Gönül Soyoğul sordu, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Füzün üniversitenin durumu, hayati projeleri ve ülke sağlık sistemine kadar uzanan geniş bir yelpazede çarpıcı yanıtlar verdi.

13 fakülte, 4 yüksek okul, 7 meslek yüksek okulu, 1 konservatuar, 10 enstitü, 48 araştırma-uygulama merkezi, 3 bin personel, 60 bin öğrenci.
Alsancak'tan Balçova'ya, Bornova'dan Buca'ya, Karabağlar'dan Torbalı'ya, İnciraltı'ndan Urla'ya, Seferihisar'dan Foça ve Bergama'ya kadar oldukça geniş bir bölgeye, 13 farklı yerleşkeye yayılmış bir eğitim kurumu… İzmir'in ikinci büyük üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi…
30 yıl önce mesleğe başladığımda 'doğum sancıları' çeken bu kurumun kurucu rektörü olan merhum Prof. Dr. Ömer Yiğitbaşı, yaptığım röportajda, Dokuz Eylül'ün sancılarını ve 'bebek adımlarını' anlatmıştı..
Dokuz Eylül Üniversitesi'nin 5. rektörü olan Prof. Dr. Mehmet Füzün ise 3 Şubat Pazar akşamı EGE TV'de yayınlanan 'Nokta'da, artık genç bir yetişkin olan üniversitenin başardıklarını/sorunlarını ve gelecek hedeflerini anlattı.
Hem samimiydi sayın Füzün, hem de beklediğimden de cesur.
Hükümetin sağlıkta attığı adımlara 'devrim' derken, üniversite hastanelerinin kan kaybından da söz etti; Türkiye'nin sayılı cerrahlarından bir hekim olarak performans sisteminin yanlışlığından da… Yüksek Öğretim Kanunu'nun tümüyle revize edilmesinden de… En tartışmalı konulardan rektörlük seçimlerinin mutlaka değiştirilmesinden de…
Benim açımdan, 'yüksek volümlü' bir röportajdı, bakalım size ne düşündürtecek?
GÖNÜL SOYOÐUL: Bu kadar büyük bir kurumun ve 13 farklı yere yayılmış bir üniversitenin rektörüsünüz. Zaten zor olan bir görevi daha da zorlaştırmıyor mu bu dağınık yerleşim?
MEHMET FÜZÜN: Gerçekten çok zor. Daha evvelden de bir konuşmada söylemiştim, ben rektör oluncaya kadar dünyanın en zor işinin cerrahi asistanlığı olduğunu sanırdım. Cerrahi asistanlığı özellikle çok zordur. Sabaha kadar nöbet tutarsınız, ertesi gün ameliyata girersiniz, hocadan azar işitirsiniz, yetmez o akşam 11'e kadar kalırsınız vs... Hakikaten çok zordur. Rektör olduktan sonra gördüm ki cerrahi asistanlığı solda sıfır kaldı.

