Demokrasi tanımını kendi algılarına göre yorumlayan profesör ve gazeteci ünvanlı kimi sözde entellektüeller 'darbelere karşı çıkmanın' demokrasiyi savunmak anlamına geldiğini sanıyorlar.
Evrensel anlamda demokrasi 'anayasal bir rejime ve kuvvetler ilkesine dayalı, laik bir yönetim şekli' olarak tarif edilir.
Anayasa ile hukukun güvence altına alınması ve laiklik ilkesi demokrasinin olmazsa olmaz iki koşuludur.
Bir ülkede;
1- Tıpkı 12 Eylül 1980 dönemi öncesinde olduğu gibi kan gövdeyi götürüyor, ülke neredeyse iç savaşın eşiğine gelmiş ve anayasal rejim ile birlikte hukuk güvencesi kalmamış ise;
2- Tıpkı 28 Şubat 1997 dönemi öncesinde olduğu gibi laik düzen tehlikeye girmiş ve ülkenin yönetiminde olanlar söylem ve eylemleriyle laik düzeni açıkça tehdit ediyor ve İslami düzeni getirmek için açıkça şiddet kullanmayı ima ediyorlar ise;
3- Anayasa; 'anayasayı ve laik düzeni yıkmaya yönelik girişimleri' durdurmak ve engellemek görevini 'anayasada belirtildiği üzere, demokrasiyi ve cumhuriyeti korumak adına orduya vermiş ve bunu emretmiş ise;
12 Eylül ve 28 Şubat darbesini yapanlar anayasının kendilerine görev emri olarak verdiği yasaları uygulamışlardır.
Asıl, bu yasaları uygulamasalardı, tarih ve toplum önünde suçlu durumuna düşmüş olurlardı.
Ne yazık ki, o dönemlerde anayasadan aldıkları gücü kullanan askerler 'anayasal ve laik düzeni' korumak istedikleri için, bugün 'demokrasi düşmanı, faşist yaftalarıyla' adeta vatan haini ve suçlu ilan edilmişlerdir.
Darbe sonrası dönemdeki hukuksuzluklar, işkence ve idamlar, darbe anayasası ve getirdiği kurumlar elbette demokrasiye aykırıdır ve tüm sorumluları yargılanmalıdır.
Ancak burada sapla samanı karıştırmamak gerekiyor.
Darbeye giden sürecin aktörlerini, bu sürece sessiz kalanları ve destekleyenleri yargılamadan 12 Eylül ve 28 Şubat sanki sebepsiz, saiksiz, sırf asker 'diktatörlük özlemini tatmin etsin' diye olmuş gibi, tüm bu süreçlerin sorumluluğunu askerin üzerine yıkmak ve buna dayanarak askeri toplum gözünde yerden yere vurmak, demokrasiyi savunmak demek değildir, büyük bir haksızlıktır ve düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmeye hizmet etmektedir.
Kendini halkın sözcüsü zanneden iktidar yardakçıları, halka 'demokrasinin, çoğunluğun yönetimi' olması gerektiği gibi bir anlayışı pompalamaya çalışırken bir şeyi gözden kaçırıyorlar.
O 'çoğunluk' diye öve öve bitiremedikleri aynı kamuoyu, 12 Eylül'de de, 28 Şubat'da da darbecileri desteklemiş ve şakşaklamıştı. Tıpkı şimdiki iktidarı şakşakladıkları gibi!
12 Eylül ve 28 Şubat'ı yapanları toplum gözünde küçük düşürmeye ve mahkum etmeye çalışanlar, öncelikle darbecilerin bu teşebbüslerinin anayasaya dayandığı için meşru sayıldığı gerçeğini ve toplumun çoğunluğunun da buna ses çıkarmadığını ve kabul ettiğini teslim etsinler.
Va ancak ondan sonra; 'Aaaa bakın bugün 12 Eylül ve 28 Şubat darbecilerinin yargılanmasına kimse sesini çıkarmıyor, yaşasın herkes destekliyor, işte gerçek demokrasi budur' diye zil takıp oynama hakkını kendilerinde görsünler.
Zira, bu ahmaklar farkında değil ama, çoğunluk asker ve yurtseverlerin tutuklanmasına; en ufak bir konuda itiraz edenlerin bile yargılanmadan ve uyduruk bahanelelerle yıllarca kodeste tutulduğunu bildiği için, muhtemelen korkusundan sesini çıkaramıyor.
Yani ülke çok ileri demokrasiye kavuştuğu için değil, demokrasi bu kez tamamen tarihe gömüldüğü için!
Bunlar da meydanı boş buldular, kendi ordularını neredeyse düşman ordusu düzeyinde halkın gözünde aşağılamayı ve yeni nesilleri askerden adeta nefret ettirmeyi 'demokrasi havariliği' diye yutturmaya çalışıyorlar.
Bağımsız dediğimiz yargının ve savcıların! bunlara ses çıkarmamasını ise 'demokarsi şöleni' olarak empoze edebiliyorlar…
Neymiş, çoğunluk destekliyormuş!
Şimdi adama sormazlar mı; çoğunluk 12 Eylül 1980 öncesi birbirini boğazlarken ya da 28 Şubat 1997 öncesi 'İslami düzen gerekirse kanla kurulacak' diyenlere karşı sesiz kalırken, o pek heveslisi gibi göründüğünüz demokratik rejimin en temel ilkesi laik düzen tehdit altında iken
neredeydiniz?
Bugün yaşadıklarımıza çoğunluğun desteği değil, olsa olsa çoğunluğun sessizliği denir…