Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı’nın Kurucusu rahmetli Necdet Doğanata tarafından temelleri atılan ve günümüzde butik bir üniversiteden 3 bin 500’e yakın öğrencisi olan bir kuruma dönüşen İzmir Üniversitesi (İÜ), kaliteli eğitim anlayışı ile rekabette bir adım öne geçmek istiyor. Bu eğitim öğretim yılı başında, Tıp Fakültesi’ne öğrenci almaya başladıklarını belirten İzmir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Kayhan Erciyeş, İÜ’nün gelecek vizyonunu, plan ve projelerini Egedesonsöz okurlarına anlattı.
Kutay GÜROCAK/EGEDESONSÖZ - Kısa süre önce hayatını kaybeden İzmir'in hayırsever işadamı Necdet Doğanata tarafından temelleri atılan ve 2008 yılında öğrenci almaya başlayan İzmir Üniversitesi (İÜ), kaliteli eğitim anlayışı ile rekabette bir adım öne geçmeyi hedefliyor. Doğanata Eğitim ve Kültür Vakfı'nın da kurucusu olan Doğanata'nın İzmir'in yüksek öğretimdeki vizyonuna artı değer katmak amacıyla kurduğu İzmir Üniversitesi, butik bir üniversiteden yaklaşık 3 bin 500 öğrencisi bulunan bir kurum olarak eğitim veriyor.
Bu eğitim öğretim yılı başında, Tıp Fakültesi'ne de öğrenci almaya başlayan İzmir Üniversitesi'nin geleceğe ilişkin plan ve projelerini anlatan İÜ Rektörü Prof. Dr. Kayhan Erciyeş, yüksek öğretimdeki rekabetten meslek tercihlerine kadar birçok konudaki fikrini Egedesonsöz okuyucularıyla paylaştı.
Uzun yıllar yurtdışında eğitim gören ve sonrasında akademisyen olarak bilim dünyasına adım atan Erciyeş, yurtdışı tecrübesini özel sektör deneyimi ile birleştirerek birçok devlet üniversitesinde verilemeyen 'damıtılmış' bilgiyi öğrencilerine aktarıyor.
Dilerseniz görüşmemize, bu eğitim öğretim yılı başında öğrenci almaya başladığınız Tıp Fakültesi ile başlayalım. Zor ve fazla mesai gerektiren bu bölümden kısaca bahsedebilir misiniz?
Öncelikle bağlı olduğumuz misyonumuzu kısaca özetleyeyim; İzmir Üniversitesi, orta büyüklükteki yapısıyla kaliteli eğitim vermeyi kendisine ilke edinmiş bir kurum. Bunu yaparken de, yavaş ve emin adımlarla ilerliyor. Dolayısıyla attığımız sağlam adımlardan birisi de, bu yıl öğrenci almaya başladığımız Tıp Fakültesi oldu. Karşıyaka'daki Medical Park İzmir, kentimizde yatırım yapmak için yola çıkmıştı. Amaçları, İzmir'deki yoğun bakım ünitesindeki yatak sayısını artıracak bir proje yapmaktı. Çünkü bu alanda kentin ciddi sıkıntıları bulunuyordu. Daha sonra projeye bizi de dahil etmek istediler. Biz de bunu memnuniyetle kabul ettik ve işbirliği yaparak Tıp Fakültemizi hayata geçirmiş olduk. Aslında böyle bir projeyi hayata geçirmek oldukça zordu. Lakin, hem zaman alan hem de altyapı olarak oldukça zor bir bölümdü. Fakat üstesinden geldik. Şu anda, alanında uzman 80 öğretim üyemiz bulunuyor. Öğrenci sayımız ise yabancılarla birlikte 65 civarında. Bölümümüze gelen öğrencilerin puanı açısından, vakıf üniversiteleri arasında dördüncü sırada yer aldık. Bu ciddi bir başarıdır.
