Başkanlık Sistemi’ne geçildiğinden beri, denge ve denetim araçlarından yoksun kalan Tek Adam rejimi, ekonomiden siyasete her alanda krizlere yol açacak hamleler yaptı. Devlet kurumları AKP’lileştirerek, ülkeyi, adeta “Ortadoğu Despotizmi”ne doğru yanaştırmaya başlandı.

Ekonomik kriz ve Suriye’deki gelişmeler ile iyice sıkışan Erdoğan, muhalefetsiz bir demokrasi için arka arkaya çeşitli stratejileri hayata geçirmektedir.

Önce tutuklamalar, soruşturmalar ve tehditlerle hem siyasi hem de toplumsal muhalefete gözdağı vermeye, korku salmaya ve sindirmeye çalıştı. Gazeteciler tutuklandı, öğrenciler tutuklandı, iş adamları hakkında soruşturmalar açıldı, bazı sanatçılar hapse atıldı…

Bu ilk basamak baskılar, siyasi ve toplumsal muhalefette geri adım atmaya yol açmadı. Yani Saray’daki hesap, sokağa uymadı.

Muhalefeti etkisiz kılma programının ikinci basamak tedbirlerinin çoğu ise, CHP’ye yönelik operasyonlardı. Cumhurbaşkanı adayını belirlerken, CHP adayı Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve arkadaşları ile birlikte tutuklanması bu operasyonların ilk adımı oluşturuyordu.

İmamoğlu’nu tutuklayarak, etkisini azaltmayı hedefliyorlardı. Saray kalemi Ahmet Hakan’ın dile getirdiği “İmamoğlu rüzgarı ne kadar sürecek ki” ifadesindeki gibi, sönümlenecek bir tepki umuyorlardı. Ama öyle olmadı.

CHP’ye yönelik operasyonun ikinci boyutunu ise, Kurultay iptali ve CHP’ye kayyum atama girişimi oluşturuyordu. Bundan murat edilen şey, zaten içinde huzursuzluk yaşayan CHP’yi daha da huzursuz kılmak ve bölmek idi. Ancak bu da işe yaramadığı gibi, tam tersine uzun zamandır görülmediği kadar CHP, bütünleşti. Bununla da kalmadı, toplumsal tabanının ve gençlerin dinamizmiyle, dinamik bir muhalefet hareketine dönüştü.

Meydan ve sokak hareketlerindeki coşku ve itirazı ve kurultay girişimini, Özgür Özel’in eline yüzüne bulaştırması bekleniyordu ama öyle olmadı. Özel, siyasi hayatının en iyi performansına ulaştı bu tecrübe ile.

Saraydaki siyasi oyunun şimdilik görünen son ayağını ise, Cumhur İttifakını genişletme projesi oluşturmaktadır... Artık AKP ile MHP ortaklığı, bu iktidarı sürdürecek rızayı üretememektedir.

Bu nedenle dış dinamiklerin de zorlaması ile tekrar Kürt meselesine dönmek, aynı zamanda Saray iktidarının devamlım için bir çareye de dönüştü. Devlet Bahçeli’yi Apocu yapan bu süreçten iki yönlü bir kazanç beklenmektedir. Birincisi, Suriye’de söz sahibi olduk hikayesi ve ikincisi ise, Terörsüz Türkiye hikayesi üretmek.

Tabii ki, bunu Erdoğan’ın iktidarını sürdürmesine yarayacak bir şekilde organize edilmesi önemli. İkinci Çözüm Süreci veya Barış Süreci diye adlandırılan görüşmeler, bu açıdan anlamlı.

Erdoğan, Bahçeli ve DEM temsilcilerinin birbirlerine yönelik ilgi ve sempatisi uzun zamandır rastlanmayan bir evreye girmiş bulunuyor. Altı ay önce DEM’in kapatılmasını talep eden Bahçeli, kısa bir süre sonra Öcalan’ı Meclise davet etmesi, Kent Uzlaşısını, terörle iltisaklı bir suç olarak gören Erdoğan’ın da şimdi geldiği yer, bu kadar kısa sürede oluşabilecek normal bir görüş değişikliği olmasa gerek.

Parti olarak DEM’in muhalefet özelliğini zayıflatmak ve CHP ile işbirliği ihtimaline son vermek için yapılan hamleler belli ölçüde sonuç vermektedir. En azından parti sözcülerinin açıklama ve tutumları bunu göstermektedir. DEM’li seçmenlere, protestolara katılmayın çağrısı bunun en somut göstergesi.

Öcalan’ın defalarca, seçmene CHP adayına oy vermeyin açıklaması oldu. En azından tarafsız kalın diye ama özellikle son yerel seçimlerde, İstanbul ve Akdeniz metropollerinde, DEM’li seçmenlerin kayda değer bir bölümü CHP adaylarına destek verdi. Daha doğrusu Erdoğan karşıtı bir tutum aldı.

Bundan sonra da özellikle metroplollerdeki Kürt seçmenlerin bir bölümünü, Erdoğan’a destek vermeye ikna etmek kolay olmayabilir.

Değerler ve dünya görüşleri açısından bunun başarılması kolay değil. Örneğin İstanbul Sözleşmesi, İklim Yasası ve Milli Eğitim’deki laiklik karşıtı girişimlerde, DEM’li seçmenlerin büyük bölümünü Erdoğan’ın doğrultusuna çekmek mümkün müdür?

Bunun çok net bir yanıtını vermek kolay değil.