Tarih hep birbirini tekrarlayan benzer olaylardan yani tekerrürden mi ibarettir sadece? Aslında tarih biraz da ironidir.
İronik olan; yeninin, eskinin akıbetine uğramasıdır. Yeni dönüşürken ve gelişirken, eskinin popüler olması ile yeninin artık demode olmasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken; giyim, kuşam, davranış, adap, sanat ve eğitim anlayışından, ekonomik ve idari atılımlara dek yeni bir yaşam tarzı topluma empoze edilmeye çalışılmıştı.
Bu 'yeni hayat' anlayışı; çağı yakalamak ve toplumu batı değerleri yönünde evirmek gibi iyi niyetli amaçlar taşısa da yaygınlaşamadı…
Küçük bir azınlık dışında, geri kalan kesimler, geleneksel değerlerle olan bağlarını, bir şekilde sürdürdüler.
Yaşamın diyalektiği insanları ancak belli mesafelere kadar gerçekçilikten uzak tutabilir. Bizdeki Batı özentisi ya da batılılaşma hevesi, bu nedenle sınırlı bir çerçeve içinde kaldı. Köyündeki evinin dışına çıkamayan, okuma yazma dahi bilmeyen insanların Mozart dinlemekten zevk alması ya da bir kadının içki masasında erkeklerle kadeh tokuşturmasının normal karşılanması beklenmemeliydi zaten…
Ama öyle olmadı!
Zenginlikleri, rütbe ya da mevkileri sayesinde Batı'yı gören, ziyaret eden ya da orada kalan kesimler ile Batı'nın kültürel değerleri ile bir şekilde tanışan ve ilişkisini devam ettiren kesimler, bu değerleri benimsedikçe, geleneksel değerlerden de o derecede uzaklaşır ve hatta küçümser oldular.
Tepeden ve horlayıcı bakış, yalnızca bu azınlık çevresi içinde kalan bir tutum olsaydı belki sorun olmayacaktı. Ancak iktidar ve iktidarın yanındaki güç odakları da bu azınlığın egemenliğinde olduğu için, iletişimin son derece kısıtlı olduğu dönemlerden beri toplum, sırf bu azınlığın zevk ve üslubuna göre dizayn edilmek istendi. Üstelik azınlıkta olan bu seçkinler zannetti ki; kendi yaşam biçimleri ve ilişkileri bir rol modeli oluşturur ve toplumun diğer kesimleri de onları takip eder.
Oysa realite ile 'zan' aynı şeyler değildir.
Hiç düşünmediler ki bırakın Paris'e, Londra'yı gitmeyi, hayatında bir kez bile deniz görmemiş ya da kıraathane ve ev toplantıları dışında sosyal ortamda bulunmamış insanlardan, bilmedikleri bir dünyayı (Batı'yı) tanımaya çalışmalarını beklemek saçmalıktır.
Dolayısı ile seçkinlerin karşısında yer alan sıradan insanlar dediğimiz geniş halk yığınları, Batı'yı takip etmek yerine taklit etmek zorunda kaldılar.
Böylece Batılı değerlerin toplumsal tezahürleri, gelenekçi kesimin baskın görünürlüğü karşısında hızla azalmaya başladı. Bugün hala anlamakta zorlandığımız bu açmaz, sanırım evrim yasasının şu temel formülü ile aşılabilir;
'Canlıları biçimlendiren en önemli faktör, içinde yaşadıkları maddi yani çevresel koşullardır.'
Bu sebeple, yeni bir Türkiye yaratıldığı iddialarına bu pencereden bakıldığında görünen; geçmişte modernliği ya da yeniliği temsil eden bütün anlayış ve değerlerin, 'gelenekçi değerlerin' gölgesinde gerilediğidir.