Her yıl 9 Nisan’da, mimarlık mesleğinin önemini ve değerini bir kez daha hatırlamak için Mimarlar Günü’nü kutluyoruz. Bu özel gün, aynı zamanda Türk mimarisinin en büyük ustalarından biri olan Mimar Sinan’ı anmak için de eşsiz bir fırsat sunuyor. Mimarlık, insanlığın tarih boyunca medeniyetini inşa ettiği bir alan; taşla, tuğlayla, hayallerle şekillenen bir sanat. Bu sanatın en parlak temsilcilerinden biri ise şüphesiz Mimar Sinan’dır.
1489 yılında Kayseri’nin Ağırnas köyünde dünyaya gelen Mimar Sinan, Osmanlı Devleti’nin altın çağında yaşamış ve mimariye adeta bir çağ atlatmıştır. Askerlikten mimarlığa uzanan yolculuğunda, Hassa Mimarları Ocağı’nın başına geçmiş ve 50 yılı aşkın süre boyunca başmimar olarak görev yapmıştır. Süleymaniye Camii’nin zarafeti, Selimiye Camii’nin görkemli kubbesindeki mühendislik dehası, imzasını gördüğümüz tek yer olan Büyükçekmece köprüsünün sade ama etkileyici duruşu… Bunlar, Sinan’ın yalnızca birkaç başyapıtı. Toplamda yüzlerce esere imza atan bu büyük usta, teknik bilgiyle estetiği birleştirerek zamana meydan okuyan yapılar bırakmıştır.
Mimar Sinanın imzası ve mührü. Şöyle yazıyor: “Hassa Mimarlarbaşı, gamlı, değersiz, fakir Sinan. Miskin köle, aciz, dertli.”
Mimar Sinan’ın eserleri, sadece görsel bir şölen sunmaz; aynı zamanda doğayla uyum, sürdürülebilirlik ve insan odaklılık gibi değerleri de yansıtır. Selimiye Camii’nin kubbesindeki denge, hem bir mimari hesap şaheseridir hem de insanı hayran bırakan bir güzellik taşır. Onun bu vizyonu, bugünün mimarlarına da ilham olmalıdır. Şehirlerimizi planlarken, binalarımızı tasarlarken, Sinan’ın doğaya saygılı ve insan ruhunu yücelten yaklaşımını rehber alabiliriz.
Ne yazık ki, Mimar Sinan’ın ülkesinde; Türkiye’deki kentler pek çok açıdan mimari mirasın korunması üzerine sınıfta kalmaktadır. Tarihi dokuların korunması, mimari mirasın geleceğe aktarılması gibi konularda hem yerel hem de merkezi yönetimler, çoğu zaman duyarsız ve yetersiz bir tutum sergilemektedir. İstanbul’un tarihi yarımadasından Anadolu’nun kadim kentlerine kadar, birçok bölgede Osmanlı’dan, Selçuklu’dan, hatta daha eski medeniyetlerden kalan yapılar ya rant uğruna yok edilmekte ya da bakımsızlıkla çürümeye terk edilmektedir. İstanbul’da 1950’lerden bu yana Osmanlı mimari mirasının yok edilmesi, Ankara’daki Cumhuriyet dönemi eserlerinin tahribatı gibi örnekler, bu ihmalkârlığın yalnızca birkaç acı göstergesidir.
En önemli sıkıntılardan biri de “soylulaştırma” …(Gentrification) Bugün, Mimarlar Günü’nde, mimarlığın sadece estetik binalar inşa etmek ya da sermayenin hizmetinde bir araç olmak anlamına gelmediğini hatırlamak zorundayız. Mimarlık, insanların yaşam alanlarını şekillendiren, toplulukları bir araya getiren ve kültürel hafızayı koruyan bir sorumluluk. Ancak ne yazık ki, günümüzde soylulaştırma projeleriyle bu sorumluluk sıkça göz ardı ediliyor.
Soylulaştırma, mahallelerimizi, sokaklarımızı ve evlerimizi yalnızca ekonomik değeri yüksek alanlara dönüştürmekle kalmıyor; aynı zamanda buralarda yaşayan insanları yerinden ediyor, toplumsal dokuyu parçalıyor ve şehirlerin ruhunu yok ediyor. Bu projeler, genellikle “gelişme” ya da “modernleşme” kisvesi altında sunulsa da, aslında kâr odaklı bir anlayışla, halkın değil, azınlık bir elitin çıkarlarına hizmet ediyor.
Yerel yönetimler, kentin kimliğini korumak yerine kısa vadeli kazançları önceleyen projelere imza atmakta; merkezi yönetim ise bu süreci denetlemek ve yönlendirmekte yetersiz kalmaktadır. Restore edilmeyi bekleyen camiler, hanlar, hamamlar ve köşkler, bürokrasinin yavaş işleyişi ve kaynakların yanlış kullanımı yüzünden kaderine terk edilmiştir. Bu durum, sadece bir kültürel kayıp değil, aynı zamanda gelecek nesillere karşı işlenmiş bir sorumsuzluktur.
Mimar Sinan’ın torunları olarak, onun mirasını yaşatmak ve geleceğe taşımakla yükümlüyüz. Ancak bu görev, yalnızca mimarların değil, yerel ve merkezi yönetimlerin de omuzlarındadır. Tarihi dokuyu korumak için daha etkin politikalar geliştirilmeli, restorasyon projelerine öncelik verilmeli ve kent planlaması rant değil, kültür odaklı yapılmalıdır. Yapılarımız, sadece beton yığınları değil, birer anlam, birer iz olmalı.
9 Nisan Mimarlar Günü, sadece bir kutlama değil, aynı zamanda bir sorumluluk çağrısıdır.