SOYOÐUL:O kadar yani…
FÜZÜN: O kadar... Hele hele sizin söylediğiniz gibi böylesine büyük bir devasa kurumda bürokrasinin de çok ağır olduğu ülkemizde ki bunu da göz ardı etmemek lazım... Öğrencisinin çok fazla olduğu, çok zengin, çok hırslı, çok meraklı ve çok ileri gidici öğretim üyelerinin bulunduğu bir ortamda gerçekten işler çok fazla... 'Çok mu şikayetçisiniz?' derseniz hayır ama gerçekten zor… Ama birilerinin bu işi yapması lazım, ben de onurla bana verilen bu görevi yapmaya çalışıyorum.
SOYOÐUL:Geldiğiniz andan itibaren yerleşkeyle bu bir kampüs altında toplama çalışmalarında bulunduğunuzu da biliyoruz. Ne durumda ve ne kadarı bunun birleşebilecek en azından? Ve bu İzmir içine dağınıklık sözünü ettiğiniz bürokrasi de hesaplandığında ne kadar sürede toparlanabilecek?
FÜZÜN: Aslında biz o görüşten vazgeçtik. Daha doğrusu o görüş daha önce düşünüldü… Tek yerde toplanabilir mi? Fizibıl değil... Birçok yönden de uygun değil. Ama şunu düşünüyoruz… Bundan sonra İzmir dışındaki şehirlerde veya ilçelerde açacağımız okulları dışarda tutarak söylüyorum, adres ana kampusumuz olan Tınaztepe olacak. O yüzden o kampusumuzu geliştirmeye ve büyütmeye çalışıyoruz. Onun yanı sıra ikinci büyük kampusumuz Sağlık Sanat Yerleşkesi dediğimiz bizim Balçova'daki yerimiz… Biliyorsunuz ki orada Tıp Fakültesi, Hemşirelik Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Konservatuar'ın yanı sıra Fizik Tedavi Meslek Yüksek okulu, Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek okulu gibi birçok okulumuz var. O da orada kalacak. Şüphesiz onun da alanı belli... Onun dışındaki yerler belki zamanda içinde Tınaztepe'de toparlanabilir diye düşünüyorum. Ama şu andaki bizim hedefimiz Tınaztepe'deki başlamış olduğumuz Hukuk Fakültesi ve Rektörlük Binası'nı kısa vadede bitirmek, ondan sonra önümüze bakarız. Çünkü o zaman dışarıda fakülte olarak İlahiyat Fakültesi kalıyor. Biliyorsunuz Hatay'daki Hukuk Fakültesi Tınaztepe'ye giriyor zaten… İktisat Fakültesi ve Eğitim Fakültesi Buca'da kalıyor. Onları kısa vadede Tınaztepe'ye almayı düşünmüyoruz. O da fizibıl değil, çünkü onların binaları gayet güzel, belki geliştirebilir, alanları da gayet güzel... Dolayısıyla Dokuz Eylül Üniversitesi şehrin içinde halkla beraber yaşayan dağınık yerlerde üniteleri olan bir üniversite gibi kalacak görünüyor şu anda…
SOYOÐUL:Alsancak'taki rektörlük binası da Tınaztepe'ye taşınacaklar arasında. Bu ne zaman gerçekleşir? Bu çok değerli yerin ne olacağıyla ilgili nihai bir karara varıldı mı?
FÜZÜN:Ne zaman olacağı konusunda çok net bir şey söylememekle beraber 2015'te geçmiş oluruz diye düşünüyorum. Önümüzde iki yıl var, 2015'te biter diye düşünüyorum. Eğer devletten olanak sağlayabilirsek, 2014'ün sonunda da bitme ihtimali var binamızın... O bina bittikten rektörlüğü oraya taşıyacağız. Orası daha modern, bir üniversitenin ana kampüsü içinde her açıdan daha iyi hizmet verilebilecek bir yer olacak.
SOYOÐUL:Alsancak'taki bu rektörlük binasının geleceği, ne olacağı tamamen size mi bağlı?
FÜZÜN:Burasının ne olacağı rektörden ziyade üniversiteye de bağlı, kamuoyuna da bağlı... Yani İzmir gibi bir yerde İzmir'in merkezindeki bir alan için 'Ben şöyle karar verdim, yapıyorum' diyemezsiniz. İster istemez kamuoyu yoklaması yapacağız, yapıyoruz da zaten zaman zaman. Üniversitenin kendi hocaları, kendi çalışanları ve kendi öğrencilerinin de fikri çok önemli… Kabaca şu anda düşündüğümüz şey, genellikle hemen herkesin 'evet' dediği nokta, burada güzel bir kültür-sanat merkezi yapmak. Zaten bizim DESEM'imiz var biliyorsunuz.
SOYOÐUL:O yaptığınız kamuoyu araştırmaları da bu yönde mi genelde?
FÜZÜN: Evet… Ciddi bir anket çalışması değil ama birebir olan görüşmelerde birtakım toplantılarda alınan geri bildirimler gösteriyor ki İzmirlilerin de sanki istediği, güzel bir kültür sanat merkezi olması... İşte Adnan Saygun, ne kadar güzel oldu biliyorsunuz.
SOYOÐUL:Ve Alsancak'ta da böyle bir merkez yok.…
FÜZÜN: İzmir'e bir tane yetmez, üç tane beş tane de yetmez. İzmir 8 bin 500 yıllık tarihiyle kültürün beşiği, medeniyetlerin beşiği... Dolayısıyla burada ne kadar çok kültür sanat merkezi açılırsa o kadar yerinde olacaktır diye düşünüyorum. İlk planda düşündüğümüz bu ama dediğim gibi Tınaztepe'deki binanın 2015'te biteceğini düşünüyorum. Benim rektörlüğüm 2016'da bitecek. Normal şartlarda Allah ömür verirse, hiçbir aksilik olmazsa, buranın da temelini attıktan sonra görevden ayrılırım.
SOYOÐUL:Söyleşiye başlarken, üniversitenin kuruluşuyla mesleğe başlama yılımın aynı olduğunu söylemiştim. O ilk kurulduğu yıllarda, Ege ile Dokuz Eylül Üniversitesi'nin tatlı bir rekabeti vardı. O rekabet hala devam ediyor mu? 30 yıl önceki Dokuz Eylül Üniversitesi'yle bugünün Dokuz Eylül Üniversitesi ne noktada?



