Taksim'in akılda kalan iki siyasi kahramanı var.
Biri Ertuğrul Günay…
Öteki Sırrı Süreyya Önder...
Diğerleri fasa/fiso…
Eski Bakan Günay, başta sosyal medya olmak üzere bulabildiği her kanaldan Taksim'deki direnişe omuz verdi. TBMM'de 326 sandalyeyi işgal eden AKP, Günay dışında AVM partisi gibiydi.
Erdoğan'ın mutlak otoritesi önünde hepsinin boynu kıldan da inceldi.
Koca koca bakanların, haşmetli vekillerin boyunları ipinceydi.
Taksim'deki ağaçları kesip yerine AVM yapmakta kararlı olan iradenin tazyikli suyla, tüpler dolusu, tonlarca biber gazıyla dağıttığı kalabalığa her geçen dakika yenileri eklendi.
İlk kez ülkücülerle solcular aynı TOMA'yı durdurmaya çalıştı.
Belki de ilk kez bir BDP'li (Sırrı Süreyya) MHP'lilerce ayakta alkışlandı.
Kepçelerin önündeki yürekli duruşu yeterliydi bunun için…
Ama Taksim'e salça olup üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar hemen fark edildi.
Ama fark edilen başka bir şey daha vardı. O da AKP'nin oy tabanının da mutlak şiddette karşı ayağa kalktığıydı. Muhafazakar basından onlarca kalem günlerdir Erdoğan'ı ve AKP yöneticilerine 'El-insaf' çağrısı yapıyor.
Ama pek çoğu kayıp… Güvendiğimiz dağlara yine kar yağdırdılar.
Sahi Abdullah Gül neredeydi günlerdir?
Hani şu T.C Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan… Son dönemde 'öteki yüzde 50'ye göz kırpan ve de Reyhanlı'ya patlamadan 7 gün sonra ama Erdoğan'dan 7 gün önce giden…'
Hani 29 Ekim'de Atasına yürümek isteyen kalabalığın önündeki barikatı kaldıran…
Sık sık azınlık haklarına vurgu yapan, demokrasi nutku atan…
Twitter'a baktım. 9 Mayıs'tan beri ağzını bıçak açmamış haşmetmeaplarının…
Mutlak Erdoğan iradesine karşı ülkenin 1 no'lu koltuğunda oturan biri gibi davranamadı. Temsili bir kral kadar ezikti bu kez. İstanbul Valisi'ne talimat veremedi bari tek bir Tweet atsa kafiydi aslında. Maalesef onu da yapmadı.
Dün ilk kez çok yoğun bir kuşatmışlık duygusu yaşadım. İşgal altında gibiydim. Nefesim daraldı, oksijensiz kaldı bedenim, ruhum…
Ve Taksim'de insanlarımıza acımasızca müdahale eden Türk polisinden utandım.
Ya onlar bizim polisimiz değildi ya müdahale ettiği insanlar...
Sanki silahlı düşmanla vuruşuyorlardı. Savaşın bile kuralları vardı oysaki.
İnsanlara yakından baktım.
Silahsızlardı. Ama Avatarlar kadar kararlıydılar. Ve de Conkbayırı'ndaki kadar gözü kara…
Her renkten, düşünceden insanımız mutlak otoriteye, AVM lobisinin yönettiği siyasi iradeye karşı ayaklanmış, 'ileri' demokrasiyle yönetildiği savunulan ülkelerinde sıradan bir demokrasi dersi vermeye kalkışmışlardı. Dedik ya her renkten insan diye…
Fetih1453'ün başrol oyuncusundan, Saraybosna katliamı sırasında İgman Dağı'ndaki tünellerden kente girip direnişçilerin yanında savaşan dünyaca ünlü ressamımız Mehmet Güleryüz'e kadar…
Öyle ki Cem Yılmaz'a bile politik bir espri yaptırdı Taksim zulmü… Meslek hayatında ilk kez oldu bu.
Yumuşak da olsa AKP Milletvekili Hakan Şükür bile topa girdi. Ertuğrul Günay kadar sert vuramasa da…
*
Ve dedik ya Türk polisinden utandım diye. 1 Mayıs'ta Taksim ve 29-30 Mayıs'ta Taksim Gezi Parkı…
Tabi ki hafızalardan silinmeyen 29 Ekim Ankara Ulus…
Emir kuluydular, falandılar, filandılar…
TOMA'ların yerine tankları koyarsanız İstanbul'daki manzaranın Gazze'den Batı Şeria'dan farksız olduğunu görürsünüz. Ve Erdoğan'a 'One Minute' dersiniz.
