Şam’ın adı, medeniyetlerin kesişim noktasındaki bu kadim şehrin tarihsel, coğrafi ve kültürel özelliklerini yansıtır. “Bereketli toprak” anlamını taşıyan antik kökenlerinden, Arap kültüründeki coğrafi kullanımlarına ve Batı dillerindeki etkisine kadar, Şam’ın ismi de tıpkı kendisi gibi tarihin derinliklerinden bugüne uzanan bir yolculuğun öyküsüdür. Şam’ın adı, antik çağlarda "Dimaşku" ya da "Dimashqi" olarak kayıtlara geçmiştir. Bu isim, MÖ 15. yüzyıldan kalma Mısır kaynaklarında ve Amarna mektuplarında görülür. Akadca'da da benzer şekilde "Dimashqa" olarak yer alır. Bu ismin, Süryanice veya Aramice kökenli olabileceği düşünülmektedir. Antik Semitik dillerde "dimash" kelimesinin "iyi sulanmış toprak" veya "bereketli yer" anlamına geldiği tahmin edilmektedir. Bu, Şam’ın Barada Nehri ve çevresindeki bereketli arazilerle olan ilişkisini açıklar.
Antik Yunanlılar ve Romalılar, şehri "Damaskos" olarak adlandırmıştır. Bu isim, Yunanca metinlerde sıkça geçer ve Helenistik dönemde şehrin önemini vurgular. Latinceye de "Damascus" olarak geçen bu ad, Roma İmparatorluğu döneminde yaygınlaşmıştır. "Damaskos" kelimesinin, antik Semitik dillerdeki orijinal isimden türediği ve Grekçeye uyarlanarak bu forma kavuştuğu düşünülmektedir. İslamiyet’in ortaya çıkışından sonra Arapça'da "Dimashq" adı kullanılmaya devam etmiştir. Ancak halk arasında daha yaygın bir şekilde “Şam” ismi yerleşmiştir. Şam kelimesi, Arapça'da "sol taraf" veya "kuzey" anlamına gelir. Bu anlam, Arabistan yarımadasının merkezine göre coğrafi konumuna atıfta bulunur (Kuzey Yarımküre’de sağ taraf “Yemen”, sol taraf “Şam” olarak adlandırılmıştır). Araplar, genellikle sadece şehir değil, tüm Levant bölgesine “Bilad-ı Şam” (Şam Diyarı) adını vermiştir. Bu nedenle "Şam" kelimesi, bazen şehir özelinde, bazen de geniş Levant coğrafyası için kullanılır. Batı dillerine Latince "Damascus" formundan geçmiştir. İngilizce, Fransızca, İspanyolca gibi birçok dilde bu isim korunmuştur. "Damask" kelimesi, bu şehirden dünyaya yayılan ünlü Şam kumaşlarına ve desenlerine atıfta bulunur. Şam’ın adı, İncil ve Tevrat’ta da sıkça geçer. Hristiyanlık açısından, Aziz Pavlus’un Şam’a yaptığı yolculuk, bu şehri dini metinlerde önemli kılar. Yahudi kaynaklarında "Dammesek" adı yer alır ve bu form, orijinal Semitik isimden türemiştir.
