla arasanız bulamazsınız. Şimdi, denizler, plastikle dolmuş ve deniz ekosistemi büyük bir tehdit altında.
Günümüzün en büyük tehditlerinden biri de iklim değişikliği. Son 50 yılda dünya ortalama sıcaklıkları yaklaşık 1,2°C artmış durumda. Dünya Meteoroloji Örgütü’ne göre, bu sıcaklık artışı, buzulların hızla erimesine, deniz seviyelerinin yükselmesine ve daha şiddetli iklim olaylarına yol açtı. Kuraklık nedeniyle, 2023 yılında, Amerika Birleşik Devletleri’nin batısındaki orman yangınları, 3 milyon hektardan fazla orman alanını yok etti. Aynı yıl, Endonezya’nın tropikal yağmur ormanları, kuraklık ve orman yangınları nedeniyle büyük tahribata uğradı.
Çin ve Hindistan, hızla sanayileşen, teknoloji odaklı devler olarak küresel ısınma ve hava kirliliğinin başlıca sorumluları arasında. Çin’in 2020’deki hava kirliliği, dünya genelindeki kirliliğin %27’sini oluşturdu. Hindistan’da ise, 2019 yılında 1,6 milyon insan, kirli hava nedeniyle hayatını kaybetti.
Bir zamanlar nostaljik bir şekilde hatırladığımız o doğayla uyumlu ve barışık günlere dönüş mümkün mü? Evet, çünkü teknolojiyi doğru kullanarak çevreyi koruyabiliriz.
Yenilenebilir enerji kaynakları, dünya genelinde hızla artan bir ivme ile çevreye duyarlı bir dönüşüm sürecine giriyor. 2023 yılı itibarıyla, dünya elektrik üretiminin %28'i güneş, rüzgâr ve hidroelektrik gibi yenilenebilir kaynaklardan sağlandı. Almanya, 2010 yılından itibaren başlattığı “Enerji Dönüşümü” projesiyle, kömür ve nükleer enerjiye dayalı sistemlerden, yenilenebilir enerji kaynaklarına geçiş yaptı ve 2022 yılında elektrik ihtiyacının %46’sını bu kaynaklardan karşılamayı başardı. Bu değişim, temiz enerji kullanımını teşvik etmekle kalmadı, aynı zamanda ekonomik büyümeyi de sürdürülebilir hale getirdi.
Elektrikli araçlarla da bu dönüşümün bir parçası olarak, şehirlerdeki hava kirliliğini azaltma noktasında önemli bir adım atıldı. 2023’te, dünya çapında 14 milyon elektrikli araç satıldı ve bu sayının hızla artması bekleniyor. Tesla, Volkswagen gibi dev otomobil markalarının da bu alandaki yatırımları, fosil yakıt tüketiminin önüne geçmek için büyük bir fırsat yaratıyor. Elektrikli araçların yaygınlaşması, sadece enerji verimliliği sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda karbon emisyonlarını önemli ölçüde azaltma potansiyeline sahip.
Bir diğer çözüm önerisi ise, sürdürülebilir tarım yöntemlerinin teşvik edilmesidir. 21. yüzyılda teknolojinin sunduğu imkânlarla, tarımda doğa dostu uygulamalar hayata geçirilebilir. Dikey tarım gibi teknolojiler, şehirlerde bile temiz gıda üretimi yapmayı mümkün kılıyor. Hollanda, dikey tarım teknolojisini geliştiren ülkelerden biri olarak, tarımda su kullanımını %90 oranında azalttı ve yıllık verimliliği artırdı.
Geçmişin, temiz doğa ve ekosistem ile bütünleşen yaşam nostaljisi, sadece kaybolan bir zaman dilimi olarak değil, geleceğe dair umut ışığı olarak da yansıtılmalı. Teknolojiyi, doğayla barıştırarak, eski günlerin huzurunu, mahallelerin yeşil bahçeli sokaklarını, o mis gibi bol oksijenli havayı yeniden yaratmak; çocukluk yıllarımdaki gibi, dünyayı yeşil ve daha yaşanılır hale getirmek, ancak duyarlı bireylerin dayanışma ve örgütlü mücadelesiyle mümkün olacaktır. Yoksa mazi hep bir özge can olarak kalmaya devam edecektir…