Diyeceksiniz ki Türk polisini İsrail askeriyle bir mi tutuyorsun?
Evet, onlar Türk milletine Filistinli muamelesi yaptığı müddetçe…
İntifada demek düşüyor bana da…
Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe hitabesindeki o satırlar geldi bir an aklıma…
Gaflet, dalalet hatta hıyanet/ihanet uyarısı yapan satırlar.
**
Sahi memlekette yer yerinden oynarken bizim Salı kuşları neredeydi dersiniz?
Salı kuşundan kasıt Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli… Namı diğer yavru ve ana muhalefet. Tabi ki muhalefet etmeyi sadece Salı günleri grup toplantısında konuşmak zannettiklerinden Taksim'e yolları düşmemiş olabilir. Ama akılda kalıcı bir demeçleri de olmadı mübareklerin… Sigortası oldukları Erdoğan'a zarar vermeyi düşünmüş olmasınlar sakın…
Neme lazım Erdoğan koltuğunu kaybeder de iktidara geliriz diye korkmuş olabilirler. İktidar bu, kolay değil… Çözüm süreci var, BOB'u var, işsizi var, işçisi var, evsizi var. Fırat'ın kenarında kaybolan bir keçiden bile sorumlu olacaklar. Kim uğraşacak bu kadar işle, güçle?!
Salıdan salıya konuş… Televizyona, gazeteye çık. Cakanı sat, erkenden evine gidip yat.
CHP'de Gürsel Tekin'den başka biber gazı yiyecek adam mı yok? Kılıçdaroğlu'na dokunuyor mu yoksa? Oysaki toplumsal muhalefete önderlik etme şansı vardı İstanbul'da. O ne yaptı? Belediye başkanlarının fuarını açıp aday adaylarının vıcık vıcık yalakalığıyla egosunu şişirip Taksim'e uğramadan terk etti kenti. Aferin… Aynen devam...
Erdoğan boşuna demiyor, 'Siz orada oldukça ben buradayım' diye…
Ya da Erdoğan boşuna coplattırmıyor, gazlattırmıyor Taksim'de, Ulus'ta, Silivri'de halkını…
Bu muhalefet oldukça bırakın biber gazını, Hitler gibi gaz odalarına attırsa fark etmez.
Nasılsa dağ gibi muhalefet var arkasında!
İzmir'e gelelim… Öngördüğümüz gibi oldu her şey.
Dün 'İstanbul'u dinliyorum…' başlıklı yazımda altını çizmiştim.
'Size gelen bize geliyor, size sıkılan gaz bizim de gözlerimizi yakıyor, yüzümüzü kızartıyor' diye…
İşte o gaz dün akşam saatlerinde İzmir'in sokaklarına ulaştı. Sabaha kadar sürdü Gezi Savaşı… İstanbul'daki meslektaşları kadar sabırsız/acımasız olmayan İzmir polisini kutluyorum. Saatlerce müdahale etmediler. İstanbul'da her renkten insanın omuz attığı şehir dayanışması, demokrasi kültürü belki de en yüksek kent olan İzmir'e sıçramasa da olmazdı zaten.
Öğrendiğimiz kadarıyla yargı Gezi Parkı meselesini çözdü.
Belki doğa katliamı engellendi şimdilik. Ama dünyanın gözü önünde demokrasimiz bir kez daha katledildi. Türkiye, 3-5 ağacı korumak için bile iktidara karşı gelinemeyecek, masum bir eylem bile yapılamayacak bir ülke haline geldi ne yazık ki…
Sayın Başbakan'a sesleniyorum…
Üçüncü dönem iktidarını yaşayan, dördüncüsüne koşan Erdoğan'a değil…
Gençliğinde sokaklara yazı yazan, sendikal mücadelede grev sözcülüğü yapan, 28 Şubat'ta zulme uğrayan Erdoğan'a… One minute Sayın Erdoğan, one minute!
Bu kadar böbürlenme padişahım. Senden büyük Allah var!
Biri Ertuğrul Günay…
Öteki Sırrı Süreyya Önder...