Şam’ın (Damascus) kuruluşu, antik çağlarda insanlık tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olması nedeniyle kesin tarihlere dayandırılamasa da onun ilk sakinleri ve kuruluşuyla ilgili bazı teoriler ve arkeolojik bulgular bulunmaktadır. Şam, tarih öncesi dönemde, Neolitik Çağ’da (MÖ 10.000-8.000) insanlar tarafından yerleşim gören bir bölgeydi. Barada Nehri’nin suladığı bereketli ova, tarım ve hayvancılık için ideal bir yer sundu. Bu, bölgeye erken dönem göçebe toplulukların yerleşmesine yol açtı. Arkeolojik bulgular, şehrin en az MÖ 3000'lerde sürekli yerleşime açık bir merkez olduğunu göstermektedir. MÖ 2. binyılda Şam, Amoritler tarafından yerleşim gören önemli bir şehir-devleti haline geldi. Amoritler, Mezopotamya'nın batısında ortaya çıkan bir Batı Semitik halktı ve bu bölgeye yerleşerek küçük bir şehir devleti kurmuşlardı. Bu dönemde Şam, Barada Nehri etrafında şekillenen zengin tarımsal faaliyetlere dayanıyordu. Şam, MÖ 15. yüzyıldan itibaren Mısır İmparatorluğu’nun etkisi altına girdi. Özellikle III. Thutmose döneminde Mısır belgelerinde "Dimaşku" olarak anılan şehir, bölgenin önemli bir ticaret ve strateji merkeziydi. Mısır, Şam’ı Suriye topraklarında Akdeniz’e ve Mezopotamya’ya açılan bir kapı olarak görüyordu. Aynı dönemde Mezopotamya’daki Babil ve Asur imparatorlukları da Şam’ı kontrol etmek için mücadele etti. Şehir, bu nedenle tarih boyunca sürekli el değiştiren bir stratejik nokta oldu. MÖ 11. yüzyılda Aramiler, Şam’ı ele geçirerek bir şehir devleti olarak yeniden organize ettiler. Aramiler, Şam’ı siyasi, ticari ve kültürel bir merkez haline getirdiler. Bu dönemde Şam, “Aram-Damascus” olarak anılmaya başladı ve Arami kültürü burada derin izler bıraktı. Şehir, Arami krallığının başkenti olarak önemli bir konuma sahipti ve çevresindeki bölgeleri de kontrol etti. Arami dönemi, Şam’ın ilk büyük yükselişi olarak kabul edilir. Şehir, Barada Nehri’nin suladığı bereketli topraklarda tarımsal üretimini artırdı ve ticaret yollarının merkezindeki konumundan faydalandı. Aynı zamanda güçlü surlarla çevriliydi ve sık sık bölgesel rakiplerine karşı savunma yaptı. Şam’ın ilk sakinlerini bu bölgeye çeken nedenler arasında:
Barada Nehri: Şehrin su ihtiyacını karşılayan ve çevresindeki toprakları verimli hale getiren bu nehir, Şam’ın hayat damarıydı.
Stratejik Konum: Akdeniz’e yakınlığı ve Mezopotamya’ya açılan ticaret yollarının kesişim noktasında yer alması, onu doğal bir ticaret merkezi yaptı.
Dağlar ve Çöller Arasında Bir Sığınak: Şam hem Lübnan Dağları’nın korumasında hem de çevresindeki çöl alanlarının geçiş noktası olarak doğal bir savunma avantajına sahipti.
Bazı mitolojik anlatılara göre Şam, Âdem ve Havva’nın cennetten kovulmasından sonra yerleştikleri ilk yer olarak kabul edilir. İslam mitolojisinde ise Nuh’un torunlarından biri olan Aram’ın, Şam’ı kurduğu anlatılır. Yahudi ve Hristiyan metinlerinde ise Şam, erken dönem insanlık tarihiyle ilişkilendirilmiştir.
Yahudilikte Şam’ın Önemi
Yahudi dini metinlerinde Şam, özellikle Tanah (Eski Ahit) içinde sıkça anılır. Şehir hem tarihsel hem de mitolojik bağlamda Yahudi inancı için önemli bir yere sahiptir. Yahudi geleneğinde, Hz. İbrahim’in (Abraham) Şam bölgesinden geçtiği ve burada yerleşim kurduğu anlatılır. Ayrıca, Hz. İbrahim’in hizmetkârı olan Eliezer’in Şamlı olduğu belirtilir (Tekvin 15:2). Bu nedenle Şam, Hz. İbrahim'in yaşamıyla bağlantılıdır ve Yahudi inancında kutsal bir yer olarak kabul edilir. Şam, tarih boyunca Yahudi krallıkları ile komşu Arami şehir-devleti arasında bir güç mücadelesi sahnesi olmuştur. Özellikle Aram-Damascus, Yahudi krallıklarıyla (İsrail ve Yahuda) sık sık çatışmalara sahne olmuştur. Bu çatışmalar Tanah’ta detaylı şekilde anlatılır.
