Hiçbir sosyolojik sorunu çözmenin keskin ve kestirme bir yolu yoktur. Haliyle somut verilere dayalı bilgi ve fikir üretiminde bulunmak en mantıklısı sayılır.
Karşılıklı görüş alışverişinde bulunacağız ki birbirimizden ilham alalım. Bu bağlamda her türden yorum ve eleştiriye de açık olmak gerek.
Doğrusu; olay ve olguları, daima kendi ortam ve şartları içerisinde değerlendirirken aynı zamanda vicdana danışmaktır. Aklın ve insaflı bir ahlak anlayışının rehberliğinde hareket etmek, önyargılara kapılmamızı engeller.
Ezberler bozulacaksa ve hatalardan ders çıkarılıp daha sağlam tezler ortaya atılacaksa, arada bir özeleştiri yapmasını da bilmeliyiz. Özeleştiriye ise her zaman herkes için geçerli doğrular olamayacağını itiraf etmekle başlanmalı…
Zaman kavramının, şimdiye kadar bildiğimiz tanımının dışında, milyonlarca başka mana taşıyabileceğini anlamaya çalışmak, algılara daha geniş ufuklar açar. Canlıları yönlendiren en büyük güdü algılarıdır.
Bütün bu açıklamaları şöyle basitleştireyim;
Ciddi bir zihniyet değişimi yaşamadan, yeni eylemlerde bulunmak ya da şiddetli bir reaksiyon geliştirmek, kuvvetli bir ihtimal değildir. Zihin yapılarımız ise algılarımızın bize sunduğu yansımalardan ve iletilerden oluşur. Bu ileti ve yansımalar ne kadar çeşitli ve somut verilere dayalı kaynaklardan besleniyorsa, dünyaya bakış açımız da o denli sahici ve engin olur…
Dolayısı ile büyük bir toplumsal zihniyet devrimi yaşanmadan geniş ölçekte yeni ve atılımcı toplumsal aksiyonlar beklenmemelidir.
Zihniyet devrimi dediğimiz olguya dair bir zorlamada bulunmak için ortaya bir soru atmak istiyorum;
Bildiğiniz gibi şizofrenler; gerçekte olmayan sesleri duyduklarını ya da gerçekte var olmayan kişileri ya da canlıları veya mekanları gördüklerini vs. zannederler. Gerçeklik duygusu kişideki hastalığın derecesine bağlı olarak yitirilir. Şizofrenler bu durumu sürekli yaşamayabilirler. Yani hastalık belirtilerinin nüksetme sıklığı da kişiden kişiye farklılık gösterir. Üstelik şizofrenleri normal insanlardan ayırmak kolay değildir. Bu teşhisi ancak bir psikiyatrist koyabilir. Bugün modern tıbbın sunduğu olanaklar sayesinde şizofreni hastalığının tanısı çok kolaylaşmıştır.
Oysa peygamberlerin yaşadığı dönemde şizofreni denilen akıl hastalığı henüz bilinmiyordu.
Şimdi sorumu soruyorum;
Sizce melekler ile konuştuğunu ya da Allah'ın yüzünü gördüğünü vs. iddia eden peygamberler, modern psikiyatri biliminin yokluğunda şizofreni hastalığı bilinmediği için, aslında teşhis edilmemiş birer şizofren mi idiler?
Bu soruya cevap verirken, bakalım zihin dünyamızı şekillendiren bilgi ve algı kalıplarını ne kadar zorlayabileceğiz!
Yok eğer zorlayamıyorsak o zaman sadece kendi doğrularımız sayılan algılarımızı başkalarına dayatmaktan vazgeçmemiz gerekmez mi?