FÜZÜN: Tabiî ki Ege Üniversitesi bizim göz bebeğimiz… Türkiye'de kurulan üçüncü üniversite ve Ege Bölgesi'nin yıldızı… Şüphesiz ki yeri bambaşka… Rekabet meselesine gelince… Aslında şöyle; biz Ege Üniversitesi'yle rekabet etmedik. Ben o zamanlar Dokuz Eylül Üniversitesi'nde değildim, 1988'de geldim ama dışarından biliyorum. Sanırım Ege Üniversitesi de aynı şeyi yaptı ama biz Dokuz Eylül Üniversitesi'nde kendimizle rekabet ettik. 'Biz nasıl daha iyiye gideriz?' dedik… Ben Namık Hoca döneminde geldim ve kendisinin tavrını çok iyi biliyorum. Biz hep kendimizle yarıştık. Tabiî ki bu rekabetmiş gibi görülebilir ama aslında o duygular içerisinde olmadık. Sanıyorum Ege Üniversitesi'ndeki meslektaşlarımız da bu duyguyu yaşamadılar ama ister istemez daha iyiye gitmek için herkes elinden geleni yaptı, bu da İzmir'in lehine oldu şüphesiz…

SOYOÐUL:Peki şu anda Dokuz Eylül Üniversitesi'nin eğitim açısından durumu Türkiye ve dünya ölçeğinde ne noktada? Sizin rektörlüğünüz döneminde ulaşmak istediğiniz hedefiniz ne?

FÜZÜN: Şimdi Dokuz Eylül Üniversitesi dünyadaki bir takım kriterler baz alınarak yapılan sıralamada ilk 500'de değil… Ege Üniversitesi bu listeye girmiş durumda… Ancak Dokuz Eylül Üniversitesi belki oralarda değil ama verdiği ürünle ki en önemli ürünümüz yetiştirdiğimiz gençler… Bu bakımdan mezunların iş bulması, toplumdaki saygınlık gibi ölçütler ele alındığında üniversitemiz oldukça üretken bir üniversitedir diye düşünüyorum. Tabiî ki Türkiye'nin üniversitelerinin ilk 100'e hatta ilk 10'a girmesini hepimiz çok arzu ederiz. Hedef de budur zaten! İnşallah Dokuz Eylül Üniversitesi de sıralamada hak ettiği yeri alacaktır, almalıdır diye düşünüyorum. Bu kriterler bazında söylüyorum zira bunlar her şeyi gösteren veriler değil… Umarım bu da olur. Çünkü bizi bu sıralara taşıyacak hamlelerimiz.

SOYOÐUL:Tam bu noktada bir sonraki soruya geldiniz… O hedeflere ulaşmak için neler planlıyorsunuz? Hamleleriniz nedir? Neler göreceğiz önümüzdeki günlerde?

FÜZÜN: Benim her zaman söylediğim ve söylemekten bıkmayacağım bir şey var. Üçüncü kuşak üniversite, bilgiyi ticarileştiren üniversitedir. ABD'de ve Avrupa'da üçüncü kuşak üniversiteler uzun yıllardan beri bu anlayışla çalışıyorlar. Türkiye de artık bu anlayışı benimsemek zorundadır. Yani ürettiği bilgiyi teknolojiye transfer edip para kazanmak zorundadır. Sadece üniversite olarak söylemiyorum, toplum olarak ürettiği bilgiden para kazanmak zorundadır. Üretilen bilginin tezler olarak raflarda kalması değil hayata geçmesinden yana çaba harcanmalı… İşte bu bağlamda Dokuz Eylül Üniversitesi de iki büyük atılımın içinde… Bir tanesi 2006 yılında yapımına başlanan ve ümit ediyorum ki önümüzdeki senenin sonunda bitecek İleri Biyomedikal ARGE Merkezimiz… Biyolojik bilimler ve tıp alanında araştırma, geliştirme yapacak olan merkezimiz… Biraz uzadı ama bittiği zaman Doğu Avrupa ve Ortadoğu'daki bu alandaki en büyük merkez olacak. 20 küsür bin metrekare alan içinde 22 kadar mükemmel laboratuarın bulunacağı bir merkez… Buradan çıkacak bilimsel ürünler Dokuz Eylül'ün sırasını oldukça yükseltecek, buna hiç şüphe yok! Bununla birlikte bir teknopark kurduk. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin bazı alanları teknolojiyi geliştirme bölgesi olarak ilan edildi. İzmir'in İYTE'den sonra ikinci teknoparkıyız, ama içinde sağlık ünitesi de bulunması açısından Türkiye'de bir ilkiz… Bahsettiğim ARGE merkezi, hastanenin olduğu alanda bir teknopark bölgemiz var. İki alanda kuruyor teknoparkı… Sağlık Yerleşkesi'nde ve Tınaztepe'de… Sonuçta oluşturmakta olduğumuz ARGE merkeziyle, bugünlerde kurmakta olduğumuz teknopark ile Dokuz Eylül Üniversitesi biraz önce söylediğimiz kriterler açısından baktığımızda, birkaç sene içerisinde beklediğimiz yere gelecektir.