Hristiyanlıkta Şam’ın Önemi
Şam, Hristiyanlıkta özellikle Yeni Ahit'teki Aziz Pavlus’un hikâyesiyle güçlü bir dini ve sembolik anlam kazanır. Pavlus’un dönüşümü, “Yeni Ahit’in Elçilerin İşleri” kitabında ayrıntılı olarak anlatılmaktadır. Pavlus, o dönemde Hristiyanlara zulmeden ve onları tutuklamak için Şam’a doğru yola çıkan Yahudi bir din adamıdır. Ancak, yolculuğunun ortasında, bir ışıkla karşılaşır ve bu ışık ona Tanrı’nın sesini duyurur. Tanrı, Pavlus’a "Saul, Saul, neden bana zulmediyorsun?" diye seslenir. Bu olay, Pavlus’un gözlerinin kör olmasına ve Tanrı’dan aldığı mesajı sorgulamasına yol açar. Ardından, Şam’a varan Pavlus, orada Ananias adlı bir Hristiyan tarafından iyileştirilir ve vaftiz edilir. Ananias, Pavlus’a Tanrı’nın seçtiği bir elçi olduğunu ve tüm halklara Tanrı'nın mesajını iletmesi gerektiğini söyler (Elçilerin İşleri 9:1-19). Hristiyanlık açısından, bu dönüşüm, Tanrı’nın iradesinin ve Mesih’in gücünün bir işareti olarak kabul edilir. Pavlus’un Şam’da gözlerinin açılması ve vaftiz edilmesi, Hristiyanlık inancına göre Tanrı’nın insanlara kurtuluş yolunu göstermek için müdahale etmesinin somut bir örneğidir. Ayrıca, Pavlus’un, Hristiyanlığı yalnızca Yahudi toplumu için değil, tüm halklara duyuracağına dair misyonu Şam’da şekillenmeye başlamıştır. Bu olay, Hristiyan misyonerliğinin temellerini atmış ve Pavlus’u, Hristiyanlığın yayılmasında kilit bir figür haline getirmiştir. Şam, aynı zamanda erken Hristiyan topluluğunun bir parçasıydı ve Hristiyanların toplandığı ilk yerlerden biriydi. Pavlus’un dönüşümünden sonra, şehirdeki Hristiyanlar arasında Hristiyanlık hızla yayıldı ve Şam, Hristiyanlığın ilk merkezlerinden biri haline geldi. Ayrıca, Şam’daki “Ananias’ın Evi”, günümüzde bir hac yeri olarak bilinir.
İslamiyet’te Şam’ın Önemi
İslamiyet’te Şam hem tarihsel hem de dini bağlamda büyük bir önem taşır. Kuran’da Şam adı doğrudan geçmese de Levant bölgesi genel olarak kutsal kabul edilir ve Şam bu bölgenin merkezi olarak anılır.
Kutsal Bir Bölge Olarak Şam: İslam’da Şam, "Bilad-ı Şam" adıyla anılan Levant bölgesinin bir parçasıdır ve bu bölge İslam peygamberi Hz. Muhammed tarafından “kutsanmış bir diyar” olarak tanımlanmıştır. Şam, Hadislerde de övgüyle anılır. Hz. Muhammed’in bir hadisinde, “Şam’a yönelin, çünkü orası Allah’ın yeryüzünde seçtiği yerdir” dediği rivayet edilir. 661 yılında Emevî Halifeliğinin başkenti olan Şam, İslam dünyasının siyasi, kültürel ve dini merkezi haline gelmiştir. Bu dönemde inşa edilen Emeviye Camii, İslam dünyasının en önemli ibadet yerlerinden biridir. Camide Hz. Yahya’nın (Vaftizci Yahya) türbesinin bulunduğuna inanılır.
Kıyamet ve Ahir Zaman İnancı: İslam eskatolojisinde (ahir zaman inançları) Şam, kıyametle ilgili olayların merkezi olarak kabul edilir. Hadislere göre, İsa Peygamber (Hz. İsa), kıyamet öncesinde Şam’daki Beyaz Minare’den (Emeviye Camii'nin minaresi) dünyaya inecektir. Bu nedenle şehir, kıyamet alametleriyle ilişkilendirilir. Hadis Metni: Peygamber Efendimiz (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Vallahi Meryem oğlu İsa’nın aranıza hakem olarak inmesi yakındır. O, haçı kıracak, domuzu öldürecek ve cizyeyi kaldıracaktır...”
(Sahih-i Buhari, Kitabü'l-Enbiya, 3448; Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İman, 155). Bu olaya dair daha spesifik bir hadis İmam Taberani’nin el-Mu’cemü’l-Kebir adlı eserinde yer alır: “İsa bin Meryem, Şam’ın doğusunda, Beyaz Minare’ye inecektir. Bu hadis, özellikle Şam’daki Emeviye Camii'nin doğu minaresi olarak yorumlanmıştır. Bugün bu minare, Beyaz Minare (Minaret al- ‘Isa) olarak anılır ve ahir zaman inançlarında özel bir yer tutar.
