1970'ler, Türkiye'nin toplumsal ve kültürel yaşamında önemli dönüşümlerin yaşandığı, aynı zamanda çocukların en eğlenceli hobilerini geliştirdikleri bir dönemdi. Bunların arasında, koleksiyon yapmak, özellikle biz çocuklar arasında bir tutku ve heyecan kaynağıydı. Neleri biriktirmez ve saklamazdık ki! Pul, gazoz kapağı, sakız kartları, kartpostal, misket, oyuncak araba, çizgi roman, çıkartmalar, madeni para ve kibrit etiketleri gibi koleksiyonlar, biz çocukların en eğlenceli hevesleriydi. Bir dönem çocukluk hayatıma damga vuran bu koleksiyon kültürünü anlamak, o dönemin nostaljik atmosferine dair önemli bir pencere açar sanırım.

Bu koleksiyon türlerinden kartpostal koleksiyonculuğu, yetişkinlerin dahi en zevkli uğraşlarından biriydi. Bir dünya düşünün; fotoğraf makinesi profesyonel kullanıcılar dışında çok az kişide var; televizyon siyah beyaz ve daha yaygın değil; internet, bilgisayar, cep telefonu, hatta sabit ev telefonu bile hak getire; ulaşım hava yolu dahil çok sınırlı. Böyle bir ortamda, görmediğiniz ve bilmediğiniz mekanları, şehirleri, ülkeleri ve kültürleri keşfetmek istiyorsunuz. Ne yapardınız? 1966'da işte ben böyle bir Türkiye'ye açtım gözlerimi. Ama inanın, Türkiye/dünya coğrafyasını ve kültürünü ne izlemekten ne de tanıyıp öğrenmekten benim neslim hiç geri kalmadı. Çünkü bizim başka yerlere ve dokulara ait merakımızı gideren, üstelik hayal gücümüzü besleyen ve sanat değeri de taşıyan resimli kartpostallarımız vardı.

Bir kartpostalı, hele simle bezenmiş ve nefis doğa manzaralı olanları nasıl anlatmalı bilemiyorum. Bunu anlayabilmek için, o günlere gitmek ve özlediğiniz birinden, arkadaşınızdan ya da ailenizden gelen; bir yüzünde birkaç satır karalanan mesaj veya iyi temenniler, diğer yüzünde ise yazılan mesajın içeriğine uygun ya bir manzara ya portre ya da bir şehir ve ülkeye ait fotoğraf yer alan; puluyla geldiği ülkenin izini taşıyan ve her biri kendine özgü kokusu olan o kartpostallara ellerinizle dokunup hissetmeniz gerek… Aslında bir kartpostal, üzerindeki resim ya da görsel içerikten çok öte bir anlam ifade ederdi bizim için. Kartpostal demek, bir askere ana babasından gelen hasret yüklü; nişanlı bir genç kıza uzaktaki sevdiceğinden gelen sıla yüklü; bir evlada gurbetteki babadan gelen şefkat yüklü; yıllardır ayrı düşmüş bir arkadaştan gelen vefa yüklü, kısacık cümlelere ve bir resme ya da fotoğrafa sığdırılmış, söylenememiş sözcükler ve anlatılamamış hikayeler demekti. Bilirdik ki her kartpostal seçilirken, gönderen kişinin duygularını içtenlikle iletecek ve gönderilen kişinin yüreğine/göz zevkine hitap etmesi istenen bir özenle seçilirdi. Ne zaman uzaktaki asker evladımızı, sevdiceğimizi, gurbetteki babamızı, ötelerdeki arkadaşımızı ya da yakınımızı özlesek, hemen onlardan gelen kartpostalları elleyip, koklamak ve hasret acımızı dindirmek isterdik. Bu yüzden, bizim kartpostallarımız okunduktan sonra kaldırıp atılamayacak kadar çok değerliydi. Onları en mahrem sandık diplerinde, kutularda, albümlerde ya da herkesin kolayca erişemeyeceği özel yerlerde saklar ve biriktirirdik. Benim Amerika'ya ilk geldiğim 1999 yılından sonra Türkiye'den gelen ve biriktirdiğim o kadar çok kartpostalım var ki. Bunların arasında bazıları, yıllar önce kaybettiğim anneme ait. Onun o kargacık burgacık el yazısıyla yazıp, büyük bir titizlikle seçip gönderdiği kartpostalları ara ara sakladığım kutudan çıkartır, öper koklar ve ağlarım… Her dokunuşta sanki anneme dokunur, ona sarılır, o günlere döner ve o günleri yaşarım…