SOYOÐUL:Yani ilk 500'ün arasında göreceğiz…

FÜZÜN: Ona şüphe etmiyorum hatta ben listenin daha ileri sıralarında olmaktan söz ediyorum. Çünkü buradan bilimsel ürünler ve çıkacak ve bu ürünler tabiî ki bizim sıramızı yükseltecek ama esas daha önemlisi elde edilebilecek bir buluş ya da bir patentle; bırakın üniversiteyi/İzmir'i, Türkiye'nin çehresi değişebilir. Dokuz Eylül Üniversitesi neden üretici bir bilim merkezi haline gelmesin? Bunu ümit ediyoruz, bunu hedefliyoruz…

SOYOÐUL:Tam bu noktada EXPO'dan da söz etmek lazım… EXPO sağlık temasıyla yola çıktı ve siz de tam EXPO alanının göbeğinde kalıyorsunuz… Nasıl buluyor ve değerlendiriyorsunuz? Bu EXPO yarışında Dokuz Eylül Üniversitesi olarak ne tür katkınız olacak ya da size verilen görevler az mı, çok mu? Ne noktadasınız burada?

FÜZÜN: EXPO tabiî ki sadece İzmir'in değil Türkiye'nin bir projesi… Üniversite olarak biz de katkı vermeye çalışıyoruz. Birkaç ay evvel Sayın Valimiz tüm rektörleri topladı ve bizzat bir bilgilendirme toplantısı yaptı. Biz de alt kademe yöneticilerimizle birlikte üniversite olarak EXPO ekibiyle birlikte çalışıyoruz. Bu yönde ne yapmamız gerekiyorsa yapmaya başladık. Üniversiteler de işin içine girmiş durumda… Bizim bir özelliğimiz EXPO alanının içinde yer almamız… Balçova'daki yerleşkemiz direkt bir komşu ve ARGE merkezimiz de bu alanın içinde… ARGE Merkezimiz biyomedikal alanında yani direkt olarak sağlık alanında… Böyle baktığımız zaman bu merkezin tanıtımı da EXPO'ya büyük katkı sağlayacaktır diye düşünüyorum. Bu merkezin EXPO alanın içinde yer aldığının duyurulmasının, tanıtılmasının bile EXPO yarışında bir avantaj sağlayacağını düşünüyorum. Dokuz Eylül'ün hem hastanesinin hem de bu ARGE Merkezinin bu alanın içinde, komşu olması EXPO'ya büyük katkı koyacaktır.

SOYOÐUL:EXPO'ya katkı sağlayacağı gibi üniversite açısından da bir ateşleyici etki yaratır değil mi?
FÜZÜN: Şüphesiz… İşte bugünlerde teknopark şirketimizi oluşturuyoruz. Sanırım iki hafta içinde kuruluş tamamlanacak. O alanda bizim İzmir'i tanıtacağımız gibi bizi de tanıyanlar olacak. Bu vesileyle Dokuz Eylül'deki merkezi de tanıyanlar olacak. Belki o zaman 'Biz gelelim burada proje yapalım' diyenler olacak… Çünkü bir bu ARGE Merkezini sadece Türkiye için açmıyoruz. Dünyanın istenilen yerinden kişiler proje sunup burada araştırma yapabilecekler. Tabiî ki üniversite ve Türkiye'nin haklarını vermek kaydıyla… Yani bu merkez dünyaya açık bir yer olacak. Dolayısıyla EXPO'yla birlikte daha çok kalkınabilir. Oldukça büyük bir merkez zaten… Şöyle bir örnek vereyim, belki daha iyi anlaşılır. TÜBİTAK'ın Marmara Araştırma Merkezi aşağı-yukarı 5 bin metrekare… Bu merkez onun 4 katı büyüklüğünde… Yani Roma'dan Hindistan'a kadar belki bu bölgede en büyük merkez… Dört gözle bekliyorum. Rektör olduğumdan beri rüyalarıma giren, beni en çok meşgul eden iki konudan biri… Diğerini de siz sormadan söyleyeyim, hastaneler…

Üniversite hastanelerinin borçları son yıllarda yapılan bir takım düzenlemelerden sonra artmaya başladı. SGK'nın fiyatlara zam yapmaması etken, Tam Gün Yasası etken… Dolayısıyla yapılan düzenlemelerle üniversite hastanelerinin çoğu kan kaybetmeye başladı. Biz bunu Dokuz Eylül Üniversitesi'nde fazlasıyla hissediyoruz. Hem ARGE merkezini yapabilmek beni çok meşgul ediyor, hem de nasıl çözüm buluruz da Dokuz Eylül Üniversitesi hekimleriyle birlikte eski şaşalı günlerine döner.

SOYOÐUL:Yani iki rüyanızdan bir tanesi de bu mu?

