Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer ile yavaş yavaş ‘sakin şehir’den başladık, gelecek hayallerinde siyasetin ne kadar yeri olduğundan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun ona gösterdiği özel ilgiden, ‘büyükşehir başkanlığı’ için sık sık adının geçmesinden çıktık. Bir saatin sonunda…

Onunla EXPO 2015 sürecinde Genel Sekreterlik görevini yaparken tanıştık.
Pozitifliği, naifliği, güleryüzü ve çalışkanlığıyla, her soruna bulduğu pratik çözümlerle yer edindi kafamızda.
2009 seçimlerinde CHP'nin Seferihisar Belediye Başkan adayı olarak çıktı karşımıza sonra.
Seçildi.
Bu kez de bizi 'Cittaslow', benim sevdiğim haliyle 'sakin/yavaş şehir' kavramıyla tanıştırdı. Hayatın 'salyangoz' misali yavaş aktığı, insanı tepe sersemi yapan trafiğin olmadığı, her şeyin doğal haliyle korunduğu, doğal yiyeceklerin yeniden baş tacı edildiği, 'yerli'nin güzelliğinin keşfedildiği, her kimliğin barış içinde/huzurla yaşayabileceği bir kentin/ilçenin olabileceğini anlattığı 'yerel iktidar modeli' ulusal basında da ses getirdi.
'Müslüman mahallesinde salyangoz' tutmuştu.
Seferihisar, 'Avrupai' marka olma yolundaydı…
Seferihisar Belediye Başkanı Tunç Soyer ile yavaş yavaş 'sakin şehir'den başladık, gelecek hayallerinde siyasetin ne kadar yeri olduğundan, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ona gösterdiği özel ilgiden, 'büyükşehir başkanlığı' için sık sık adının geçmesinden çıktık.
Bir saatin sonunda…
Enerjisini, hayallerini, gönül zenginliğini, taşıdığı umutları… Bana da geçirmişti. 'Siyasete zarafet nasıl da yakışıyor' dedirtmişti.
Umarım okurken, aynı duyguları hissedersiniz siz de…

GÖNÜL SOYOÐUL: Bu kadar hızlı akan, insanı sersemleten hayatın içerisinde 'yavaş şehir', 'sakin şehir' tanımı, ismiyle bile insanı cezp ediyor. Bu konuya nasıl hazırlandınız? Yani önceden kafanızda var mıydı bir gün belediye başkanı olursam bunu uygularım diye?

TUNÇ SOYER:
Gerçekten belediye başkanı olmadan önce aklıma girmiş bir projeydi bu… Belediye başkanı olmadan önce, Seferihisar'ın bu projeyle buluşmak için çok hazır olduğunu düşündüm. Nitekim de seçilir seçilmez ilk yaptığımız iş adaylık dosyamızı hazırlamak oldu ve 6 ay sonra da dosyamızı hazırladık, götürdük, kabul edildik.

SOYOÐUL: 2009'dan bu yana başka şehirler, ilçeleri de heveslendirdi bu girişim ve dosya hazırlamaya girişenler çıktı ardı ardına. Kaç il/ilçe var sırada?

SOYER: Gökçeada, Kırklareli, Rize, Aydın/Yenipazar, Isparta/Yalvaç, Ordu/Perşembe, Muğla/Akyaka, Sakarya/Taraklı… Bunlar hep Türkiye'nin tüm coğrafyasına dağılmış olan kentler… En son geçen hafta Halfeti'nin dosyasını götürdüm. Dosyayı verirken şunu da söyledim: Bütün bu 8 şehri de, bizi bir tarafa bırakın. Halfeti, Cittaslow olmayı en çok hak eden şehir… Çünkü olağanüstü bir mirasın üzerinde oturuyor Halfeti… Şu kadarını söyleyeyim, her evin kuş yuvası var ama bu yuvalar üzerinde o kadar büyük bir miras var ki… 13 ayrı mimari türde hazırlanmış kuş yuvaları… İnanılmaz estetik, inanılmaz güzel şeyler… Velhasıl Halfeti'nin dosyasını hazırladık. Şimdi önümüzdeki hafta Kıbrıs'a gideceğiz. Kıbrıs'ta Yeniboğaziçi çok büyük bir heves ve heyecanla Cittaslow olmak istiyor. İşte yine iki üç hafta önce Akçakoca'daydık. Akçakoca dosya hazırlıyor. Daha onlarca kent ve kasabadan söz edebiliriz.

