Necati Cumalı, vazgeçilmez “İthaf” şiirinde ne güzel der İzmir için: “Aşklarının tarihi bir şehrin tarihidir diyorum/ Gün gelir aşklariyle anılır şehirler anılırsa”

İzmir hep aşk şehriydi... İzmir, tarih boyunca sadece deniziyle, rüzgârıyla ya da zeytin ağaçlarıyla değil, aynı zamanda ruhuna işlenmiş o sıcacık, tutkulu hikayeleriyle de bir aşk şehri oldu. Asırlık çınarların gölgesinde başlayan sevdalar, Kordon’un dalga sesleriyle büyüyen hayaller, Kemeraltı’nın dar sokaklarında kaybolan bakışmalar… İzmir, her köşesinde aşkı fısıldayan bir şehir.

Belki de bu, İzmir’in havasından gelir. O akşamüzeri esen imbat insanın içini bir başka ısıtır; sanki her nefeste biraz daha aşka yer açılır. Saat Kulesi’nin gölgesinde buluşanlar, Alsancak’ta el ele yürüyenler ya da Karşıyaka’dan vapura binip sevgilisine kavuşmak için sabırsızlananlar… Bu şehir, aşkı yaşamak isteyenler için hep bir sahneydi. Gündüzleri maviyle yeşilin dans ettiği manzaralar, geceleri ise ışıl ışıl bir gökyüzü altında yazılan şiirler.

İzmir’in aşkı, sadece insanla insan arasında değil; bu şehir, toprağıyla, deniziyle, dağlarıyla da âşıktır. Efes’te Artemis’in tapınağından yankılanan mitolojik hikayeler Foça’nın sakin koylarında saklanan huzur, Çeşme’nin rüzgârında uçuşan özgürlük… Her biri, İzmir’in bitmeyen bir sevda masalı olduğunu anlatır.

Bir süredir size tanıtmak istediğim Semra İğtaç’ın kitabı bizi İzmir’de aşkın tarihsel yolculuğuna çıkarıyor. İşte size kısa bir öykü:

Aşkın gözyaşları denize karışır, deniz ise her damlasında bir aşk hikayesini anlatır.

Yıldız Tanrıça Asteria

Bir varmış bir yokmuş, bir zamanlar zamansız bir dünyada, gökyüzünde bir yıldız tek başına yaşarmış. Adı Asteria’ymış.

Bir gün gökyüzünden yeryüzündeki mavilikleri seyrederken, deniz tanrısı Poseidon’a âşık olmuş. Poseidon, altın yeleli atlarıyla beraber denizin dibinde değerli taşlardan inşa edilen bir sarayda yaşıyormuş.

Deniz tanrısı, atlarıyla beraber denizin dalgaları üzerinde savaş arabası sürermiş. Öyle ki arabasının geçeceği yerler dümdüz ve hareketsiz dururmuş. Asteria, Poseidon’un heybetinden, denizlere hükmetmesinden çok etkilenmiş.

Ama Tanrılar Tanrısı Zeus da Asteria’ya âşık olmuş. Asteria ise Poseidon’a âşık olduğu için Zeus’un aşkını istemiyormuş ve bu yüzden ona karşı çıkan ilk tanrıça olmuş.

Zeus, ah o Zeus ki tanrıların tanrısı... Bu karşı çıkışı gururuna yedirir mi hiç?

Kendisine açıkça karşı çıkan tanrıçayı elde etmek için ne gerekirse yapacaktır artık. Ama Asteria da çetin cevizdir. Gönlünün bir sahibi vardır ve ondan başkasına teslim olmaya niyeti yoktur.

Zeus’tan kurtulmak için Ege Denizi’ne kendini atıp, yüzdükçe yüzer, enginlere kulaç atar. Oysaki gönlünün sahibi Poseidon ne yapsa beğenirsiniz? Zeus adına onu izleme işini üstlenmesin mi! Asteria elbette bu duruma çok kederlenir. Kederinden Ege Denizi’nde bir yüzen ada haline gelir. Gezgin ada zamanla karaya bağlanır ve bugünkü Ilıca, Yıldız Burnu kayalıklarına dönüşür.

İşte buradan yedi iklim, dört mevsim aralıksız çıkan sıcak sular Asteria’nın vefasız Poseidon’a olan aşkından kaynaklanır. O denizden çıkan termal su kabarcıklarıdır ki, Asteria’nın aşk ızdırabından kalbinden yeryüzüne süzülen gözyaşlarıdır

***

Nefis bir hikaye değil mi? Semra İğtaç arkadaşımızın kitabında böyle çok öykü var.

Çünkü antik çağdan beri İzmir’in insanları böyle. İzmir’in insanları, o eşsiz sıcaklıklarıyla bu aşk şehrini daha da özel kılar. Bir selamla başlayan dostluklar, bir kahve fincanında paylaşılan dertler, bir zeybek oyununda coşan yürekler… Burada aşk, sadece romantizm değil; yaşamın ta kendisidir.

İzmir hep aşk şehriydi, çünkü burası sevginin her haline kucak açar. İlk görüşte çarpılan kalpler de, yıllara meydan okuyan bağlılıklar da burada bulur yerini. Belki de bu yüzden, kim İzmir’e adım atsa, bir parça kendini, bir parça da aşkı bırakır bu topraklarda.

Evet, İzmir hep aşk şehriydi… Ve öyle kalmaya devam edecek.