FÜZÜN: Aynen öyle… Bir tanesi ARGE'yi bitirmek, bir tanesi de daha somut söylemek gerekirse Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi'nin Namık Çevik dönemindeki günlerine döndürmek. Namık Hocamız muayenehane açmamıza izin vermezdi. Yasa da buna elverişliydi, üniversite izin vermezse açamıyordunuz. Çok değerli hekimlerimiz, hocalarımız var. Onların tekrar Dokuz Eylül'e dönmeleri ve eski şaşalı günlerin geri gelmesi, herkesin çok memnun olduğu, borçlarımızın da az olduğu günleri özlüyorum.

SOYOÐUL: Bu, çok cesur bir açıklama. Üniversite hastanelerinin kan kaybettiğinin bizler de farkındayız. Bazı devlet hastaneleri ya da özel hastanelerin öne çıktığını görüyoruz.

FÜZÜN: Ege ve Dokuz Eylül Tıp dışında ayrıca iki ayrı özel üniversite hastanesi daha var. Şifa Üniversitesi Hastanesi ve İzmir Üniversitesi Medikal Park… Bunun yanında üçüncü devlet üniversitesi olarak Katip Çelebi Üniversitesi'nin de Atatürk Devlet Hastanesi ile ilişki içinde olduğunu, orada icraat yaptığını biliyoruz. Dolayısıyla 5 tane üniversite hastanesi oldu. Tabiî ki rekabet şartları daha da zorlaştı.

SOYOÐUL: Peki burada temel sorun ne? Kan kaybına neden olan sorunlar neler?

FÜZÜN: Sağlık Bakanlığı hatta hükümet dememiz lazım, gerçekten çok iyi bir şey yaptı. Bunun altında hiçbir siyasi kaygı yok, açık konuşuyorum. Bakanlığın yaptığı en iyi şeylerden bir tanesi bu genel sağlık sigortasının oluşturulması… Ben hekimlik hayatına sigorta hastanesinde başladım. Evvelden bir yerde muayene olmak çok büyük zorluk arz ediyordu. Vizite kağıdı getireceksin, şudur-budur vs… Ama bugün sadece kimliğinizi göstererek, hatta göstermeden TC kimlik numarasını söyleyerek muayene olabiliyorsunuz. Bu gerçekten bir devrim. Canı gönülden tebrike şayan!
Peki Dokuz Eylül'de ne oldu? Üniversite hastanelerinin fonksiyonları göz ardı edildi. Şöyle ki üniversite hastanesi bir hizmet hastanesinden farklı… Ne farklı? Biz doktor yetiştiriyoruz. Çok önemli… Urla'da oturduğum için hep orayı örnek veriyorum. Urla Devlet Hastanesi doktor yetiştirmiyor. Biz araştırma yapmak zorundayız. Urla Devlet Hastanesi'nin öyle bir zorunluluğu yok. Bir üçüncüsü de normal hizmet veren hastanelerde yapılamayan komplike, uç, ekstrem vakalar, organ nakillerinden tutun da kanserin çok değişik büyük vakalarına kadar koşullar itibariyle üniversite hastanelerinde yapılıyor. Dolayısıyla bizim devlet hastanelerinden farklı üç temel özelliğimiz var. Ama geçtiğimiz süreçte bu farklılıklarımız unutuldu. Gelirlerimiz sadece SGK'ya bağlandı. Hizmetimizin karşılığını SGK'dan alıyoruz, özelden para talep edemiyoruz. Daha önceden bu imkan vardı. Sonuçta sadece SGK'ya bağlı kaldık ama fiyatlar değişmedi. Oysa biz hem çalışanlarımızın fazlalığı, hem hizmetimizin pahalılığı itibariyle farklıyız. Bu göz ardı edildiği için biz Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi olarak bundan olumsuz etkilendik. Daha önceden full-time sadece hastanede çalışmayı düşünen hekimler topluluğu bu yasadan sonra muayenehaneye geçmeye başladı veya bir kısmı emeklilik süresini doldurmadığı halde özel ünitelere geçmeye başladı. İki buçuk senelik dönemde 90 tane profesörümüz, 90 değerli hocamız ya muayenehaneye geçti ya da ayrıldı. Az değildir bu rakam, 90!
'Muayenehaneye geçmiş olabilir ama yine de sorun nedir?' diyebilirsiniz… Günümüz koşullarında muayenehanesi olan hekimlerimiz maalesef içeride hasta bakmakta ya da ameliyat yapmakta zorlanıyorlar, veya kendilerine bu imkan verilemiyor. Dolayısıyla biz muayenehane açan hekimlerimizden yeteri kadar yararlanamıyoruz. İşte bütün bunları bir araya getirince bu tablo ortaya çıktı. Maalesef ki kan kaybediyoruz. Ama ben pozitif düşünüyorum. Bunun düzeltileceğinin sinyallerini alıyorum. Umut ediyorum ki en kısa zamanda üniversite hastanelerine hak ettiği koşullar sağlanır ve hocalarımız da muayenehanelerini kapatıp eskiden olduğu gibi harıl harıl Dokuz Eylül Üniversitesi'nde çalışır, eski günlerimizi buluruz diye düşünüyorum.
SOYOÐUL:Bu kadar objektif bir bakıştan sonra şunu da sormam şart. Bir hekim olarak, getirilen performans sistemi doğru bir yaklaşım mı?