Çocukluğumda, en çok ilgi gören kartpostal türlerinden biri de Türkiye'nin dört bir yanındaki turistik yerleri ve doğal güzellikleri gösteren seyahat kartpostallarıydı. İstanbul'un tarihi mekanlarından Kapadokya'nın peri bacalarına, Ege'nin masmavi sahillerinden Doğu Anadolu'nun mistik manzaralarına kadar uzanan bu kartpostallar, biz çocuklarda yeni yerler görme ve keşfetme merakı uyandıran bir tutkuydu. Hele yurtdışından gelen kartpostallar! Ya da başka ülkelerin ve şehirlerin farklı mekan ve doğa manzaralarına ait resim ya da fotoğrafları olan kartpostallar… Sanat eserlerini yansıtan ve Türkiye'nin eşsiz peyzajlarını betimleyen kartpostallar da oldukça popülerdi. Özellikle ünlü ressamların eserlerinin bulunduğu kartpostallar, sanata ilgi duyanlar arasında rağbet görüyordu. Yeşilçam filmlerinden sahneler, ünlü binalar ve tarihi mekanlar, bu kartpostalların başlıca temaları arasındaydı. Biz çocuklar arasında çok popüler olan bir diğer kartpostal türü ise çizgi film karakterlerini içeren kartpostallardı. Özellikle, Heidi, Tenten, Red Kit, Atom Karınca ve Fred Çakmaktaş gibi kartpostal figürleri en çok sevilenler arasındaydı. Milli bayramlar, dini bayramlar ve özel günler için hazırlanan kartpostallar da koleksiyoncular arasında oldukça ilgi görüyordu. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı gibi önemli günler için özel olarak tasarlanan kartpostalları bunlar arasında sayabiliriz. Ünlü sanatçıların, müzisyenlerin ve sporcuların kartpostalları da biz çocuklar arasında popülerdi. Barış Manço, Ajda Pekkan, Metin Oktay gibi isimlerin fotoğraflarının yer aldığı kartpostallar, hayranlık duyan çocuklar için değerli birer koleksiyon parçasıydı. Bu kartpostallar bize, çocukluk idollerimize adeta dokunma ve onlara ulaşma fırsatı sağlıyordu.

Bir başka koleksiyonculuk türü olan gazoz kapaklarını toplamak ise bir zevk olmanın ötesinde, aynı zamanda biz çocukların mahalle arkadaşları arasında takas yaparak sosyalleşmemize zemin hazırlayan bir vesileydi. Değişik gazoz markalarının metal kapaklarını toplayarak yaptığımız koleksiyondan Niğde Gazozu, Uludağ Gazozu, Elvan Gazozu ve Çamlıca Gazozu gibi markalar hala hatıramdadır… En yaygınkoleksiyonculuklardan biri de sakız kartları biriktirmekti. Bunlar arasında Tipitip, sakız kartlarının en efsanevi ve benim de en çok koleksiyonunu yaptığım karakter idi. Şapkalı ve bıyıklı komik çizimleriyle bilinen Tipitip, kısa mizahi hikayeleriyle biz çocukların sevgilisiydi. Korkusuz Kaptan Swing, Red Kit ve Örümcek Adam gibi diğer karakterler hatırladığım sakız kartları koleksiyonumun bazılarıdır.

1970'lerin Türkiye'sinde hem çocukların hem de yetişkinlerin yoğun ilgi gösterdiği bir hobi ise pul koleksiyonculuğu idi. Ancak, bunun sadece bir hobi olarak sınırlı kalmadığı, aksine birçok yetişkinin de bu koleksiyon işine girişip bundan maddi kazanç sağladığı bir uğraştı. Biz çocuklar, genellikle okulda veya sokakta birbirimizle pul değiş tokuşu yaparken, bazı yetişkinler, sadece pul koleksiyonları yapmakla kalmaz, aynı zamanda bu koleksiyonları birer yatırım aracı olarak da görürlerdi. Türkiye'nin dört bir yanındaki pazarlar, antikacılar ve özel koleksiyonculuk fuarlarında, pul koleksiyonları satılmak üzere sergilenirdi. Çoğu zaman, koleksiyonculukla ilgili ciddi bilgi ve deneyime sahip olanlar, koleksiyonlarını önemli paralar karşılığında satarlardı. Pul koleksiyonculuğunun bir diğer dikkat çeken yönü, o dönemdeki pul üretiminin sınırlı ve bazen çok özel olmasından kaynaklanıyordu. Özellikle 1970'lerdeki basım hatalı ya da nadir bulunan pullar, koleksiyoncular için altın değerindeydi. Örneğin, yanlış basım ya da hatalı baskılar, büyük bir kıymet taşır, piyasada nadiren bulunan bu tür pulların değeri yıllar içinde katlanarak artardı. Yetişkin koleksiyoncular, bu nadir pulları büyük bir özenle biriktirir, yıllar sonra ise bunları satmak için uygun fırsatları beklerdi. Gazete ilanlarında, bazen 'pul koleksiyonları satılır' başlıklı ilanlar görmek oldukça yaygındı. Pazar günleri, pul alım satımı yapan küçük dükkanlar, kartpostal satan yerler ya da antikacılara uğrayan birçok kişi, nadir bulunan bir pul için bazen yıllarca araştırmalar yapar ve topladıkları koleksiyonları bir servete dönüştürürlerdi. Bugün, hala benim neslimin biriktirdiği o eski pullara sahip olanların var olduğunu ve tarihe tanıklık eden küçük birer hazineler olarak bu pulların, koleksiyonculuk dünyasında yerlerini koruduğunu varsayıyorum. 1970'lerde, Türkiye'de basılan ve koleksiyonu yapılan pullar arasında, bazı özel günler ve önemli olaylar için basılan anma pullarını, Osmanlı dönemine ait padişah pullarını, meyve ve çiçek motifleriyle süslenmiş pulları, hayvan ve doğa manzaralarını resmeden pulları, dünya çapında tanınan binalar, tarihin önemli kişileri ya da kültürel simgelerle basılan pulları örnek gösterebiliriz. Benim en çok toplamayı ve koleksiyonunu yapmayı sevdiğim pullar ise padişah pulları ve panda, maymun, kartal gibi her türden hayvan figürlü pullardı.