Temel disiplinler arasında sanıyorum birkaç bölüm kaldı üniversitenizde açılmayan. Bir de vakıf üniversitelerinin öğrenci seçimiyle ilgili koyduğu hedef nedir? Bunun özel bir kriteri var mı?
Üniversitemiz, beşinci eğitim öğretim yılına 3 bin 500'e yakın öğrencisi ile başladı. Toplam altı fakülte, üç yüksekokul ve iki enstitüde, 260 akademik personelimiz ile eğitim veriyoruz. Aslında butik olarak başlamıştık ama geldiğimiz nokta Türkiye standartlarında orta boy bir üniversite haline geldik. Bir tek İletişim Fakültesi kaldı açmadığımız. Önümüzdeki dönemde onu da açabiliriz. Bir de Güzel Sanatlar Fakültemiz var ancak henüz bölüm açmış değiliz. Tıp Fakültesi, bizim hem vaktimizi hem de enerjimizi aldı. Gelelim sorunuzun ikinci kısmına: Vakıf üniversitelerinin öğrenci seçimi ya da sayısı, biraz da koyduğunuz hedefle ilgili. Yani, 'Daha seçkin eğitim verelim' diyorsanız biraz daha emin adımlarla gitmeniz gerekiyor. Fakat bazı vakıf üniversiteleri, 'kitle eğitimi'ni ön plana çıkartıyor. Bu da yanlış bir şey değil. Lakin İstanbul'da bu şekilde eğitim veren birçok üniversite var. Hatta bazılarının meslek yüksek okullarında 5 bin öğrencisi bulunuyor. Çünkü o vakıf üniversitesinin hedefi, iki yıllık öğrenci yetiştirmek. Eğer 'Türkiye'nin ara elemanını yetiştireceğim' diyorsanız, bu da bir amaçtır. Dolayısıyla yanlış değildir. Kendi adımıza söyleyeyim, biz yolumuzda emin adımlarla ilerliyoruz.
Özellikle bölge sanayicisinin en büyük sıkıntısı biraz önce bahsettiğiniz 'ara elaman' eksikliği ve yetersizliği etrafında yoğunlaşıyor. İzmir özelinde bunu biraz değerlendirebilir misiniz?
Burada dikkat çekmek istediğim nokta bölgesel özelliklerin varlığıdır. Yani, biz de üniversite bünyesinde Meslek Yüksek Okulu (MYO) kurduk. Fakat, İzmir'de o kadar da talep görmedi. Çünkü bölgeye göre değişen özellikler bulunuyor. Mesela İstanbul'daki bu okullar, İzmir'e göre daha fazla talep görüyor. Çok ilginç bir durum. Belki bu sınıf yapılanmasıyla ilgili bir şey de olabilir. Kendimizden bir örnek vereyim: Elektronik ve haberleşme MYO'na çok zor öğrenci bulduk. Hatta son iki yıldır öğrenci almıyoruz çünkü öğrenci gelmiyor. Halbuki bölümümüz çok iyi. Üniversitemizde Sürekli Eğitim Merkezimiz de var. Burası, üniversitenin verdiği yüksek lisans eğitimlerinden farklı olarak, halka da hizmet veriyor. İstanbul'da açtığımız merkezimiz daha farklı bir kitleye hitap ediyor, buradaki daha farklı… İstanbul'a 45-50 yaşındaki insanların gelip bir şeyler öğrenmek isterken; İzmir'e gelenlerin neredeyse hepsi gençlerden oluşuyor. Yani eğitimin şekillenmesinde bölgesel farklılıklar da etkili oluyor. Belki İzmir biraz daha orta sınıf kaçıyor.
Söylediklerinizden yola çıkarak, orta sınıf gelir grubundaki insanların da rahatlıkla eğitim alacağı olanaklar sunuyorsunuz. Yani genel olarak, öğrencileriniz orta gelir grubundaki aile çocukları mı?