FÜZÜN: Değil… Ben doğruyu öven ama yanlışı da yerebilen yapıda olduğumu söylemiştim; performans sistemi doğru bir sistem değil… 'Çok hasta bak çok kazan' zihniyeti doğru bir zihniyet değil… Öyle hasta vardır ki saatlerce zamanınızı alabilir ama bazı vakalar çok az vakit alır. Gördüğüm kadarıyla, elimde istatistik yok ama hekimler kazanç getirebilecek küçük işlemleri daha çok yapar oldular. Hatta ve hatta kulağıma geldi, bunu duyum olarak söylüyorum meslektaşlarım alınmasınlar, endikasyonu geniş tutmaya başlamışlar. Yani 'Yapılmaması gereken ameliyatı yapıyorlar' diye bir şaya dolaşmaya başladı. İnşallah bunlar doğru değildir. Eğer böyleyse bu çok kötü… Sonuçta performans sistemi belki bir fabrikadaki standart işler için doğru olabilir ama hekimlik için doğru değil… Bizim yaptığımız iş çok farklı… Bir fıtık ameliyatı kişiye göre bile değişebiliyor.



SOYOÐUL: Peki bu sistemin değişebileceği yolunda bir umut ışığı, sinyaller alıyor musunuz?

FÜZÜN: Bu siyasi bir karar gerektiriyor. Bunu iktidar partisinin çok sayıda milletvekilinin de Sayın Başbakan'a ilettiğini biliyorum. Ama şu ana kadar bir düzelme olamadı. Ben doğrunun ve gerçeğin kendinden menkul bir gücü olduğuna inanırım. Doğru olan sonunda bir şekilde buluşur. Bazı yanlışlıkların giderilmesiyle işler düzelecektir diye düşünüyorum. Bunun duyumlarını alıyoruz ama henüz bir şey olmadığını hep beraber biliyoruz. Ama ben umudumu muhafaza ediyorum. Türkiye bunu da aşar.

SOYOÐUL: Siz Türkiye'nin yetiştirdiği sayılı cerrahlardan birisiniz… Böyle olmalı ki zaten Sayın Başbakan'ın ameliyatına katıldınız. Hatta bu haberi ilk kez Fatih Yapar imzasıyla Egedesonsöz duyurmuştu. Gözlemci olarak katıldınız. Çok konuşmak istemediğinizi biliyorum ama durumla ilgili izlenimleriniz, söylediklerinin dışındaı… Değişen bir şey var mı? Takip ediyor musunuz Sayın Başbakan'ın sağlık durumunu?

FÜZÜN: Bu konudaki gerekli açıklamalar zamanında yapıldı. Maşallah görüyoruz ki Sayın Başbakanımız hepimizden sağlıklı… Allah gücünü daha da artırsın. Şüphesiz ki kontrolleri ameliyat eden hekimler tarafından yapılmıştır. O konuda benim bir dahilim olmadı. Ama şunu net bir dille söyleyelim, Başbakanımız son derece sağlıklı, kötü bir hastalığı olmadığı daha önceden de ifade edildi. İnşallah bundan sonra da memlekete daha önemli hizmetlerde bulunur.

SOYOÐUL: İnsanın Başbakan'ın ameliyatına girmesi, çağrılması, tercih edilmesi… Nasıl bir duygu?


FÜZÜN: Ben izniniz olursa bu konuda pek fazla konuşmak istemiyorum. Çünkü kim olursa olsun bir kişinin hastalığı üzerinde konuşmanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. İlgili makamlar zaten bu konuda açıklama yaptılar. Net bir şekilde söylüyorum, Başbakanımız son derece sağlıklı… Ama bunun dışında bu konuda yorum yapmak doğru olmaz.

SOYOÐUL: Peki o zaman şöyle sorayım; Başbakan Erdoğan ile daha önceye dayanan bir yakınlığınız, dostluğunuz var mıydı? Yoksa sizin seçilmeniz branşınızda en iyilerden biri olmanızdan mı sadece?