SOYOÐUL: Siz onlara öncülük yapıyorsunuz… Bu, kendiliğinden oluşan bir görev mi?

SOYER:
Hayır, bizim kendi kendimize üstlendiğimiz bir şey değil… Cittaslow Birliği'nin tüzüğü gereği bir ülkedeki ilk Cittaslow, o ülkedeki Cittaslow adayları için bir başkent görevi üstleniyor. Bizim referansımızla dosyayı kabul ediyorlar ve biz refere edersek üzerinde çalışıyorlar. Dolayısıyla biz bunu üstlenmiş vaziyetteyiz. Ama şimdi bir başka noktaya geldik. Türkiye'den bu kadar çok talep olunca bütün bunları da bizim birliğe taşımamız mümkün olmayacağı için bir ulusal network kurmaya karar verdik. Şöyle bir şey yapacağız, bir vakıf çatısı altında tüm üye ve aday kentler buluşacak. Böylece iki sonuç elde etmiş olacağız. Birincisi kimseye sırtımızı dönmüş olmayacağız, bu yerel kalkınma modeliyle tanışmak isteyen herkesi kucaklamış olacağız. İkincisi de biz hangi şehrin birlik bünyesine katılması gerektiğine kendi kendimize karar vermekten kurtulacağız. Bu vakıf, yani Türkiye'de tüm aday ve üye kentler birliği her sene bir şehri uluslar arası birliğe taşıyacaklar ve onun hangisi olduğunu da birlikte karar vereceğiz.

SOYOÐUL: Siz bu yavaş şehir projesini ortaya attığınızda trafiğin az olduğu, doğal ürünlerin kullanıldığı, sakinlik ve nostaljinin iç içe geçtiği bir yaşam gibi bir algı oluşmuştu. İçinde bunlar olsa da az önce belirttiğiniz gibi, bu bir yerel kalkınma modeliydi. Ne hedefliyordunuz?
SOYER: Evet, bu bir yerel kalkınma modeli… Bunun adını doğru koymak lazım… Elbette insanlara nostaljik ve sempatik gelen birçok yanı var. Bu doğru… Ama neden böyle geliyor? Çünkü işin aslına dönerseniz ortaya çıkış gerekçelerinden kaynaklanan bir şey bu… Bugün bakarsanız insanlar büyük ölçüde büyük şehirlerin trafiğinden, geriliminden, stresinden yorgunlar ve bundan kurtulmak istiyorlar.

SOYOÐUL: Ve herkesin hayalinde de böyle bir mesken var. Küçük sahil kasabası, bir orman köyü gibi…