1970'ler, Türkiye'de koleksiyonculuğun altın çağını yaşadığı bir dönemdi. Biz çocuklar sokaklarda ya da okulda birbirimizin koleksiyonlarını görmek için yarışır, eski madeni paralarla, sakız kartlarıyla, kartpostallarla, pullarla ya da gazoz kapaklarıyla aramızda, ille bir hikayesi olan duygusal bağlar kurardık. Bu öyle bir bağdı ki bizim için koleksiyon yapmak, bir anlamda dünya ile bağlantı kurma yoluydu. Eski madeni paralar, farklı ülkelerden gelen pullar, sakız kartları ve gazoz kapakları, geçmişi anlamamıza da olanak sağlardı. Çünkü her bir koleksiyon parçası, aynı zamanda bir öykünün anlatısıydı. Madeni paraların üzerinde farklı kralların ya da eski uygarlıkların figürleri, pulların üzerinde yerel gelenekler ve eski yapıtlar, tarihi bir bilinç geliştirmemize yardımcı oluyordu. Biriktirdiğimiz pulları ya da kartları arkadaşlarımızla değiş tokuş yaparak sosyal becerilerimizi geliştiriyor, paylaşmanın, sabırla ve özenle biriktirmenin değerini öğreniyorduk. Bir koleksiyon, sadece nesnelerin bir araya gelmesi değil, aynı zamanda zamanın birikimiydi; o yıllarda biriktirilen her şey, o dönemin ruhunu, yaşadığımız çevreyi ve toplumun kültürünü simgeliyordu. Koleksiyonculuk, biriktirdiğimiz pulları, kartları ya da madeni paraları arkadaşlarımızla paylaşmak, bizi ortak bir dil ve kültür inşa etmeye teşvik eden toplumsal bir etkinlikti.

Günümüzde ise koleksiyonculuk büyük ölçüde dijitalleşmiş ve hızla tüketilen bir dünyanın ürünü haline gelmiş durumda. Eskiden biriktirilen her kart, her pul, her madeni para, aynı zamanda anlamlı bir sürekliliği simgeliyordu. Çocuklar, bu nesneleri yıllarca saklar, büyüdükçe onlara yeni anlamlar yüklerdi. Ancak bugünkü çocukların dijital koleksiyonları, sadece bir eğlenceden ibaret; sabır, azim ve zamanla biriktirme gibi değerlerin yerini anlık tatmin almış; koleksiyonculuk, geçmişin o uzun süreli sabır, emek ve özene dayanan derin anlamını kaybetmiş görünüyor. Bugün artık Türkiye'de koleksiyonculuk, 1970'lerin heyecanını çok fazla taşımıyor. Bununla birlikte, geleneksel koleksiyonculuğun yerini yeni koleksiyonlar alıyor. Eski kartpostallar, pullar ve madeni paralar, halen koleksiyoncuların ilgisini çekse de bu ilgi, daha dar ve özel bir alanı kapsıyor. Sosyal medyanın ve internetin sağladığı bilgiye kolay erişim sayesinde, çocuklar artık daha hızlı bir şekilde koleksiyonlarını tamamlayabiliyorlar, ancak bunun da koleksiyonculuğun birincil işlevini—sosyal bağ kurma ve sabırla biriktirme—yitirmesine neden olduğunu söyleyebiliriz.

Benim çocukluğumda, yeni bir arkadaşla tanışmak ya da sevdiğimiz bir arkadaşımızı evimize davet etmek için yaptığımız koleksiyonlar bir bahane sebebiydi. 'Pul koleksiyonumu görmek ister misin?' gibi bir soruyla başlayan tanışıklık ya da eve davet etme, zamanla, arkadaşlık bağları kurmamıza zemin hazırlayan, sosyal bir ritüele dönüşmüştü. Bugünün Türkiye'sinden dünün Türkiye'sine bu soru çerçevesinde baktığımda, benim neslimin birbirine güven ve ilgi duyan masum çocuk dünyasını görüyorum. Bugünün Türkiye'sinde ise 'Pul koleksiyonumu görmek ister misin?' sorusunun, yeni sosyal bağlara pencere açan bir açılış sorusu olarak anlam ifade ettiğini söylemek çok zor!