FÜZÜN: Bazen tevazu göstermek doğru olmayabilir, her ikisi diye düşünüyorum. Ben Türkiye'nin sayılı kolorektal cerrahlarındanım… Şüphesiz ki O da bir araştırma yapmıştır bu konuda… Bu arada Sayın Başbakanımıza hemen bir teşekkür gönderelim. Yapacağımız ARGE Merkezinin yaklaşık 100 milyona yakın bir bütçesi var. Biz buna başlarken kendi döner sermayemizden yaparız diye düşünmüştük ama bu mümkün değil. Bu ARGE merkezimizin istenilen şekilde yapılabilmesi için Başbakanımızın özel direktifi oldu. Kendisine ben bunu anlattım, zaten o dönemden tanışıyoruz… Ve çok büyük bir desteği oldu. Devlet Planlama Teşkilatı projesi olarak kabul edildi ve o şekilde yürüyor. Dolayısıyla Başbakanımızla tabiî ki önceden bir tanışıklığım vardı ama ameliyatla ilgili bundan öte mesleki konumundan ötürü bana haber verilmiştir diye düşünüyorum.

SOYOÐUL: 'Başbakan'a yakın olmak, tanışıyor olmak üniversiteye bir artı değer katıyor mu?' diyecektim ki siz bu destekten söz ettiniz. Bu destekte sizi tanıyor olmasının da bir etkisi olmuştur herhalde…

FÜZÜN: Şimdi böyle değerlendirmek istemem… Sonuçta bunun şöyle olduğunu düşünüyorum. Bana zaman ayırması şüphesiz önemliydi ve ben Sayın Başbakanımıza ne yapılmak istenildiğini arz ettim. Böyle ayağı yere basan, Türkiye'ye renk katacak bir projeyi gördüğünden kendisi de çok mutlu oldu ve o yüzden bu desteği verdi. Yoksa kişisel ahbaplıkları falan düşünmemek lazım…

SOYOÐUL: Biliyorsunuz ki bir süre önce ODTÜ'de çıkan olaylar sebebiyle Türkiye'deki üniversiteler ikiye bölündü. 40'a yakın üniversite olaylar nedeniyle ODTÜ'yü kınadı. Siz, Başbakan Erdoğan'la yakın tanışıklığınıza rağmen, o 40 üniversite arasına katılmadınız. Lehte ya da alehte bir açıklama olmadı, sessiz kaldınız. Bu sessizliğe nasıl karar verdiniz, üniversitenizde bu durum nasıl tartışıldı?
FÜZÜN: ­Şimdi bana bu konuda üniversitemizin içinden her iki yönde baskı oldu. Ama ben herhangi bir fikir söylemeyi doğru bulmadım. Neden doğru bulmadım? İlk olarak bir kere detayları bilmiyoruz. Hemen hemen her yerden çok farklı şeyler duyduk. Dolayısıyla net bir bilgim olmadı. Bilgi sahibi olmadan fikir söylemeyi de doğru bulmam. Çok iyi bilmiyorum ama anlayabildiğim kadarıyla çok da büyük bir olay değildi. Büyütmeye de gerek yoktu. Bir yerde de zaten kendi kendine duruldu. Yangına körükle gitmek diye bir deyim vardır. O dönemde yapılacak açıklamaların bu anlama gelebileceğini düşündüm. 'Peki şu anda fikriniz ne?' diyorsanız samimiyetle söyleyeyim, çok detaylı bilgi sahibi olmadığım için 'ne öyle ne böyle' demem yanlış olur. Gerçekten nerde ne olmuş, kim kime ne fırlatmış bu bilgileri bilmiyoruz. Çok farklı bilgiler var. Dolayısıyla bilgimiz olmadığı için üniversite olarak senatoda bile gündeme getirmedik. Herhangi bir şey söylemedik.



SOYOÐUL: O günlerde ortaya atılan konulardan bir tanesi üniversitelere çok sayıda polis girmesiydi… Çok fazla sayıda polisin girmesinin de tahrikkar bir unsur olduğunu söyleyenler var. Üniversitelere polisin bu kadar çok girmesini siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

FÜZÜN: Bu olaydan tamamen bağımsız olarak çok genel bir şey söyleyeyim. Bizim amacımız buraya ailelerin gönderdiği çocuklarımızın can güvenliğini korumak. Hem birbirlerine karşı korumak, hem de dışarıya karşı… Dolayısıyla bizim kendi iç güvenlik elemanlarımız var. Yetmediği zaman polis de çağırabiliyoruz tabiî ki… Ama Dokuz Eylül Üniversitesi'nde uzun yıllardan beri çok ciddi bir olay yaşamadık, yaşamıyoruz. Neden? Çünkü üniversite özgür bir yerdir, özgür bir ortamdır. Üniversitede her türlü fikre saygı duyulur, herkes fikrini açıkça söyleyebilir. Bu sağlanıyor, sağlandığı için de üniversitemizde ciddi sıkıntılar çıkmıyor. Ama zaman zaman sorun yaratabilecek durumlar olduğunda bizim Emniyetle ilişkimiz çok iyi… Emniyet Teşkilatımızla gerçekten çok medeni bir ilişkimiz var. Herhangi bir duruma karşı polis kardeşlerimiz hazır bekliyorlar. Ama bizde çok zorunlu olmadıkça polis üniversiteye girmiyor. Zorunlu nedir? Can güvenliği… Öğrencilerin kendilerine karşı da olabilir başka birileri de olabilir. O gençler bizim çocuklarımız… Gençken daha ateşli, öfkeli ve abartılı olabiliyorsunuz… Zamanla oturuyor. Benim her zaman söylediğim bir şey var, öğrencilerime de hep söylüyorum: Hoşgörü! Hoşgörü birçok kapının anahtarı… Biz onlara hoşgörülü davranarak sağlıklı bir şekilde eğitim almalarını temin etmeye çalışıyoruz.