SOYER: Neden? Çünkü büyükşehirler sürdürülebilirliğini yitirdiler. Demek ki bu tespit doğru bir tespit… Eğer herkesin aklının köşesinde böyle bir şey varsa demek ki insanlık bir arayış içerisinde… Bu arayış da bir takım çözümlerle sonuçlanmış. Cittaslow bunlardan biri… Diyor ki 'Büyükşehirler sürdürebilirliğini yitirdiğine göre, öylesine kriterler koyalım ki insanlar içinde mutlu, huzurlu bir şekilde yaratsınlar.' 59 tane kriter tanımlanıyor. Bu kriterler altyapıyla, çevre, kent estetiği, yerel üretimin desteklenmesi gibi birçok ana başlıkta tanımlanabilir. 6 ana başlık ve her birinin altında 8-10 kriter var. Örneğin altyapıyla ilgili olanlar: Motorlu araç trafiğinin sınırlandırılması, doğal enerji kaynaklarının kentte hakim kılınması gibi… Ama bütün bu kriterleri bir araya getirebildiğimiz zaman işte gerçekten sürdürülebilirliği olan bir yerel kalkınma modeli ortaya çıkıyor. Yerel üretimin desteklenmesi dediğinizde; evet, nostaljik çünkü geçmişin değerlerini kullanmaya başlıyorsunuz. Sempatik, çünkü küçük ölçekte bir yaşam… Daha çok bisikletlerin öne çıktığı, yerel lezzetlerin öne çıktığı, kent estetiğine özen gösterilen, çöplerin ayrıştırılarak toplandığı vs gibi herkesin aslında özlediği bir model, bir hayat ortaya çıkıyor. O nedenle bir yerel kalkınma modeli, o nedenle sadece Türkiye'de değil tüm dünyada çok sayıda takipçisi var. Fransa'da 300'ün üzerinde aday olduğunu biliyoruz. Mesela yanlış hatırlamıyorsam Fransa'dan ilk katılan şehir Armagnac'tı… Le Monde 'Slow Revolution' (Yavaş Devrim) diye manşet atmıştı. Bütün dünyada gerçekten büyük bir ilgiyle izleniyor. Çin'den bir şehir girmek üzere şimdi… En son Kolombiya'dan girdi. Yani çoğu Avrupa ülkeleri ama bakmayın ABD'den 3 tane var, Güney Kore'den 6 tane var, Yeni Zelanda, Kanada ve Japonya'dan üyeler var. Yani biraz naif ve ütopik gözüken ama ayakları yere sağlam basan bir yerel kalkınma modeli…

SOYOÐUL: Naif, bazılarına romantik gelen, hatta bazılarınca gülümsemeyle karşılanan bu projeyi, amacınızı, istek ve hedeflerinizi basına, kentin ileri gelenlerine ve entelektüel çevreye iyi anlattığınızı, anlaşıldığınızı düşünüyorum. Peki bunu Seferihisar halkına anlatabildiniz mi ya da Seferihisar halkı sizi anladı mı? Çünkü bu proje oldukça uzun soluklu bir proje; oysa halk genellikle kısa vadeli sonuçlar görmeye kodlanmıştır…
SOYER: Biz yola projeyi basına ya da entelektüel çevreye anlatarak başlamadık. Önce Seferihisar halkından başladık. Seferihisar halkına anlatmaya başladık. Biz daha adaylık dosyası hazırlanırken bir yandan her akşam kahvelerde power point sunumlar yaptık. İnsanlar okey ya da kağıt oynarken bazen göz ucuyla izledi ya da belki bir soru sordu ama biz ısrarla her akşam bu sunumları yapmaya devam ettik. Nitekim 22 Kasım 2009'da üyelik kabulümüz gerçekleşti ve sertifikamızı verdiler. İtalya'dan büyük bir mutlulukla döndük. Havaalanında çok şaşırtıcı bir şey oldu. Tüm Seferihisar davullarla, zurnalarla, meşalelerle bizi karşıladı. Olağanüstü bir konvoyla Seferihisar'a döndük. Ağlayanlar, sarılanlar oldu. Müthiş bir cesaret bulduk. Bizim kapı kapı, ev ev, kahve kahve dolaşıp anlattığımız projenin geniş bir kabul gördüğünü, insanların bu nedenle heyecanlandığını ve bana 'yürü başkan arkandayız' dediklerini gördük… Yani düşünün ki Cittaslow'un logosu salyangoz… Bu bakımdan biraz Müslüman Mahallesi'nde salyangoz satmaya benziyor. Ama bugün Seferihisar'ın merkezinde salyangoz heykeli var artık… Yani bizim bir salyangoz heykelimiz var ve bu çok büyük tepkilerle karşılanmadı. Çünkü Seferihisar halkı bu salyangozun simgelediği, ismi gavurca olan bu yerel kalkınma modelinin kendi yaşam kalitelerini yükselttiğini, onların hayat konforunu artırdığını, refah düzeylerini yükselttiğini görmeye başladılar. Yani hem kısa vadede hem de orta ve uzun vadede hayatlarının Cittaslow'la değişmeye başladığına ikna oldular. Böylece de benden daha çok sahip çıkan bir Seferihisar halkından söz edebiliriz.

