Türkiye'de modern müzecilik, Osmanlı İmparatorluğu'nun son dönemlerinde, 19. yüzyılın ortalarında başlamıştır. Bu süreç, Batı tarzı müzeciliğin etkisiyle gelişmiş ve özellikle arkeolojik eserlerin korunması ve sergilenmesi amacıyla ilk adımlar atılmıştır. Modern anlamda müzeciliğin temelleri, 1846 yılında Ahmet Fethi Paşa tarafından atılmıştır. Ahmet Fethi Paşa, dönemin Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) olarak, Aya İrini Kilisesi'nde askeri eşyalar ve antik eserlerden oluşan bir koleksiyonun sergilenmesini sağlamıştır. Bu koleksiyon, "Mecma-i Esliha-i Atika" (Eski Silahlar Koleksiyonu) ve "Mecma-i Asar-ı Atika" (Eski Eserler Koleksiyonu) adlarıyla iki bölüm halinde düzenlenmiştir. Bu girişim, Türkiye'deki ilk müze çalışması olarak kabul edilir.

 

Daha sonra, 1869 yılında Ali Paşa'nın Sadrazamlığı döneminde, "Müze-i Hümayun" (İmparatorluk Müzesi) kurulmuştur. Bu müze, bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzeleri'nin temelini oluşturan kurumdur. Müze-i Hümayun'un ilk müdürü olarak Anton Dethier atanmış, ancak asıl gelişim Osman Hamdi Bey'in 1881 yılında müdür olarak atanmasıyla sağlanmıştır. Osman Hamdi Bey, Türk müzeciliğinin modern anlamda kurucusu olarak kabul edilir. Kendisi, arkeolog, ressam ve müzeci kimliğiyle, özellikle arkeolojik kazılar ve eserlerin sistematik bir şekilde toplanıp sergilenmesi konusunda büyük katkılar sunmuştur. 1891 yılında ise, Osman Hamdi Bey'in çabalarıyla, Müze-i Hümayun için özel olarak inşa edilen bina (bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi binası) hizmete açılmıştır.

Cumhuriyetin ilanıyla birlikte, Türkiye'de müzecilik alanında önemli değişimler ve gelişmeler yaşanmıştır.  Türkiye Cumhuriyeti, kültürel mirası koruma ve ulusal kimliği güçlendirme amacıyla müzeciliğe özel bir önem vermiştir. Bu dönemde, Osmanlı'dan devralınan müzecilik anlayışı çağdaşlaştırılmış, yeni müzeler kurulmuş ve mevcut müzeler Cumhuriyetin ideolojik ve eğitimsel hedefleri doğrultusunda yeniden yapılandırılmıştır.

Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, 3 Nisan 1924'te Topkapı Sarayı, padişahlığın sona ermesiyle müze olarak halka açılmıştır. Saray, Osmanlı İmparatorluğu'nun hazinelerini ve tarihini sergileyen bir merkeze dönüştürülmüş ve Cumhuriyetin ilk önemli müzecilik hamlelerinden biri olmuştur.

1925'te Ankara'da Etnografya Müzesi'nin temelleri atılmıştır. 1930 yılında tamamlanarak ziyarete açılan bu müze, Türk halk kültürünü ve geleneksel yaşam biçimlerini tanıtmayı amaçlamıştır. Bu, Cumhuriyetin Anadolu'nun yerel kültürünü öne çıkarma politikasının bir yansımasıdır.

Cumhuriyet, arkeolojik kazılara ve eski eserlerin korunmasına büyük önem vermiştir. Osman Hamdi Bey'in başlattığı çalışmalar devam ettirilmiş, yabancı arkeologların yanı sıra Türk uzmanlar da kazılara katılmıştır. Bu dönemde, Hitit, Frig, Lidya gibi Anadolu uygarlıklarına ait eserler gün yüzüne çıkarılmış ve müzelerde sergilenmiştir.