Şam, bazı kaynaklara göre M.Ö. 2000’lerden beri dünyanın sürekli yerleşime açık, en eski kentlerinden biridir. Tarihi boyunca Mısır, Asur, Babil ve Pers imparatorluklarının ilgisini çeken bu şehir, Doğu Akdeniz ticaret ağının kalbindeydi. Akdeniz’e doğrudan kıyısı olmamasına rağmen, Lübnan Dağları'nın batısından Akdeniz limanlarına uzanan ticaret yolları sayesinde deniz ticaretinden büyük ölçüde faydalanmıştır. Roma İmparatorluğu döneminde "Decapolis" olarak adlandırılan on şehirden biri olan Şam, Bizans döneminde de önemini korudu. Ancak Emevîler döneminde (661-750) İslam dünyasının başkenti haline gelmesiyle zirveye ulaştı. Şam, bu dönemde sadece siyasi bir merkez değil, aynı zamanda İslam mimarisi ve sanatının başkentiydi. Emeviye Camii, bu dönemin en görkemli eserlerinden biri olarak hala ayaktadır ve Şam’ın ruhunu yansıtır. Bir zamanlar ipek, baharat ve kumaş ticaretinde bir merkez olan Şam, modern dönemde sanayi ve tarımda önemli bir rol oynamıştır. Ancak 2011 yılında başlayan iç savaş, şehir ekonomisini felce uğrattı. Altyapı tahrip edildi, nüfusun büyük bir kısmı göç etmek zorunda kaldı ve Şam, ekonomik bir çöküşün eşiğine geldi.
Şam, kısaca özetlemeye çalıştığım gibi, bir zamanlar Arap dünyasının kalbi, medeniyetlerin buluşma noktası, tarihî ve kültürel zenginliklerin en güzel örneğiydi. O kadim şehir, ihtişamlı camileri, tarihi çarşıları, mistik atmosferi ve köklü geçmişiyle, dünya uygarlığının en değerli mücevherlerinden biriydi. Şam, sadece bir şehir değil, çoğulcu bir kültürün simgesi, insanlık mirasının yaşayan bir anıtıydı. Ancak bugün, Şam'ın sokakları boşalmış, camiler ve köprüler yıkılmış, koca bir geçmişin izleri savaşın korkunç etkisiyle silinmiştir. İç savaş, Şam’ın ruhunu ve bedenini parçalamış, şehir artık geçmişteki o zarif, huzurlu ve kültürel açıdan canlı olan kimliğinden çok uzakta… Eski Şam’ın güzellikleri, on yıllar boyunca barış içinde yaşamış olan farklı etnik gruplar ve mezheplerin uyumu şimdi yerini, bombaların ve kurşunların bıraktığı acı dolu izlere bırakmış durumda. Savaş, Şam’ın kalbini parçalamış, toprakları kadar kültürel mirası da tahrip edilmiştir. Bugünün iç savaş koşullarında, Suriye rejiminin devrilmek üzere olduğu aşamada, şehri yeniden inşa etmek ve eski günlerine kavuşturmak, nasıl başarılır bilinemez. Ancak yine de bir zamanlar, zengin halk edebiyatı ve şiir geleneği ile de Ortadoğu’nun kültürel merkezi olan Şam’ın; eskisinden daha görkemli dirilişine, merhum Nizar Kabbani gibi Suriye’li vatansever şairlerin ve sanatçıların şehre duyduğu özlem ve aşkı anlatan eserler umut olabilir;
“Şam’a Gidiş
İşte Şam işte kadehler şaraplar
Aşığım ben kimi aşklar can yakar
Şamlıyım ben yarsanız bedenimi
İçinden salkımlar elmalar akar
Bıçakla yarsanız damarlarımı
Kanımdan geçmişlerin sesi çıkar
Kalp nakli kimi âşıklara şifa
Olurken kalbim sevince can yakar
Gözünüz kadeh mi Şamlı kadınlar
Burada şarap ateştir hoş kokar
Şam’ın minareleri ağaç gibi
Ağlar kucaklar beni canları var
Evlerimizde yasemin bağları
Kedi rahat ettiği yerde yatar
Kahve dibeği çocukluğumuzun
Bir parçasıydı hala kahve kokar
Şurası Ebu Mu’tezz’in yeridir
Faize’nin hoş yüzü bana bakar
Köküm burada benim kalbim dilim
Nasıl desem aşkın izahı mı var
Nice Şamlı kadın bileziklerin
Sattı aşkımdan şiirdi anahtar
Geldim söğüt dalları özür için
Şu Hayfa’yı Vaddah’ı kim bağışlar
Ben okyanusun üstünde perişan
Gözlerim elli yıldır ufka bakar
Sahilsiz denizler savurur beni
Şeytanlarla hayaletler kovalar
Çirkinle savaşırım şiirimde
Ta ki onda açar güller goncalar
Tarih kitaplarında sevinç mi yok
Araplık dullara benzer neyi var
Ne kalır şiirin asaletinden
Ele geçirse yalaka hilekâr
Ağız kilitliyken nasıl yazalım
Her an başka cellât karşına çıkar
Şiirimi sırtlandım bitkin düştüm
Rahatlayınca şiir neye yarar.
