Başkan Kocaoğlu ile 'iftardan sahura' sohbetimizi kaleme aldığım ilk bölüme gelen tepkilerle başlamayalım bugün.
Onca detaya rağmen kimseyi memnun etmeyi başaramadığım ortada.
Özellikle de isyan cephesini…
'Bu yazıyı yazarken zorlanmışsın diyen mi ararsınız buz dağının üstünü göstermişsin hatta hiçbir şey yazmamışsın' diyen mi…
Tabi ki bu bir röportaj değil sohbetti.
Bir nevi beyin jimnastiği… Ortak akıl toplantısı…
Bu kentte yaşayan, kenti önemseyen bir gazeteci, iddialı bir internet gazetesinin yöneticisi olarak Başkan Kocaoğlu'nun 'birlikte yönetim' ilkesinden hareketle beklentisi de buydu.
Başkanlar krizini 'birlikte yönetim' ilkesindeki eksikliğe bağlayan benim için Kocaoğlu'nun 'ortak akıl' arayışı doğrusu 'geç kalınmış' ama atılması gerekli bir adımdan başkaca bir şey değildi.
Herkes 'adaylık meselesine' yönelik daha açık bir yorum bekliyor benden. Ben ise Kocaoğlu'nun yoğurt yiyişine yönelik örneklerle bu yanıtı dolaylı yoldan verme eğilimindeyim.
Başkan Kocaoğlu özel hayatında net bir adam.
Bu netlik siyasi yaşamına da ister istemez yansıyor. Net adamlar 'omurgalı' bir duruş sergiler. Siyasette 'omurgalı durmak' her ne kadar zor ise de Kocaoğlu en azından ­kendi yöntemleriyle bunun üstesinden gelmeye çalışıyor.
Herkesin bildiği, pek çok kişinin konuşup yazdığı bir örneği bizzat kendi ağzından tekrarlıyor…
'Mecliste daha rahat hareket etmek için ANAP'lı 3 başkanı CHP'ye kazandırmak istedim. Tabi ki bir sonraki seçimde 'adaylık garantisi' vererek… Tokat'ta görüştüğüm Baykal, 'alabiliyorsan al' dedi.
Urla konusunda Bülent Baratalı'nın zorluk çıkarabileceğini söyleyince de 'Bülent'i bana bırak, sen alabiliyorsan al' diye vurguladı.
Ve 3 başkana 'Alaattin Çapuk (Bayındır), Selçuk Karaosmanoğlu (Urla) ve Hamit Nişancı (Seferihisar) teklif götürdüm. Nişancı kendini ağırdan satınca Genel Başkan'dan aldığım yetkiyle diğer ikisine rozetleri taktık. Ve verilen sözün tutulma zamanı geldi. Benim Büyükşehir adayı olacağım açıklanmış. İlçeler değerlendiriliyordu. Urla'ya gelince 'ık mık edildiğini' duydum. Hemen telefona sarılıp Baykal'ı aradım. Evinden… 'Siz verdiğiniz sözden dönebilirsiniz. Ama ben dönmeyeceğim. 10 dakikanız var. Urla'da başka bir aday olursa kendinize yeni bir Büyükşehir adayı bulursunuz. 10 dakika içinde bana bilgi verilmezse canlı yayına çıkıp açıklama yapacağım' (Adaylıktan istifa için tabi ki)
Burada parantez açıp Selçuk Karaosmanoğlu ile arasında geçen bir konuşmayı aktarıyor.
-Abi tamam, iyi söylüyorsun da Bülent Bey bu işi bozar!
-Genel başkan söz verdi. Ama şu kadarını söyleyeyim. Ben Büyükşehir adayıysam sen de Urla adayısın. Ha ben Büyükşehir adayı değilsem o zaman her türlü sonuca kendini hazırlarsın.
Kocaoğlu'nun restiyle 10 dakikalık geri sayım başlar. Başkan da bu arada aracına binmiş bir televizyon kanalına doğru harekete geçmiştir.
10 dakika dolmadan beklediği telefon gelir… Ve direksiyon çevrilerek yeniden Büyükşehir'e kırılır.
Esnaflıkta bir söz vardır. Bazı insanlardan söz edilirken 'sözü senet' denir. İşte Başkan Kocaoğlu, esnaflıktan kazandığı bu sıfatını kaybetmediğini Urla sürecinde ispat eder.
Bu detayı neden anlattı dersiniz.
Hiç alakasız bir konudan buraya gelindi.
Genel merkezlerle hatta genel başkanlarla mesafeli duruşundan söz ediyordu. 5 yıl birlikte çalıştığı Baykal'ı bile en çok 5 kez aradığını aynı durumun Kılıçdaroğlu döneminde de devam ettiğini dile getiriyordu.