SOYOÐUL: Benimseme sürecinde halk eksenli güçlükler yaşadınız mı? Ya da muhalefetten?

­SOYER:
Hiç kuşkusuz çok sorun oluyor. Ben ama sorunları konuşmayı seven bir adam değilim bunu net söyleyeyim. Sorunlar elbette olacak, bizim işimiz zaten onları çözmek… Dolayısıyla ben işin şu kısmındayım. Biz anlattıkça, samimi bir şekilde onların sorunlarına çözüm bulmaya çalışınca, onlar da çözümün bir parçası haline geliyorlar. Tabiî ki art niyetliler, kötü niyetliler var ama çok büyük bir çoğunluk büyük bir iyi niyetle hayatının iyileşmesini istiyor, yaşam kalitesinin yükselmesini istiyor. Bunun için önündeki engeller neyse bunları aşmak için bize geliyor. Sorunları aşmaktan yana bir sıkıntı yok, sadece zamanı yetiştiremiyorum. En büyük sıkıntım bu... Ama zaman buldukça tüm sorunları aşacağımızı düşünüyorum.

SOYOÐUL: Her ne kadar sorunlardan söz etmeyi sevmeyen bir insan olsanız da belediyeyi ilk devraldığınızda bir kaynak sorununuz olduğunu biliyoruz… Bu konuyu nasıl aştınız ya da aşabildiniz mi?

SOYER:
O konuda aşılıyor. Zaten parayı hiçbir zaman sorun olarak görmedim. Para en son çözüm aşamasına gelmesi gerek şey olabilir. Hiç önemli değil… Ben izin verirseniz bir başka noktadan söz etmek istiyorum. Cittaslow yaşam kalitesiyle ilgili bir projeydi, şu bu… Her ne yaptıysak bugüne kadar onun şemsiyesi altında yaptık. Gerçekleştirdiğimiz her şey kriterlerle uyumlu olarak yapıldı. Ama biz bir başka noktaya geldik. Bundan 5-6 ay önce Seferihisar Belediyesi'nde her biri farklı birimlerde çalışan yaklaşık 25-26 genç arkadaşımıza 'Nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz?' diye sordum. Önce şaşırdılar. Yani bu sorunun cevabı öyle pat diye verilebilecek bir şey değilmiş. Bu tutukluğun ardından bu genç arkadaşlardan fikirler uçuşmaya başladı. Sonra bunları toparlamaya başladık. Yaklaşık 4 ay süren bir derlemenin sonunda, geleceğin Türkiye'si hedefini önümüze koyduk. Ve dedik ki 'Biz Seferihisar olarak geleceğin Türkiye'sini önce Seferihisar'da kurmaya çalışalım.'



SOYOÐUL: Ben de tam bu nokta bir soru soracaktım. Sizin resmi sitesinizde '5 hedef, 41
proje' yazısının altında sizin ağzınızdan şöyle bir yazı var: Geleceğin Türkiye'sinde ne görmek istiyorsak Seferihisar hattında uygulamaya başladık. Gücümüzü günü birlik projelere değil uzun soluklu bir model oluşturmaya yönlendirdik. Geleceğin Türkiyesi:Seferihisar hedefi doğdu… Sizin kafanızdaki geleceğin Türkiye'si ve bunun yerel ölçekteki yansıması nasıl?