Büyük Atatürk, müzeciliği ulus-devlet inşasının bir parçası olarak görmüş ve bu alanda doğrudan teşviklerde bulunmuştur. Ankara'da Hitit Müzesi: 1921’de kurulan "Hittite Museum" (bugünkü Anadolu Medeniyetleri Müzesi), Cumhuriyetin Anadolu'nun kadim tarihine sahip çıkma çabasını simgeler. 1940’lı yıllarda modern bir bina ile genişletilen bu müze, Hitit eserlerini sergileyerek Türk tarihinin köklerini vurgulamıştır. Atatürk, müzelerin halkı eğitmek ve ulusal bilinci güçlendirmek için bir araç olmasını istemiştir. Bu doğrultuda, müzeler halka açık hale getirilmiş ve sergiler daha erişilebilir kılınmıştır.

Cumhuriyetle birlikte müzecilik sadece İstanbul ve Ankara ile sınırlı kalmamış, Anadolu’nun farklı bölgelerinde de müzeler kurulmuştur. İzmir Arkeoloji Müzesi şimdilerde kültür merkezi olarak kullanılan Aya Voukla Kilisesinde 1927’de başlayan çalışmalarla şekillenmiştir. Adana Arkeoloji Müzesi ve Antalya Müzesi 1937’de faaliyetlerine başlamıştır.

Bu müzeler, yerel buluntuların korunması ve sergilenmesi açısından önemli rol oynamıştır.

Cumhuriyet, müzeciliği kurumsal bir çerçeveye oturtmak için çeşitli düzenlemeler yapmıştır. 1933’te Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü kurulmuş, eserlerin korunması ve müzelerin yönetimi sistematik hale getirilmiştir. 1944’te “Taşınmaz Eski Eserler ve Anıtlar Kanunu” ile kültürel mirasın korunması yasalarla güvence altına alınmıştır.

Türkiye'de müzecilik eğitimi, modern anlamda bir akademik disiplin olarak Cumhuriyetin ilerleyen yıllarında şekillenmeye başlamıştır. Müzecilikle ilgili sistematik eğitim, öncelikle arkeoloji ve sanat tarihi gibi bağlantılı alanlarla iç içe gelişmiş, daha sonra bağımsız bir uzmanlık alanı olarak tanımlanmıştır.

Türkiye'de müzecilik eğitimi, doğrudan müzecilik üzerine kurulu bir programdan ziyade, ilk etapta arkeoloji ve sanat tarihi bölümleri üzerinden dolaylı olarak başlamıştır. 1930’lu yıllarda, özellikle İstanbul Üniversitesi’nde 1933’te kurulan Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü, müzecilikle ilgili temel bilgi ve becerilerin kazandırıldığı ilk akademik zeminlerden biri olmuştur. Osman Hamdi Bey’in mirasını devam ettiren bu eğitim, müzelerde çalışacak uzmanların yetişmesine olanak sağlamıştır. Ancak bu dönemde müzecilik, daha çok pratik deneyimle öğrenilen bir alan olarak kalmış ve teorik bir eğitimden ziyade uygulamaya dayanmıştır.

Müzecilik eğitiminin bağımsız bir disiplin olarak ele alınması, 20. yüzyılın ikinci yarısında hız kazanmıştır. 1960’larda müzelerin sayısının artması ve kültürel mirasın korunmasına yönelik farkındalığın yükselmesiyle, müzecilik eğitimi ihtiyacı daha belirgin hale gelmiştir. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde (DTCF) Müzecilik Kürsüsü kurulması, bu alandaki ilk önemli adımlardan biri olarak kabul edilir. 1966’da DTCF bünyesinde açılan Müzecilik ve Eski Eserleri Koruma Bölümü, Türkiye’de müzecilik eğitiminin resmi başlangıcı sayılabilir. Bu bölüm, eserlerin korunması, restorasyonu ve sergilenmesi gibi konuları kapsayan bir müfredat sunmuştur.  1970’lerde Hacettepe Üniversitesi’nde sanat tarihi ve arkeoloji programları içinde müzecilikle ilgili dersler verilmeye başlanmış, bu da müzecilik eğitiminin yaygınlaşmasına katkı sağlamıştır.