(Birinde hapisten çıkan Alaçatı Belediye Başkanı Muhittin Dalgıç'ın CHP'nin adayına dönüştürmek, öbüründe Urla Belediye Başkanına verilen sözü hatırlatmak diğerlerinde de benzer, olağanüstü süreçlerde.
Sohbetin bu bölümüne 'Siyaset yalnız yapılır' diye giriyordu söze hatta.
Siyaset yalnız yapılır ve ben de siyaseti yalnız yapıyorum. Ekipçiliğe, klikçiliğe karşıyım. Ekip dediğin 'doğruların savunulmasında olur' diyen Başkan, 'Kendi ekibi olarak tanımlanan isimlerle de bu durumu tartıştığını, onların desteğini sadece doğrular söz konusu olduğunda istediğini söylüyor.
Ben yanlış yapıyorsam herkes beni eleştirsin.
Alaattin Bey (Yüksel) diyorum lafa girerek…
O da siyaseti yalnız yapıyor/yapacak anlamına gelen bir şeyler söylüyor.
Şaşırıyorum/ruz.
Net duruşunu gerektiğinde koltuğunu/makamını ortaya koyarak gösterdiğini anlatmaya çalışan Kocaoğlu, yanlış yapan bürokratların (Ersu Hızır, Ferda Eser gibi) gözünün yaşına bakmadığının altını çizerken, 'Birinci adam 2. Adamını bir kalemde siliyorsa, 'çık git, diyebiliyorsa bu önemlidir. Bugünkü konjonktürde bunu demek, yapmak yürek ister, cesaret ister. Bundan sonra da öyle olacak. 'Sağda solda yorum yapan, dedikodu (duyumlarını) dile getireni karşıma alacağım. Çık anlat, ne biliyorsan söyle… Beraber tartışalım. Başka kentlerde neler duyuyoruz, neler…
Sık sık İzmir'e getiriyor sözü… İzmir'in demokrat ruhunu kaybetmemesi, İzmir'in emin ellerde kalkınması, İzmir'in kendini güvende hissetmesi gibi pek çok kişinin dilinde 'klişe' duran ifadelere anlam yüklüyor.
Ve de tarihi tekerrür ettirmek tabi ki…
Hükümete karşı uzlaşmacı ancak kesinlikle uysal bir koyun olmadığının altını çizdiği yerlerde 'Arsenik, KİK' gibi diş gösterdiği, baş kaldırdığı süreçlere gönderme yapıyor. Sanki gerekirse yine kentin hakkı için aynı tavrı ortaya koyarım der gibi…
Şehircilik bakanlığının belediyelerin yetkilerini almasının en çok İzmir gibi 'Rantı korunmuş' bölgelerde hissedileceğini hatırlatıp, 'İstanbul bitti, sıra İzmir'de' kabilinden ifadeler kullanıyor.
Hükümetin İzmir'e yönelik projelerinin genellikle 'Yap-İşlet-Devret' modelli olmasına dikkat çekip, 'Hükümet bütçesinden 500 milyon lira aktarsalar, kentin sorunları tamamen biter, ben sadece Aliağa-Menderes için 600 milyon lira harcadım belediyenin kasasından…' diye devam ediyor.
EXPO diyoruz… Umudunuz var mı? Diyoruz. Çok umutluyum, bu kez alacağız' diyor. Ya sizi devre dışı bırakırlarsa yerel seçim hesabıyla' diye şeytanın avukatlığına soyunuyoruz.
'Olmaz öyle şey' der gibi gülüp geçiyor.
İstanbul'un Olimpiyat adaylığının EXPO sürecine katkı sağlayacağını hatta Futbol Federasyonunun Avrupa Şampiyonası'nı düzenleme talebinin bile bu sürece olumlu yansıdığını savunuyor. En azından üçünden birini alırız Türkiye olarak derken en yakın hedefin EXPO olduğunu vurgulamayı ihmal etmiyor.
Hayattaki en büyük hatasının insanlar söz konusu olduğunda 'yavaş' davranmak olduğunu söylüyor sohbetin bir yerinde… onlarca kişiyle ortak iş yaptım. Yüzlerce kişiyi yönettim. Ama bir kişiye yönelik kesin bir kanaat ortaya koymadan önce uzun süre düşünürüm. Kimseyi kaybetmek istemediğim için… Ama bu yanlışım bana kaybettirmiştir. Bazen para bazen de prestij… Ama insan kaybettirtmemiştir. Ortak iş yapıp, birlikte çalıştığım insanların tamamına yakınıyla dostluğum bakidir.