SOYOÐUL: Biraz önce üniversitelerin özgürlüğünden söz ettiniz… Peki şu anda üniversiteler özgür mü? Hemen buradan hareketle de yeni YÖK tasarısını da değerlendirebilir misiniz?

FÜZÜN: Şimdi özgürlükten ne anladığınızı düşünmek lazım. Ne kadar özgürüz? Benim birisine yumurta atmaya hakkım var mı? Bu bir hoca olabilir, siyasetçi olabilir… Veyahut benim bir öğrenciye yumurta atma hakkım var mı? Bu özgürlük müdür? Dolayısıyla özgürlük soyut kavram… Ama çok klasik bir kavram var: Başkasının hududunda senin özgürlüğün biter. Bence burada iyi niyetli bakmak lazım… Bu bağlamda bakılınca bence kimseye fiziki tacizde bulunmamak suretiyle üniversitede her şey söyleniyor zaten… Ben bir rektör olarak üniversitelerin baskı altında falan olduğunu düşünmüyorum. En azından kendi üniversitemi biliyorum. Her türlü fikre saygı gösteriyoruz. Her türlü fikre sahip insanlar konuşuyor, demeç veriyor. Ha sorun var mı? Sorun yok tabiî ki ne yapılacaksa onu bilemiyorum ama benim üniversitemde şu anda özgürlükten yana bir sıkıntısı olduğunu düşünmüyorum. Bu bir, ikincisi Yüksek Öğretim Kanunu'nda değişiklik gündeme geldi. Uzun zamandan beri söz konusu… YÖK'ün kendisi tartışılıyor 1982'den beri… Bir kere Yüksek Öğretim Kurulu ya da Kurumu, şu andaki adı Kurulu, bunun var olması gerekiyor. Bir kurumun üniversiteler arasındaki koordinasyonun sağlanması açısından var olması gerekiyor. Ben bir kere YÖK'ün kaldırılmasına sıcak bakmıyorum. Yasa zaten kaldırmıyor da çok önemli olduğu için bunu söylüyorum. Ancak Yüksek Öğretim Kanunu dediğimiz 2544 sayılı kanunun baştan aşağıya revize edilmesi lazım…

SOYOÐUL:Peki yeni YÖK yasası bunu sağlıyor mu, tatminkar mı?
FÜZÜN: Kanaatimce hayır! Yeterli değil… Neler eksik? Bu bağlamda çok şey konuşulabilir ama bizim gördüğümüz taslakta birkaç alternatif var. Hangisinin gerçekten tasarı haline geldiğini bilemiyorum şu anda… Ama gördüğüm önerileriyle birlikte değerlendirdiğimde yeterli değil… En çarpıcı noktayı söyleyeyim… Üniversite rektörlerinin bir komisyon vasıtasıyla belirlenmesi gibi bir ifade var orada… Bu birçok üniversite hocamızı rahatsız etti. Bunu doğru bulmuyorum. Tabiî ki bunu konuşmak için çok zaman lazım ama en çok konuşulan konu rektör atamaları… Üniversite seçimlerinin üniversitede bitmesi lazım… İki turlu seçim olmasında çok büyük yarar var. Yani kişilerin önüne sandık koyuyorsanız bu sandığın sonucunun netleşmesi lazım… Peki seçim yapmadan olabilir mi? Bence olabilir. Daha da doğru olabilir. Bu kişisel kanaatim. Rektör olmak istemeye belli kriterler koyulabilir. Yurt dışı deneyimi, dekanlık deneyimi gibi… Kriterler doğrultusunda, bunu YÖK de yapabilir, Başbakan ya da Cumhurbaşkanı da yapabilir, bir üst merci seçer. Rektör atamaları önemli… Birçok yerde konuşuldu, tartışıldı. Benim atamamda da biliyorsunuz ikinci sıradan atandığım için çok tartışılmıştı. Sonuçta seçim yapılacaksa seçim üniversitede sonlanmalı, eğer seçim yapılmayacaksa kriterler bazından atanmalı…

(Programın tekrarı, 7 Şubat Perşembe 21.30'da EGE TV'de 'Gönül Soyoğul/NOKTA' programında.)