Türkiye’de müzecilik üzerine lisans düzeyinde eğitim veren ilk programlardan biri, Başkent Üniversitesi’nde “Müze Eğitimi” alanında 1983’te başlatılmıştır. Bu program, müzeciliği pedagojik bir yaklaşımla ele alarak, müzelerin eğitimsel işlevine odaklanmıştır.

Bugün Türkiye’de müzecilik eğitimi, genellikle sanat tarihi, arkeoloji veya kültürel miras yönetimi bölümleri içinde bir yan dal ya da uzmanlık alanı olarak sunulmaktadır. Ayrıca, bazı üniversitelerde doğrudan “Müzecilik” veya “Kültürel Miras ve Müzecilik” adıyla lisansüstü programlar bulunmaktadır.

İşte dün kaybettiğimiz Prof. Tomur Atagök, Türkiye’de müzecilik ve sanat tarihi alanında oldukça önemli bir isimdir. Kendisi benim master hocalarımdan biriydi.  Hem ressam hem akademisyen hem de müzeci kimliğiyle tanınan Atagök, özellikle Türkiye’de akademik müzecilik eğitiminin kurucusu olarak büyük bir etki bırakmıştır. 1989 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi bünyesinde Türkiye’nin ilk “Müzecilik Yüksek Lisans Programı”nı kurarak, müzeciliğin profesyonel bir disiplin olarak gelişmesine öncülük etmiştir. Bu program, müzelerin yönetimi, koleksiyonların korunması ve toplumla iletişim gibi konularda uzmanlaşmış profesyonellerin yetişmesini sağlamış ve Türkiye’de müzecilik anlayışının modernleşmesinde önemli bir rol oynamıştır.

Sanatçı kimliğiyle de dikkat çeken Atagök, yurtiçi ve yurtdışında çok sayıda kişisel ve karma sergiye katılmış, doğa ve kadın hakları gibi temaları eserlerinde işleyerek Türk çağdaş sanatına katkıda bulunmuştur. Akademik kariyerinde, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Resim ve Heykel Müzesi’nde müdür yardımcılığı gibi önemli görevler üstlenmiş, Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Sanat ve Tasarım Fakültesi’nin kuruluşunda yer almış ve 2004-2006 yılları arasında dekanlık yapmıştır.

Tomur Atagök, ilk kişisel sergisini 1966 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Galerisi’nde açtı. Yapıtları, yalnızca Türkiye’de değil, İngiltere, Fransa ve ABD gibi birçok ülkede sergilenmiş ve uluslararası alanda takdir edilmiştir. Çalışmalarında feminist bir sanat anlayışını ile çağdaş kadın  ve ayrıca doğa temasını ele almıştır.

Kadın sanatçıların görünürlüğünü artırmak için büyük çaba harcamış; kadın temalarını sanat yoluyla ifade eden sergiler düzenledi ve makaleler yazdı. “Çağdaş Türk Kadın Sanatçılar” adlı makalesi, feminist sanat anlayışının güçlü bir temsilidir ve sanata olan katkısının önemli bir kanıtıdır. Tomur Atagök Sivas'ta yitirdiğimiz 35 can anısına eserini bir ucundan yakmıştı

Müzecilik ve sanat eğitimine getirdiği yenilikçi bakış açısı, kadın sanatçıların görünürlüğünü artırma çabaları ve geniş kapsamlı çalışmalarıyla Tomur Atagök, Türkiye’nin kültür-sanat tarihinde iz bırakan bir figür olarak kabul edilir. 27 Mart 2025’te vefat etmesiyle, sanat ve akademi dünyasında derin bir kayıp olarak anılmıştır.

Tomur Hocamızı hep saygı ile anımsayacağız.