Ve devam ediyor:
'Kenti tanımadan, kentli tarafından tanınmadan iş başına geldik. Gelir gelmez yetki alanımız 10 kat arttı. 58 belediyeyi yönettik geçen dönem. Müthiş işler başardık. Türkiye'deki arıtmanın yüzde 50'si İzmir'deydi yakın zamana kadar. Kentin altyapısına eğildik. Altyapıya yönelik ciddi, ağır yatırımlar yaptık. Tarihin en çok kamulaştırma yapan, tesis üreten belediyesi olduk. Sadece Kadifekale için 200 milyon liranın üzerinde harcama yaptık. Satıp kasaya koymak yerine kentin rant değeri en yüksek bölgelerini yine kentlinin hizmetine sunduk. (Adnan Saygun, Havagazı ve mavişehir'de yapım süreci başlayan Opera Binası gibi)
Bu dönem sıra üst yapıya geldi. İnönü Caddesi'ne evladiyelik kaldırımlar yapıyoruz. 50 sene 100 sene değişmeyecek kaldırımlar. Hakiki Bergama taşından… Granit.
Bir anlamda metro sürecinde yorduğumuz, üzdüğümüz İnönü Caddesi'nden, Hatay'dan özür dilemeye çalışıyoruz. Bergama taşının fabrikasını kurma talimatı verdim. Kentin prestij caddelerini, sokaklarını bu taşları döşeyeceğiz. Normal kaldırımın 10 kat maliyetinde ama evladiyelik.
30 Kasım'ı bekleyin… Kentin üst yapısına yönelik harika projelerimiz var. İzmir'deki algıyı değiştirecek, belediyeyi tıkır tıkır çalıştıracağız.
Bakın 3 bine yakın işçiyi taşerondan kurtardık. Türkiye'de ilk kez aynı işi yapan işçiler arasında ücret dengesizliğini ortadan kaldıracak adımlar attık, atıyoruz.
Sadece güvenlik personeli (onların da yasal durumu izin vermiyor) onun dışında hepsi sendikalı, sözleşmeli oldu.
Sosyal belediyecilik? Sanki bu dönem biraz ihmal edildi gibi… diyoruz.
Hayır, edilmedi. Burs veriyorduk, yasal açıdan mümkünatı kalmadı. En çok da ona üzüldüm. Rakam 50 bine dayanmıştı. Abla-Ağabey-Kardeş Projesi'ni de destekliyordu.
Başkanlık sürecimde o kadar iş yaptım, o kadar açılış yaptım. Abla-Ağabey-Kardeş Projesi için düzenlenen gecede aldığım keyfi almadım. Çeperlerde oturan kadınlar gelip, 'Oğlumu sokaktan kurtardınız Başkanım' diye elime sarılıp, öpmeye kalktılar.
Biliyorsunuz bu proje burs verdiğimiz üniversitelilerle yoksul kesimde yaşayan öğrencileri buluşturuyordu.
Ama sosyal belediyeciliğe devam… 48 bin aileye harçlık verdik daha yeni.. 40 binin üzerinde erzak yardımı. Okul sütü de sürüyor, diğer destekler de… sadece bu işin reklamını yapmıyoruz. Çünkü yardımların gizliliği önemlidir. Biz öyle öğrendik.
Dönüp dolaşım adaylığa, başkanlar krizine getirsek de sözü… Sizin istediğiniz netlikte bir yanıt alamıyoruz.
Ama aslında biz istediğimiz yanıtı alıyoruz. En azından ben…
Eğer tarihi tekerrür ettirebilirse Kocaoğlu aday…Zaten o durumda başka bir adayla yarışması da gerekmeyecek. Ettiremezse o dönem kapanıyor. Ettirse de ettirmese de Kocaoğlu aday gibi çalışacak. Çünkü İzmir'i kaybeden ya da kaybettiren olmak istemiyor.
Başkanlar krizi mi?
'Fıstık gibiyiz, sorun yok' dediği o krizin bence toptan çözümü diye bir şey yok artık. Görünüşte çözülse de ateş içten içe yanacak… Her iki taraf için… Taa ti 2014'e kadar. Sanıldığının aksine bu konuda Kocaoğlu oldukça rahat. Açıkça söylemese de bu kavgayı önceki döneminde lehine dönen 'Kemal Karataş meselesi' gibi gördüğü izlemini veriyor. İsyan cephesinin Kocaoğlu'nu hedef alan açıklamaları Karataş etkisi yaratır mı bilinmez. Olumsuzmuş gibi görünen ama bumerang gibi dönüp karşı tarafı vuran etki…. Ama Kocaoğlu'nun bu meseleyi en azından kafasında bitirdiğini biliyorum artık.