Her 8 Nisan’da bir rüzgâr eser; neşeli bir melodinin içinde hüzün, kahkahaların arasında gözyaşı taşır. Bu gün, Romanlar Günü’dür; bir halkın kimliğini, kültürünü, dansını ve dayanıklılığını kutlama günü. Ama aynı zamanda, o dans adımlarının altında yatan acıları, o melodilerin arasında gizlenen feryatları hatırlama zamanıdır. Çünkü Romanlar, yüzyıllardır göçebe ruhlarıyla yolları arşınlarken, bir o kadar da ötekileştirmenin, dışlanmanın ve en karanlık zamanlarda insanlık dışı zulümlerin gölgesinde yaşamışlardır.

1904 yılında basılmış bir Aydın kartpostalı

Romanlar, tarihin sayfalarında çoğu zaman görünmez bırakılmış bir halktır. Renkli kıyafetleri, sokakları şenlendiren müzikleri, özgür ruhlarıyla hatırlarız belki; ama ya o kıyafetlerin yırtıldığı, o müziklerin susturulduğu anlar? İşte 20. yüzyılın en kara lekesi, Hitler Faşizmi, bu halkın ruhuna en derin yaraları açan dönemlerden biridir. Nazi Almanyası, "üstün ırk" saplantısıyla Yahudileri hedef alırken, Romanları da aynı vahşetin kurbanı yaptı. Onlar, "Zigeuner" -Çingeneler- diye yaftalandı; kirli, aşağılık, yok edilmesi gereken bir leke olarak görüldü.

Kelimeler, o günleri anlatmakta yetersiz kalır. Romanlar, aileleriyle birlikte toplama kamplarına sürüklendi; Auschwitz, Buchenwald, Dachau gibi isimler, birer ölüm sahnesine dönüştü. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar… Hiçbir ayrım yapılmadan gaz odalarına gönderildi, zorla kısırlaştırıldı, insanlık dışı deneylerin kobayı yapıldı. Nazi belgelerinde "Porajmos" ya da "Samudaripen" diye anılan bu soykırım -Roman dilinde "yok etme" ya da "büyük yutma"- belki Yahudi Soykırımı kadar çok konuşulmadı, ama acısı bir o kadar derindi. Tarihçiler, 250 bin ila 500 bin Roman’ın bu dönemde katledildiğini tahmin ediyor; kimi aileler tamamen silindi, bir iz bile bırakamadan.

Bir anne düşün; çocuğunu kucağında sıkıca tutarken, tel örgülerin ardına sürüklendiğini. Bir baba düşün; ailesini korumak için çaresizce direnirken, son nefesini kampın soğuk toprağında verdiğini. Ya da bir çocuk; annesinin elini bırakmak zorunda kaldığında, o minik yüreğinde korkuyla dolup taştığını… Bu sahneler, Romanların kolektif hafızasında bir yara gibi kanar. Nazi subaylarının soğuk emirleri, köpeklerin havlamaları, dumanların gökyüzünü kapladığı o anlar, bir halkın ruhunu sonsuza dek değiştirdi.

Ama Romanlar, bu karanlığa rağmen pes etmedi. Onlar, tarih boyunca zincirlerle, önyargılarla, sürgünlerle sınandılar; yine de her defasında ayağa kalktılar. 8 Nisan, işte bu direnişin simgesi oldu. 1971’de, Londra’da toplanan Romanlar, "Biz buradayız, varız ve var olacağız" dediler. Kendi bayraklarını seçtiler -yeşil ve mavi, doğayı ve gökyüzünü; ortasında kırmızı bir tekerlek, özgürlüğü ve yolculuğu temsil eden-. Bir marş yazdılar, "Gelem, Gelem"; her notasından acının ve umudun birleştiği bir şarkı.

Bugün, 8 Nisan’da, Romanlar Günü’nde, o kamplarda yitip gidenleri anarken, bir yandan da hayata tutunanları selamlıyoruz.

Türkiye’de sokaklarda çiçek satan bir Roman kadını, elindeki papatyalarla umudu fısıldıyor.

