Uzak ülkelerden birinde, denizlerin burkaç dipsiz derinliklere indiği fırtınalı enginlerde, devlerin ve canavarların ulaşamadığı, ormanların kekik ve nane koktuğu, gökyüzünün pembe renginin gün batımları menekşe rengine karıştığı, perilerin kanat çırpıp uçuştuğu, bin bir renkli bülbüllerin ötüştüğü, çocukların hiç aç yatmadığı ve annelerin tek bir damla göz yaşı dökmediği bir masal diyarı varmış.

Güneş Tanrısı Ra’nın memleketi derlermiş adına. Okyanuslardan esen ılık meltemlerin üflediği tozları, bu kimseciklerin bilmediği topraklara savuran krallar kralı Ra! Işık zerreciklerinin bilgeliğiyle insanı yaratan ve aydınlatan derviş… Ölümü yasaklamış tüm çocuklara ve çocuklar büyüyünce kadar annelere. Zaten çocuklarını büyüttükten sonra kalmak istemezmiş ki anneler. Tanrı Ra’ya yalvarırlarmış; kimsesiz çocuklara annelik yapmak için başka bucaklara göç sancısı düştüğünden yüreklerine.

Ceylanlar, keklikler, kaplumbağalar, tavşanlar, aslanlar, kaplanlar, kurdu kuzusu, domuzu ayısı, börtü böceği bir arada barış içinde yaşarlarmış Tanrı Ra’nın memleketinde. Her birinin her daim karnı tok, sırtı pekmiş zira. Tanrı Ra, öyle bir adil bölüşüm yapmış aralarında; kimsenin hakkı kimseye geçmeyecek; tabiat ana ne verdiyse eşit olarak bölüşülecek; ağrısı sızısı olanın, ağrısı sızısı dindirilinceye dek yardımlaşma yapılacak; geceleri ağlayan bebeler bir gün ayı, bir gün kaplan, bir gün ceylan tarafından sırayla beşikte sallanacak; sütü olan, annesinin sütü az olan eniği emzirecek; kaplumbağalar yemişleri toplayacak, tavşanlar ayıklayacak, kurtlar sofra kuracak, cümbür cemaat yenecek; ateşler hiç söndürülmeyecek; geceleri yalnız ay ışığını seyretmek isteyenler nöbet tutacak… İşte böyle bir büyülü alemmiş bu cennet köşesi…

Üstelik de Tanrı Ra’nın hiçbir beklentisi yokmuş ışığın evlatlarından. Evet; O, hayvanıyla, çiçeğiyle, kelebeğiyle, insan soyundan geleniyle tekmiline birden “evlatlarım” dermiş; “Nurun kudretinden, haşmetinden ve mucizesinden şüphe duymayın; size açtığım kapılar ilelebet kapanmaz, güvenin; ürettikleriniz, paylaşmayı bildiğiniz sürece tükenmez müsterih olun… Yalnızca bir tek kuralım var. Etrafınızdaki her şeye sevgiyle bakın!”

Tanrı Ra, böyle buyurmuş buyurmasına ama… Yine de evrenin en şanslı köşesinde, meleklerle hurilerin bile imrendiği bu cennet diyarındaki asude hayat alt üst olmuş, hem de göz açıp kapayıncaya kadar… Aslanlar, kaplanlar, sırtlanlar, yılanlar ve bilumum mahlukat değilmiş Tanrı Ra’nın emrine itaat etmeyen; kara bulutlar, korkunç fırtınalar, köpüren azgın dalgaların yuttuğu ağaçlar hiç değil…

Kimmiş peki Tanrı Ra’yı üzen? Bir tek kurala dahi uymayı beceremeyen? Oburluğuyla, bitmez tükenmez hırslarıyla, Kaf dağını aşan kibriyle, kıskançlıkları ve dindiremediği şehvetiyle kimmiş çevresindeki her şeye sevgi yerine öfke ve kinle bakan? Kimmiş ama kimmiş Tanrı Ra’ya başkaldıran?