Diğerleri fasa/fiso…
Eski Bakan Günay, başta sosyal medya olmak üzere bulabildiği her kanaldan Taksim'deki direnişe omuz verdi. TBMM'de 326 sandalyeyi işgal eden AKP, Günay dışında AVM partisi gibiydi.
Erdoğan'ın mutlak otoritesi önünde hepsinin boynu kıldan da inceldi.
Koca koca bakanların, haşmetli vekillerin boyunları ipinceydi.
Taksim'deki ağaçları kesip yerine AVM yapmakta kararlı olan iradenin tazyikli suyla, tüpler dolusu, tonlarca biber gazıyla dağıttığı kalabalığa her geçen dakika yenileri eklendi.
İlk kez ülkücülerle solcular aynı TOMA'yı durdurmaya çalıştı.
Belki de ilk kez bir BDP'li (Sırrı Süreyya) MHP'lilerce ayakta alkışlandı.
Kepçelerin önündeki yürekli duruşu yeterliydi bunun için…
Ama Taksim'e salça olup üzerinden siyaset yapmaya çalışanlar hemen fark edildi.
Ama fark edilen başka bir şey daha vardı. O da AKP'nin oy tabanının da mutlak şiddette karşı ayağa kalktığıydı. Muhafazakar basından onlarca kalem günlerdir Erdoğan'ı ve AKP yöneticilerine 'El-insaf' çağrısı yapıyor.
Ama pek çoğu kayıp… Güvendiğimiz dağlara yine kar yağdırdılar.
Sahi Abdullah Gül neredeydi günlerdir?
Hani şu T.C Cumhurbaşkanı sıfatı taşıyan… Son dönemde 'öteki yüzde 50'ye göz kırpan ve de Reyhanlı'ya patlamadan 7 gün sonra ama Erdoğan'dan 7 gün önce giden…'
Hani 29 Ekim'de Atasına yürümek isteyen kalabalığın önündeki barikatı kaldıran…
Sık sık azınlık haklarına vurgu yapan, demokrasi nutku atan…
Twitter'a baktım. 9 Mayıs'tan beri ağzını bıçak açmamış haşmetmeaplarının…
Mutlak Erdoğan iradesine karşı ülkenin 1 no'lu koltuğunda oturan biri gibi davranamadı. Temsili bir kral kadar ezikti bu kez. İstanbul Valisi'ne talimat veremedi bari tek bir Tweet atsa kafiydi aslında. Maalesef onu da yapmadı.
Dün ilk kez çok yoğun bir kuşatmışlık duygusu yaşadım. İşgal altında gibiydim. Nefesim daraldı, oksijensiz kaldı bedenim, ruhum…
Ve Taksim'de insanlarımıza acımasızca müdahale eden Türk polisinden utandım.
Ya onlar bizim polisimiz değildi ya müdahale ettiği insanlar...
Sanki silahlı düşmanla vuruşuyorlardı. Savaşın bile kuralları vardı oysaki.
İnsanlara yakından baktım.
Silahsızlardı. Ama Avatarlar kadar kararlıydılar. Ve de Conkbayırı'ndaki kadar gözü kara…
Her renkten, düşünceden insanımız mutlak otoriteye, AVM lobisinin yönettiği siyasi iradeye karşı ayaklanmış, 'ileri' demokrasiyle yönetildiği savunulan ülkelerinde sıradan bir demokrasi dersi vermeye kalkışmışlardı. Dedik ya her renkten insan diye…
Fetih1453'ün başrol oyuncusundan, Saraybosna katliamı sırasında İgman Dağı'ndaki tünellerden kente girip direnişçilerin yanında savaşan dünyaca ünlü ressamımız Mehmet Güleryüz'e kadar…
Öyle ki Cem Yılmaz'a bile politik bir espri yaptırdı Taksim zulmü… Meslek hayatında ilk kez oldu bu.
Yumuşak da olsa AKP Milletvekili Hakan Şükür bile topa girdi. Ertuğrul Günay kadar sert vuramasa da…
*
Ve dedik ya Türk polisinden utandım diye. 1 Mayıs'ta Taksim ve 29-30 Mayıs'ta Taksim Gezi Parkı…
Tabi ki hafızalardan silinmeyen 29 Ekim Ankara Ulus…
Emir kuluydular, falandılar, filandılar…
TOMA'ların yerine tankları koyarsanız İstanbul'daki manzaranın Gazze'den Batı Şeria'dan farksız olduğunu görürsünüz. Ve Erdoğan'a 'One Minute' dersiniz.