Ana fikri söyleyeyim: Üniversiteler aynı zamanda kendi bölgelerine de hitap etmeli. İzmir Türkiye geneline bakarsak, orta sınıf ailelerin bulunduğu bir kenttir. Dolayısıyla onlar da çocuklarının daha donanımlı olmasını istiyorlar. Bir de İzmir dışarıya öğrenci gönderen bir şehir. Çünkü çok iyi okulları ve başarılı öğrencileri bulunuyor. Bunların birçoğu iyi üniversitelere gidiyor. Dolayısıyla kentimiz, İzmir Üniversitesi gibi sağlam bir kuruma ihtiyaç duyuyor. Bu aynı zamanda bizim hareket noktamız. Çünkü öğrencilerimiz, genellikle orta sınıf aile çocuklarından oluşuyor. Hareket noktamızı belirlerken, bazı temel hesaplamalar yaptık. Şöyle ki; ortalama bir aile çocuğu için eğitimine ne kadar harcayabilir? Diyelim ki, çocuğunuz İstanbul'da bir devlet okulunu kazandı. Bu öğrenciye siz, bin TL'den aşağı para göndermeniz mümkün değil. Kirası, okul giderleri, ulaşımı vb… Kaba bir hesapla yılda 12 bin TL eder. Demek ki, uygun rakamlarla kaliteli bir eğitim verirseniz, bu iyi öğrenci İzmir'de tutabilirsiniz. Üstelik aynı öğrenci ailesinin yanında kalır. Bu rakam da orta sınıf bir aile için az bir para değil ama çok da değil...
Sanıyorum bu noktada öğrencileri desteklemek ve onları teşvik etmek amacıyla burslar da sunuyorsunuz. Bundan da bahsedebilir misiniz?
Biz yukarda anlattığım yaklaşıma ek olarak, öğrencilerimize burs imkanı da sunuyoruz. Yani bazı bölümlerimize sadece burslu alıyoruz. Mesela bilgisayar mühendisliğini kazanan bir öğrencimize yüzde 50'ye kadar burs verebiliyoruz. Diyelim ki, bu bölümün yıllık ücreti 14 bin TL. Biz bunun 7 bin TL'sini burs olarak veriyoruz. Dolayısıyla 'orta direk' dediğimiz ailelere uygun bir burs programımız var. Doğru hesap yaptığımız için de yüksek doluluk oranlarına ulaştık.
Vakıf üniversitelerinin burslarıyla ilgili vatandaşın zihninde hala tereddütler bulunuyor. Siz doğru bir hesap yaptığınızı söylüyorsunuz fakat bursun bir de kesilme riski bulunuyor. Bunu öğrenci lehine nasıl dengeliyorsunuz?
Bizdeki sistem şöyle işliyor: Eğer belirtilen dönem ortalamasını yakalayamazsanız, bursunuz kesiliyor. Bazı üniversiteler bursu ne olursa olsun kesmiyor. Ancak bu doğru bir yaklaşım değil. Öğrenci iyi bir notla üniversiteye giriyor fakat dönem ortalaması 4 üzerinden 2 seviyesinde gidiyor. Taktir edersiniz ki, bu çok iyi bir not değil. Dolayısıyla biz, uyarı olarak bu bursu kesiyoruz. Sonraki dönem öğrenci bu uyarıyı dikkate alıp çalışır ve notunu yükseltirse bursunu tekrar vermeye başlıyoruz. Bu konuda ne çok sert ne de çok rahat davranıyoruz. Orta yolu bulduk diyebilirim.
İzmir'de hem kamu hem de vakıf üniversiteleri bulunuyor. Türkiye genelinde de sayı sürekli artıyor. Bu duruma bakışınız nedir?
Sayının artması çok güzel bir gelişme bence. Genelde herkes ABD ile bir kıyaslama yapar. Ben de öyle yaparak söyleyeyim: Bu ülkede tahmin ediyorum 10 bin civarında yüksek öğretim kurumu bulunuyor. Türkiye'de ise bu rakam 172. Nüfusa oranladığınız zaman, demek ki hiç bir şey değil. Buradaki gerçek şu: işini doğru düzgün yapan, kaliteli eğitim veren kurumlar tutar; yapamayanlar tutamaz. Her üniversitenin kendini göstermesi gerekiyor. Yapılanları insanlar zaten takdir edecektir. Ben reklam verirken arkadaşlarıma diyorum ki; 'Reklam üzerine yoğunlaşmayalım; bizim reklamımız zaten öğrencidir. Kişi, buradan memnun kalırsa bir şekilde bunu arkadaşlarıyla paylaşır.'
