Bugün çok önemli ve özünde çok siyasi bir gün… 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü olarak anılmaktadır. Bu gün, 1981 yılında Dominik Cumhuriyeti’nde üç kız kardeş olan Mirabal kardeşlerin, diktatörlüğe karşı mücadele ettikleri için öldürülmeleri anısına belirlenmiştir. Birleşmiş Milletler, 1999 yılında bu tarihi resmi olarak kabul ederek, kadınlara yönelik şiddetin önlenmesi ve farkındalığın artırılması amacıyla uluslararası bir eylem günü ilan etmiştir.
Kadına yönelik şiddet, fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel boyutlarıyla toplumsal bir sorun olarak ele alınmakta ve bu gün, farkındalık yaratmak için çeşitli etkinliklerle dünya genelinde anılmaktadır. Kampanyalar genellikle kadın haklarının korunması, şiddet mağdurlarına destek verilmesi ve bu tür olayların önlenmesi için politikalar geliştirilmesini hedefler.
Bu bağlamda 25 Kasım, kadınların hak ve özgürlüklerini savunma çabalarını vurgulamak açısından önemli bir tarih olarak kabul edilir.
Bu konuda etkinlik düzenleyen tüm belediye başkanlarını öncelikle kutluyorum. Maçlara konuyla ilgili pankartlarla çıkan kulüplerimizi de tebrik ediyorum. Ancak…
Kadına yönelik şiddet, dünyadaki en yaygın insan hakları ihlallerinden biridir. Kadınların yüzde 35’inin hayatlarında eşleri veya yabancı biri tarafından fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldığı tahmin edilmektedir.
Ancak mevcut BM anlaşmalarında bu konuya doğrudan atıfta bulunan hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Bu kabul edilemezdir. Dünyanın kadınlara yönelik şiddet konusunda yeni bir BM anlaşması geliştirmesinin zamanı gelmiştir.
Herkesin samimi olması gerek başta da BM’nin!
BM anlaşmasında belirtilen uluslararası, yasal olarak bağlayıcı hükümlerin olmaması, ülkeleri aile içi şiddete, zorla evlendirmeye ve diğer birçok ihlale verdikleri yanıtlardan sorumlu tutmada zorluklar yaratmaktadır.
BM’nin kadın hakları konusundaki birincil aracı, 1979’da kabul edilen Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Dair Sözleşme’dir (CEDAW). Bu sözleşmede kadınlara yönelik şiddetten açıkça bahsedilmemektedir, ancak CEDAW Komitesi (sözleşmenin izleme organı) konuyu kendi yetki alanının bir parçası olarak yorumlamaktadır.
1992’de komite, şunları belirten 19 Numaralı Genel Tavsiye Kararını yayınladı: Cinsiyete dayalı şiddet, kadınların erkeklerle eşit haklara ve özgürlüklere sahip olmalarını ciddi şekilde engelleyen bir ayrımcılık biçimidir. Bu yorumu kullanarak, CEDAW Komitesi sıklıkla devletlere kadınlara yönelik şiddetle ilgili tavsiyelerde bulunur.
1994’te, kadınlara yönelik şiddet, nedenleri ve sonuçları konusunda ilk BM Özel Raportörü atandı. Buna rağmen, temel zorluk, BM organları tarafından kadınlara yönelik şiddet konusunda yapılan tüm açıklamaların “yumuşak hukuk” olması, yani devletler için bağlayıcı olmamasıdır.
BM düzeyinde küresel, yasal olarak bağlayıcı bir antlaşmanın olmaması nedeniyle, bazı bölgeler meseleyi kendi ellerine aldılar. 2011 yılında Avrupa Konseyi, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Sözleşmesi’ni kabul etti.
İstanbul Sözleşmesi, kadınlara yönelik şiddet konusunda bir BM antlaşmasının geliştirilmesi için iyi bir başlangıç noktası sağlayabilirdi. Kapsamlıdır ve devletlere kadınlara yönelik şiddeti önlemek için önlemler alma konusunda ayrıntılı yükümlülükler getiriyordu.