Diyeceksiniz ki Türk polisini İsrail askeriyle bir mi tutuyorsun?
Evet, onlar Türk milletine Filistinli muamelesi yaptığı müddetçe…
İntifada demek düşüyor bana da…
Mustafa Kemal Atatürk'ün Gençliğe hitabesindeki o satırlar geldi bir an aklıma…
Gaflet, dalalet hatta hıyanet/ihanet uyarısı yapan satırlar.
**
Sahi memlekette yer yerinden oynarken bizim Salı kuşları neredeydi dersiniz?
Salı kuşundan kasıt Kemal Kılıçdaroğlu ile Devlet Bahçeli… Namı diğer yavru ve ana muhalefet. Tabi ki muhalefet etmeyi sadece Salı günleri grup toplantısında konuşmak zannettiklerinden Taksim'e yolları düşmemiş olabilir. Ama akılda kalıcı bir demeçleri de olmadı mübareklerin… Sigortası oldukları Erdoğan'a zarar vermeyi düşünmüş olmasınlar sakın…
Neme lazım Erdoğan koltuğunu kaybeder de iktidara geliriz diye korkmuş olabilirler. İktidar bu, kolay değil… Çözüm süreci var, BOB'u var, işsizi var, işçisi var, evsizi var. Fırat'ın kenarında kaybolan bir keçiden bile sorumlu olacaklar. Kim uğraşacak bu kadar işle, güçle?!
Salıdan salıya konuş… Televizyona, gazeteye çık. Cakanı sat, erkenden evine gidip yat.
CHP'de Gürsel Tekin'den başka biber gazı yiyecek adam mı yok? Kılıçdaroğlu'na dokunuyor mu yoksa? Oysaki toplumsal muhalefete önderlik etme şansı vardı İstanbul'da. O ne yaptı? Belediye başkanlarının fuarını açıp aday adaylarının vıcık vıcık yalakalığıyla egosunu şişirip Taksim'e uğramadan terk etti kenti. Aferin… Aynen devam...
Erdoğan boşuna demiyor, 'Siz orada oldukça ben buradayım' diye…
Ya da Erdoğan boşuna coplattırmıyor, gazlattırmıyor Taksim'de, Ulus'ta, Silivri'de halkını…
Bu muhalefet oldukça bırakın biber gazını, Hitler gibi gaz odalarına attırsa fark etmez.
Nasılsa dağ gibi muhalefet var arkasında!
İzmir'e gelelim… Öngördüğümüz gibi oldu her şey.
Dün 'İstanbul'u dinliyorum…' başlıklı yazımda altını çizmiştim.
'Size gelen bize geliyor, size sıkılan gaz bizim de gözlerimizi yakıyor, yüzümüzü kızartıyor' diye…
İşte o gaz dün akşam saatlerinde İzmir'in sokaklarına ulaştı. Sabaha kadar sürdü Gezi Savaşı… İstanbul'daki meslektaşları kadar sabırsız/acımasız olmayan İzmir polisini kutluyorum. Saatlerce müdahale etmediler. İstanbul'da her renkten insanın omuz attığı şehir dayanışması, demokrasi kültürü belki de en yüksek kent olan İzmir'e sıçramasa da olmazdı zaten.
Öğrendiğimiz kadarıyla yargı Gezi Parkı meselesini çözdü.
Belki doğa katliamı engellendi şimdilik. Ama dünyanın gözü önünde demokrasimiz bir kez daha katledildi. Türkiye, 3-5 ağacı korumak için bile iktidara karşı gelinemeyecek, masum bir eylem bile yapılamayacak bir ülke haline geldi ne yazık ki…
Sayın Başbakan'a sesleniyorum…
Üçüncü dönem iktidarını yaşayan, dördüncüsüne koşan Erdoğan'a değil…
Gençliğinde sokaklara yazı yazan, sendikal mücadelede grev sözcülüğü yapan, 28 Şubat'ta zulme uğrayan Erdoğan'a… One minute Sayın Erdoğan, one minute!
Bu kadar böbürlenme padişahım. Senden büyük Allah var!