SOYER:
Şimdi bu 5 hedef, geleceğin Türkiye'sini gerçekleştirmek için ortaya koyduğumuz 5 hedef aslında… Ve bu 5 hedef sadece Seferihisar'la ilgili 5 hedef değil. Çünkü biz bu 5 hedefi ortaya koyarken şunu düşündük, 'Türkiye'nin herhangi bir coğrafyasında mesela Erzincan'ın bir ilçesinde de kendilerinin önlerine koyabilecekleri hedefler midir bunlar?' diye baktık ve gördük ki evet… Türkiye'deki tüm yerel yönetimlerin önlerine koyabilecekleri hedeflerdir bunlar…

İlk olarak yüksek yaşam kalitesini hedef olarak koyduk. Burada kastettiğimiz şu; yaşam kalitesi sadece cebinizdeki parayla ölçülebilir bir şey değildir. Çünkü yaşam kalitesi içinde yürüdüğünüz sokağın temizliğinden, toplum sağlığından, kadının toplumdaki yerinden, kuşakları arası bağdan… Yani o kadar çok başlıkta tanımlanabilecek şey var ki ancak bunları tümü bir araya gelebilirse bir yaşam kalitesinden söz edebilirsiniz. Dolayısıyla bizim hedefimiz daha çok para kazandırmak değil o yaşam kalitesindeki çok çeşitli başlıkları bir arada gerçekleştirmeye çalışmak.
İkincisi, aktif hemşerilik… 'Her gün demokrasi' dedik… Çünkü demokrasi bizim memleketimizde sadece seçim-sandık günü uygulanan bir metot algılanıyor. Oysa değil… Her gün bu şehirde insanların yönetime katılmasının önünü açacak mekanizmalar kurmak mümkün ve demokrasiyi her gün yaşatmak mümkün… Çünkü ne kadar çok şeffaf, ne kadar çok katılımcı bir yönetim anlayışı ortaya koyabilirseniz o kadar gerçek bir demokrasiyi hayata geçirmiş olursunuz… Bu da ikinci hedefimiz dedik…
Üç… Toplumsal barış… Barış kimsenin bize hediye edeceği bir şey değil… Yani yukarılarda bir yerlerde bir barış kurulsun, biz de bunun içinde yaşayalım gibi bir şey yok! Barışı evden başlayarak mahallemizde, sokağımızda, köyümüzde, kentimizde, her yerde kurmak için biz çaba harcamak zorundayız. Dolayısıyla bu çok temel bir şey ve biz her kentin önünde; içinde yaşadığı kenti barışını hakim kılmak için yapması gerekenler olduğunu düşünüyoruz. Yani barışın bir kentin önündeki temel problemlerden, temel sorunlarından biri olduğunu düşünüyoruz. İnanın Türkiye'de barış gelecekse yerel yönetimlerden gelecek. Çünkü Türkiye'de siyasi kutuplaşma o kadar kemikleşti ki, bunun üzerinden barış çok zor gözüküyor. Ama yerelde gelenekler, kültür, müzik, lezzetler, danslar üzerinden barış yakalanabiliyor. Biz bunu yaşadık ve insanlar birbirini alkışlamayı, birbirine saygı duymayı öğrendi. İnanın bunun çok mümkün olduğunu hepimiz gördük. Eğer Türkiye'nin diğer kentlerinde bizim 'Seferihisarlılar Buluşması' adı altında yaptığımız o buluşmalar yapılabilirse ki yapılabiliyor; barış için çok önemli adımlar atılacak. Bu adımlar belki de siyasi barışı ortaya koymanın zeminini oluşturacak.
Dördüncüsü gelişen kültür ve yaşayan doğa… Dedik ki 'Seferihisar'ı yıkıp yeniden yapabilirsiniz ama Seferihisar'ın doğasını korumazsanız bir daha Seferihisar'ı doğrultamazsınız.' Bu da tüm kentler için geçerli bir şey… O nedenle herkes yaşadığı kentin doğası korumak ve ona sahip çıkmak için azami gayret harcamak zorunda…
Ve beşincisi… Dünya vatandaşlığı… Evet dünya küçüldü ve kentler gelecek vizyonlarını ortaya koyarken mutlaka dünyayı izlemeliler ve yakından takip etmeliler ama bu yetmez! Çünkü bizler sadece taklit eden maymunlar değiliz. Bizim üzerimizde oturduğumuz coğrafya muazzam bir hazineyi taşıyor, muazzam bir miras var. Biz dünyanın da bizi yakından takip edeceği işler yürütebiliriz. O nedenle dünya vatandaşlığı dediğimiz şey sadece dünyayı yakından izlememizle olmaz, dünyanın da bizi izlemesini sağlayacak işler ortaya koymak lazım…
Bu 5 hedef, başından beri bunu anlatmaya çalışıyorum; sadece Seferihisar için değil Türkiye'nin her yerindeki kentler için örnek olabilir. Bir belediye başkanının önüne onlarca, yüzlerce proje gelir. Seferihisar için de yapılabilecek ya da yapılamayacak o kadar çok proje geliyor ki… Ama bu 5 hedef bizim için bir turnusol kağıdı görevi görüyor artık… Bakıyoruz, uyuyor mu uymuyor mu? Dolayısıyla bunun uygulanabilir bir şey olduğunu ve tüm Türkiye'ye örnek olması gerektiğini düşünüyoruz. Biz kendimiz Cittaslow'dan başlayarak ve sonra geleceğin Türkiye'si olarak tanımlayarak çizdiğimiz bu rotayı takip etmeyi sürdüreceğiz.