Nizar Kabbani”
Nizar Kabbani, 1923-1998 yılları arasında yaşamış olan Suriyeli ünlü bir şair ve yazardır. Arap dünyasının en tanınmış ve etkili edebi figürlerinden biri olarak kabul edilir. Şiirlerinde genellikle aşk, özgürlük, Arap dünyasının siyasi durumu ve kadın hakları gibi konuları işler. Kabbani, modern Arap şiirinin öncülerinden biri olarak, edebi dilde devrim yaratmış ve Arap halkı arasında büyük bir etki uyandırmıştır. Nizar Kabbani, bir anlamda hayatı boyunca sürgün yaşamıştır, ancak bu sürgün, siyasi olarak zorunlu bir sürgün değil, daha çok kültürel ve politik nedenlerden kaynaklanan bir gönüllü sürgündür. Kabbani'nin hayatında ve sanatında önemli bir dönüm noktası, onun özgürlükçü ve diktatör karşıtı şiirlerinden dolayı, Suriye hükümetinin ve diğer Arap ülkelerinin baskılarından kaçmak zorunda kalmasıdır. Kabbani, şiirlerinde Arap dünyasındaki diktatörlükleri ve siyasi baskıları eleştiren güçlü mesajlar vermiştir. Bu sebeple, Suriye’deki hükümetle sorunlar yaşamıştır. Arap dünyasında, çoğu zaman özgürlük ve insan hakları konularındaki tavrı nedeniyle başka Arap hükümetlerinden de tepki almıştır.
1981'de eşi Belkîs er-Râvî'nin Beyrut'taki bir patlamada hayatını kaybetmesi, Kabbani'yi derinden sarsar ve onun toplumdan/siyasi ortamdan iyice uzaklaşmasına yol açar. Kabbani bundan sonraki şiirlerinde, savaşların, çatışmaların ve diktatörlüklerin halk üzerindeki etkilerini daha sık vurgulamaya başlar… Kabbani’nin şiirlerinde, Arap dünyasında büyük bir toplumsal değişim ve özgürlük talebine vurgu yapması, onu, siyasi baskılardan kaçmak için yurt dışında yaşamaya zorlar. Sonuç olarak, 1980’lerden sonra Kabbani, Londra'ya yerleşir ve hayatının geri kalan kısmını burada geçirir.
Nizar Kabbani’nin, “Şam’ın Şairi” olarak ünlenmesinde “Şam’a Gidiş” ya da "Şam Kasidesi" şiirinin büyük etkisi olmuştur. Bu şiir, Kabbani'nin Şam'a olan derin özlemini, Şam'ın tarihî ve kültürel önemini ve bu şehre duyduğu bağlılığı dile getirdiği bir başyapıttır. Şairin Londra’da sürgündeyken yazdığı şiir, aynı zamanda geçmişle ve kaybolan bir zamanla ilgilidir. Şam, Kabbani için sadece coğrafi bir yer değil, aynı zamanda bir kültürün, bir kimliğin ve bir hafızanın somutlaşmış halidir. Şiir, Kabbani'nin çocukluk yıllarının geçtiği, onun ruhunu şekillendiren, ona ilham veren şehre özlemeni yansıtır. Şair, Şam’a gidişi hem bir dönüşüm hem de bir kayıp olarak tasvir eder. Kabbani'nin yazdığı bu şiir, savaş, göç ve ayrılık gibi konularda derin bir acıyı dile getirirken, aynı zamanda Şam’a duyduğu sevgiyle bir tür kültürel ve manevi arayışı da ifade eder. Şiir hem bireysel hem de kolektif bir kaybı simgelerken; şehre duyulan özlemin, bir halkın belleğiyle ne kadar iç içe geçtiğini gösterir.
Kabbani “Şam’a Gidiş” şiirinde, Suriye halkının özgürleşme arzusunu da hayal ediyordu. Ancak ölümünden sonra Şam’a cenazesi dönen Kabbani’nin, Şam’a dönüş düşü, umut ederim ki bu şehirden uzak düşmüş tüm mülteciler için, Kabbani’nin özlemini duyduğu, özgür ve barış dolu günlerde gerçek olsun…