Zorla evlendirme, takip, psikolojik şiddet ve zorla kürtaj gibi belirli konuları kapsar; bunların hepsi kadınlara yönelik şiddet konusunda herhangi bir küresel antlaşmada ele alınmalıdır.
Ülkelerin ceza adaleti ve medeni hukuk sistemlerinin kadınlara yönelik şiddete yanıt vermede etkili olmasını sağlamanın yanı sıra, İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olan ülkeler, toplumda kadınlara yönelik şiddeti çevreleyen sorunlar konusunda farkındalık yaratmak için adımlar atmalıdır. Ayrıca mağdurlara destek sağlamalı ve mağdurlarla temas kuran profesyoneller için yeterli eğitim sağlamalıdırlar.
Avrupa Konseyi’ndeki devletlerin büyük çoğunluğu İstanbul Sözleşmesi’ni onaylamış veya bunu yapma niyetini belirtmiştir. Bu belirgin hazır olma hali, dünyadaki diğer ülkelerin kadınlara yönelik şiddet konusunda küresel bir sözleşmeye imza atmaya istekli olabileceğinin bir göstergesi olabilir.
Kadınlara yönelik şiddet konusunda herhangi bir yeni BM sözleşmesinin nasıl izleneceği konusunda dikkatli bir değerlendirme yapılması gerekecektir. BM insan hakları sözleşmelerinin tümü kapsamlı uygulama zorluklarından muzdariptir ve yeni bir BM sözleşmesinin de farklı olması olası değildir.
Şu anda BM’de kadınlara yönelik şiddet konusunda yeni bir antlaşma kabul etmek için yaygın bir siyasi irade görünmüyor. Geliştirilmesi uzun ve zorlu bir süreç olacaktır. Ancak kadınlara yönelik şiddet konusunda hala yasal olarak bağlayıcı, küresel hükümler olmaması haklı gösterilemez.
Türkiye’de de kadın cinayetleri ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, önemli bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadelede hem yasal düzenlemeler hem de farkındalık kampanyalarıyla önemli adımlar atmış olsa da sorun hâlâ çok ciddi bir boyutta…
Türkiye’de her yıl yüzlerce kadın cinayeti kaydediliyor. 2023 ve içinde bulunduğumuz 2024’te kadın cinayetlerinde artış görüldü ve kadınların önemli bir kısmı, mevcut ya da eski partnerleri tarafından öldürüldü.
Öte yandan ev içi şiddet de dünya ortalamasının üzerinde… Türkiye’deki kadınların yaklaşık yüzde 38’i hayatlarının bir döneminde fiziksel veya cinsel şiddete maruz kaldıklarını belirtiyor… Çocuk yaşta evlilikler, özellikle kırsal kesimlerde hâlâ yaygın.
Türkiye, 2011 yılında İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayan ilk ülke olmasına rağmen, 2021 yılında sözleşmeden çekildi. Bu durum, kadın hakları savunucuları tarafından büyük tepkiyle karşılanıyor. Kadına yönelik şiddetin önlenmesi ve şiddet mağduru kadınların korunması amacıyla yürürlükte olan 6284 Sayılı Kanun, önemli bir yasal düzenleme olarak kabul ediliyor. Ancak uygulamada yeterli denetim ve etkinlik sağlanamıyor.
Türkiye’de kadın hakları savunucuları, sivil toplum örgütleri ve medya, farkındalık yaratmak için yoğun çaba sarf ediyor ama ne yazık ki kadına yönelik şiddetin önüne geçilemiyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda bilinç eksikliği, ekonomik bağımlılık ve bazı ataerkil normlar bu çabaları zorlaştırıyor.
Biz de her yıl olduğu gibi bu 25 Kasım’da da havanda su dövüyoruz!