Rotary’nin çok sayıda etkinliğinde ve başka toplantılarda sevgili arkadaşım Salim Kadıbeşegil bu başlıkla konuşmalar yapardı 10-15 yıl önce… Keyifle dinlerdik, bir çok insan örnek aldı bu konuşmaları, bir çok insan lafları ezberlemesine rağmen hayatına uygulayamadı, kolay değil teori ile pratiği eşleştirmek…
Hayat gerçekten de böyle. Son zamanlarda Salim’in “is bırakmak, iz bırakmak” persfektifinden baktığımda olup bitene. Hayatı boyunca hiçbir şey olmamış insanların fırsat bu fırsat deyip “is” bırakmaya çalıştıklarına tanık oluyorum. İs sonuçta kötü bir şey ama bir poyraza bakıyor dağılıp gitmesi.
İz bırakmak öyle mi. Ülkeye ve dünyaya iz bırakmış insanları anlatmaya ömrümüz yetmiyor, anmaya doyamıyoruz.
Özetle bıraktığınız iz de is de ömür boyu peşinizde…
Salim sonuçta bu konuda yaptığı konuşmaları, yazılarını bir kitapta toplayarak iyi bir işe imza attı. Kitap Cinius yayınlarından çıktı, kitaplıkta bulundurmak gerek. Babası Seyfettin Kadıbeşegil ile Türk düşün, kültür ve edebiyat yaşamına; resimleri, tiyatro ve müzikal çevirileri, şiirleri ve aylık Oluşum dergisinin yayımcısı olarak büyük katkı veren annesi Fahrunnisa Kadıbeşegil’in anısına yayımlanmış bir kitap.
Salim dostumuz, bu kitabı hazırlarken içeriğin aktarılmasında en pratik yolun “Yaşamda İZ” bırakmakla ilgili kendisine yöneltilen sorular onun da bu soruları yanıtlaması şeklinde bir format olmasına çalışmış. İlk sorular ve cevapları kitap hakkında iyi fikir veriyor:
“Önce aklımdaki soruyla başlayalım: insanın ‘ben İZ bırakmak için yaşayacağım’ diye bir hedefi olabilir mi?”
Haklısın. Şunu söylemem gerek; insanlar İZ bırakmak için yaşamazlar. Bu gezegene bir İZ bırakmak amaçlı bir yaşam tasarımı da olmaz. Erken yaşlarda ben şunu şunu yapacağım ve böylece dünyaya İZ bırakacağım diye bir hedef de olmaz, olamaz! Hatta bu gezegene İZ bırakmanın tanımı bile yapılamaz. John Lennon’un dediği gibi; “hayat siz planlar yaparken, başınıza gelenlerden ibarettir”.
Yaşarken bir yerlere sürükleniriz. Durup geriye baktığımızda durduğumuz yer hiç de ergenlik yıllarında planladığımız bir yer değildir. Geride mutluluklar olduğu kadar pişmanlıklar da vardır. İnişler vardır, çıkışlar vardır. Değerlerimizi sorguladığımız anlar vardır. O an durduğumuz yerden baktığımız bir “gelecek” vardır. Tüm bunlar, “kim olduğumuz”, “yaşamın içinde hangi mücadelelere hazır olduğumuz”, “hangi ilişkileri hangi ilkelerle yönetmemiz gerektiği ile ilgili” düşüncelerin içinde bir “kimlik bunalımı” sorgulamasına kadar gidebilir.
Kıymetini bilenler için “zaman” bir öğretmendir. Bu süreç kimliğimizi şekillendiren her türlü hammaddeyi bize cömertçe sunar. Sevgi, barış, hoş görü, kavgalar, küskünlükler, aşklar, sevdalar, ayrılıklar hep zaman makinesinin içinde birlikte karılırlar. Duyguların bir oyun hamuru içinde kimliğimize dönüşmesi bunları zaman içinde nasıl yaşadığımızla ilgili değil mi?
“Senin bu kavramlarla ilgili hikayen nasıl başladı? Nasıl bir motivasyon seni bu konuda düşünmeye itti. İZ bırakmak veya İS bırakmak meselesi gündemine nasıl girdi? Buradan başlayayım. Yani işin felsefesi!”
Bu başlık altında uzun yıllardır çok sayıda konuşma yaptım. Ama iki tanesi diğerlerinin önüne çıkıyor. Biri, Ağustos 2022 de İzmir’de yapılan TEDx konuşması, diğeri ise 2012 yılında İstanbul’da yapılan Uluslararası Kurumsal Yönetim Konferansı. Her iki konuşmamın notları ve hazırlıkları üzerinden yola çıkarak kendi hikayemle ilgili bir şeyler söyleyebilirim.
Notlarımın genel çerçevesi şöyle: 20. yüzyıl için kodlanan tüketim toplumu sanayi devriminin beklentilerini fazlasıyla karşıladı. Burada bize düşen “tüketici” rolünün hakkını gerçekten verdik. “Aferin” beklerken bu yaşam biçimimiz ile aslında gezegeni tükettiğimiz gerçeği ile buluştuk. Adımız tüketici idi ama arka planında pek de görmek istemediğimiz gerçekler vardı. Örneğin insan haklarını halının altına süpürmüştük. Gelir dağılımındaki adaletsizliğin neden olduğu yoksulluk ve açlık ve bunlarla ilgili dramatik sonuçları yansıtan ve her gün bir şekli ile tanık olduğumuz görüntüler mağazaların alıveriş kasalarında satın aldıklarımızın kutsadığı mutluluğumuzun önüne geçemiyordu.
Yüz milyonlarca insanı savaşlarda tükettik… Doğayı tükettik… Hayvanları, bitkileri tükettik… Ahlâkı, erdemi tükettik. Yakın bir gelecekte de iklim krizi de bizi tüketecek!
Bu tüketim zihniyeti nedeniyle sadece gelecek kuşakların değil kendi yaşamımızı da kararttık. Karbon, su, plastik ayak izlerimiz ile kapkara bir dünyanın perde arkasında değil sahnedeki oyuncuları olduk. Yani istisnasız hepimiz İS bıraktık misafir olduğumuz bu dünyadan geçip giderken.
Yaşanmışlıkları başa saramayacağımıza göre bu yaşam yolculuğunu yaparken yolumuza çıkan bazı insanların neleri kendilerine dert ettiklerini merak etseydik, onların sesine kulak verseydik, çözüm önerilerini destekleseydik acaba kendimize daha kaliteli bir yaşam armağan edebilir miydik gibi bir soru kafamı kurcalamaya başladı.
Her ne kadar İZ bırakmanın bir formülü veya şablonu olamayacağını peşinen kabul etsek bile bu kavramsal gezinti içinde bir şeylerin bizi heyecanlandırması mümkün olabilir mi? Yaşamın tüm alanlarının kirlenmişliğinde olması gereken davranışlar, düşünceler, eylemler “vicdan, kanaat ve adalet” sorgulamasına taşıyor bizi. “Birileri” bu sorgulamanın çözümleri içine çekiveriyor duygularımızı. Tereddütsüz o çözümlerin bir parçası halinde buluveriyoruz kendimizi. İZ bırakanların kapıları açılıveriyor.
***
Sevgili dostumuzun aklına sağlık…