Siz yurtdışında uzun yıllar hem eğitim alan hem de eğitim veren bir bilim insanısınız. Aynı zamanda alanınızla ilgili özel sektör deneyiminizde bulunuyor. Kısaca bundan bahsedebilir misiniz?
Bornova Anadolu Lisesi orta kısmından sonra, Ankara Fen Lisesi'ni bitirdim. Daha sonra ODTÜ'yü kazandım ancak Türkiye'nin karışık yılları olduğu için İngiltere'ye gitmeye karar verdim. PTT'den burs alarak İngiltere'de Manchester Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Enstitüsü Elektrik ve Elektronik Mühendisliği'nden lisans eğitimi aldım. ODTÜ'yü kazanmıştım ancak o yıllar Türkiye, Salford Üniversitesi Elektronik Kontrol Mühendisliği'nden yüksek lisans derecelerini aldı. Türkiye'ye döndüğüm zaman mikro işlemciler üzerine çalıştım. Hatta Türkiye'deki ilk ticari modemi de ben yaptım. Bir dönem Alcatel'de çalıştım. Bu dönemde Portekiz ve Almanya gibi ülkelerde bulundum. ABD'de üç üniversitede çalıştım. Yurtdışında uzun yıllar süren bu maceram, 2004 yılında ülkeme dönmemle son buldu. Tabi aradan geçen bunca yıldan sonra, edindiğim tecrübe ve aldığım eğitimi Türkiye'deki derslerimde öğrencilerimle paylaşmaya çalıştım. TÜBİTAK'dan ödül de aldım, danışmanlık da yaptım. Ben hem Avrupa hem de ABD'nin farklı yönlerini görme şansını yakaladım. Orada gördüğüm doğruları burada gerçekleştirmek için çalışıyorum.
Yurtdışındaki edinimlerinizi göz önüne alarak, Türkiye'deki yüksek öğretimin durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce eğitimde sorun yaşıyor muyuz?
Aslında bu konuda tek bir sebep göstermek çok zor. Birincisi öğrencide sıkıntı var. Piyasa yazılım mühendisi arıyor ama burada açtığınız bölümü bir türlü dolduramıyorsunuz. Biz eskiden garantili meslekleri seçerdik, şimdi öğrenciler prestijli mesleklere döndü. İşin diğer boyutu da akademide. Yani akademisyenlerin de çok iyi olması gerekiyor. Özellikle mühendisliklerin, sektör deneyiminin olması lazım. Dünyayı görmek; işin nasıl yapıldığını bilmek; bambaşka bir şeydir. Kısaca devlet politikalarının düzgün olması, ailelerin etiket düşkünü olmaması ve akademisyenlerin de kendilerini geliştirmesi gerekiyor. Temel başlıklar bunlar.
Aslında bu konuda tek bir sebep göstermek çok zor. Birincisi öğrencide sıkıntı var. Piyasa yazılım mühendisi arıyor ama burada açtığınız bölümü bir türlü dolduramıyorsunuz. Biz eskiden garantili meslekleri seçerdik, şimdi öğrenciler prestijli mesleklere döndü. İşin diğer boyutu da akademide. Yani akademisyenlerin de çok iyi olması gerekiyor. Özellikle mühendisliklerin, sektör deneyiminin olması lazım. Dünyayı görmek; işin nasıl yapıldığını bilmek; bambaşka bir şeydir. Kısaca devlet politikalarının düzgün olması, ailelerin etiket düşkünü olmaması ve akademisyenlerin de kendilerini geliştirmesi gerekiyor. Temel başlıklar bunlar.