Bulgaristan’da kemanıyla ağlatan bir müzisyen, her telde geçmişi ve geleceği birleştiriyor.

İspanya’da flamenko ile dans eden bir genç kız, alev gibi kıvrılırken özgürlüğün ateşini yakıyor.

Romanya’da, bir köyde eski bir karavanda hikâyeler anlatan bir dede, torunlarına miras bırakıyor.

Hindistan’da, Romanların kökenine uzanan Rajastan’ın tozlu yollarında şarkı söyleyen bir aile, binlerce yıllık bir yolculuğu hatırlatıyor.

Brezilya’da, sokak festivallerinde ritim tutan bir Roman davulcu, okyanus ötesine taşınan bir ruhu yaşatıyor.

Slovakya’da, soğuk bir kış gecesinde soba başında toplanan bir topluluk, dayanışmayla ısınıyor.

Hepsi, o zulmün gölgesinden sıyrılıp güneşe uzanan birer dal.

Bu gün, sadece bir kutlama değil; aynı zamanda bir yemin: "Bir daha asla!" deme cesaretidir.

Romanlar, tarihin onlara biçtiği "öteki" rolünü reddediyor. Onlar, neşeleriyle, gözyaşlarıyla, hikâyeleriyle insanlığın bir parçası. 8 Nisan, bu hakikati haykırır: Romanlar yaşıyor, direniyor ve hatırlıyor. Hitler’in faşizmi, bir halkı yok edemedi; çünkü o halk, her şeye rağmen, kalbinin attığı yerde umudu yeşertti.

Biraz da tarihsel bilgi:

8 Nisan, ilk kez 1990 yılında Polonya’nın Serock kasabasında toplanan Dördüncü Dünya Roman Kongresi’nde "Dünya Romanlar Günü" olarak kabul edildi. Bu karar, 7-12 Nisan 1971 tarihinde Londra yakınlarındaki Chelsfield’da gerçekleşen Birinci Dünya Roman Kongresi’ni onurlandırmak için alındı. 1971’deki kongre, Romanların uluslararası düzeyde bir araya gelerek kimliklerini, kültürlerini ve haklarını tartıştığı ilk büyük toplantıydı.

Romanlar Günü, Roman halkının tarih boyunca maruz kaldığı ayrımcılık, ötekileştirme ve sosyal dışlanmaya karşı farkındalık yaratmayı hedefler. Aynı zamanda, Roman dilinin (Romanes) ve kültürünün korunması ve yaşatılması için bir dayanışma günü olarak görülür.

Romanlar, kendilerine özgü müzik, dans, gelenek ve yaşam tarzlarıyla dünya kültürlerine renk katan bir topluluktur. 8 Nisan, bu zengin mirasın kutlandığı bir gün olarak öne çıkar.  Romanlar, yüzyıllardır eğitim, istihdam, barınma ve sağlık gibi temel haklara erişimde zorluklarla karşılaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi rejimi tarafından soykırıma uğrayan Romanlar, günümüzde de ırkçılık ve önyargılarla mücadele etmektedir. Bu gün, bu sorunların tartışılması ve çözüm yollarının aranması için bir fırsattır.

Türkiye’de 8 Nisan, 2021 yılında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imzaladığı bir genelgeyle resmi olarak "Romanlar Günü" olarak kutlanmaya başlandı. Genelgede, Roman vatandaşların eğitim, istihdam ve iskân gibi sorunlarının çözümüne hız verilmesi, ayrımcılığın ortadan kaldırılması ve Roman kültürünün korunması hedefleri vurgulandı. Bu kapsamda, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı koordinasyonunda çeşitli etkinlikler düzenlenmesi kararlaştırıldı.

Neşeli ve sevgili dostlarımızı kutluyoruz.

Yunanistan-Attika üretimi, dans eden kanatlı bir kadın şeklinde yapılmış lekythos (yağ şişesi). MÖ. 4. Yüzyılın ilk yarısından…. Roman havası oynayan çingenelerin el şıklatma hareketine ne kadar benziyor değil mi?