SOYOÐUL: Peki bunu tüm Türkiye'ye anlatmanın yolu ne? Nasıl anlatacaksınız ya da anlatıyorsunuz?

SOYER: Gücümüz neye yetecek ben de bilmiyorum. Ama işte sizin açtığınız bu kapıdan giderek dillendirmeye çalıştık. Başka kapılar açılırsa yine dillendirmeye çalışacağız. Sözlü, yazılı neyse her yerde anlatmaya çalışacağız. Çünkü ben Türkiye'nin kurtuluşunun yerelden olacağına inanıyorum. Dünyanın kurtuluşunun yerelden olacağına inanıyorum. Yani dünya eğer daha güzel, daha insanca yaşanacak bir dünya olacaksa bu yerelde başarılacak.

SOYOÐUL: Siz yerel derken; yeni kabul edilen ''bütünşehir' modeli ise merkeziyet diyor. Yasanın bütününde yerel yönetimleri kısıtlayan bir anlayış söz konusu… Yerel kalkınma modeli artık daha zor olmayacak mı?

SOYER:
Çok haklısınız… Yasanın getirdiği düzenlemenin çok olumsuz yanları var. Yani bin 500 beldenin, 16 bin köyün kapatılıyor olması bence çok vahim… Özellikle köyler… Köyleri mahalle yapıyorsunuz. Bu kadar kolay değil! Çünkü köyler kimliği olan yerleşimler… Her köyün kendine özgü gelenekleri, mirası, lezzetleri, yaşam tarzları var. İnanın Türkiye'nin içinde bir diğerine benzeyen köy bulamazsınız. Her biri bir başka mirasın üzerine oturur çünkü… Köy bambaşka bir şeydir. Köyü kaldıramazsınız. Aslında yasanın belki de en vahim, en negatif sonuçlar yaratacak yönü bu… Köyleri ortadan kaldırması… Bu çok vahim bir şey! Olumlu yanları da hiç kuşkusuz vardır bu yasal düzenlemenin… İşte il özel idarelerin kaldırılıp hepsinin bütünşehir bünyesinde toplanması, tek merkezden bu birimlerin görevlerini yerine getirecek olması… Ya da merkezi otoritenin yetkisinin daha çok büyükşehirlere ve bütünşehirlere aktarılıyor olması… Bunlar olumlu yanlarıdır belki de… Ama olumsuz yanları daha net kafamda şekilleniyor ve en vahimi de köylerin kapatılmasıdır. Bence bu mutlaka dönülmesi gereken bir yanlış... Köyleri yok ederseniz bu milletin çok büyük bir kültür ve gelenek birikimini de yok edersiniz…
SOYOÐUL: Sizi dinlerken Seferihisar gömleğinin size dar geldiği duygusuna kapılıyorum her seferinde… İnsan sizi dinlerken ister istemez daha büyük hedeflere yönebileceğinizi ya da yönlendirilebileceğinizi düşünüyor. Belki de bu yüzden adınız uzun süredir büyükşehir belediye başkanlığı için geçiyor. Bu konu açıldığında sizin ne kadar mahcup olduğunuzu da biliyorum ama bazen şartlar insanı istemeden bazı noktalara götürebiliyor. Ne dersiniz?
SOYER: Öncelikle bu üslupla sorduğunuz için çok teşekkür ediyorum. Gerçekten şu anda İzmir'in gündeminde böyle bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Yani İzmir'in gündeminde 'İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı kim olsun?' diye bir soru yok. Ne Genel Başkan'ın ne gerçekten hayata objektif bakabilen insanların gündeminde böyle bir soru yok. Gayet başarılı çalışan bir büyükşehir belediye başkanımız ve seçimlere daha bir buçuk seneye yakın bir zaman var. Dolayısıyla böyle bir gündem yok.



SOYOÐUL: Öyle bir gündem yoksa da belki Genel Merkezin ajandasında var! Çünkü onlar bazı şeyleri çok önceden hazırlamak, planlamak zorunda… Belki Aziz Bey aday olmayabilir. Ayrıca, bu soru hemen önümüzdeki seçimleri de kapsamıyor. Yaşınız genç, bir sonraki dönem neden olmasın? Ne düşünürsünüz?

SOYER:
Şimdi 'politik' demeyin ama şöyle bir cevap vermek istiyorum bu soruya… Steve Jobs'un biyografisini okuyorum ve çok etkilenerek okuyorum. Şöyle bir şey diyor, 'Dünyanın en zengin adamı olarak mezara girmektense akşam kafayı yastığa koyduğumda bugün çok iyi işler yaptım diyerek yatmayı tercih ederim…' İnanın ki böyle bakıyorum hayata… Yani Nazım'ın çok hoş bir şiiri vardır, 'Hiç ölmeyecekmiş gibi ama yarın ölecekmiş gibi yaşayacaksın bu hayatı' diye… Ben de öyle yapıyorum. Yani her gün kafamı yastığa koyduğumda, 'Bugün Seferihisar'da kaç kişinin yüzünü güldürebildim, ne kadar iş ortaya koyabildim, ne kadar iyi sonuç elde edebildim, neleri yapıp neleri yapamadım?' Bu muhasebeyi yapabildiğim zaman ve yaptığımda artılar daha fazlaysa huzurla yatmak… Tam da istediğim bu… Bunu Seferihisar'da da yapmak mümkün, Türkiye'nin bir başka yerinde yapmak da mümkün, İzmir'de de yapabilmek mümkün… Ama nerede yaptığımdan çok, daha önemlisi bunu ne kadar yapabildiğim önemli… Bir de bu saydığınız makamlar insanların talip olabileceği şeyler değil… Bunlar insanların sizi layık göreceği, sizi buraya davet edeceği görevler… Herkesin aklından geçer, her çocuk bakan, başbakan olsun ister. Bu öyle bir şey… Ama hayat böyle yürümüyor.

SOYOÐUL: O zaman şöyle söyleyeyim… Sayın Kılıçdaroğlu'nun size gösterdiği teveccühte bir farklılık var. Bunu son İzmir ziyaretinde de gördük. Gecenin geç bir saatinde sizinle özel bir görüşme yaptı. Keza Sizin İstanbul'daki yerel yönetimler zirvesine çağrılıp Aziz Bey'le birlikte giden nüfusu yüz binin altında tek ilçe belediye başkanı olmanız, oradaki sunumunuzun büyük ilgi görmesi, yine aynı şekilde İstanbul'da CEBIT Fuarı'nda sizin standınızı ziyaret edip bilgi alması… Bu farkın farkında olmamanız mümkün mü?

SOYER: (gülümsüyor) Şunu söyleyebilirim, ben bu işi çok severek yapıyorum. Yine Steve Jobs'tan bir cümleyle söyleyeyim… 'Her sabah işe gitmek için sabırsızlanıyorum' … Şimdi bu ne kadar enteresan bir duygu olmalı ama ben her sabah bunu yaşıyorum. Yani hakikaten her sabah belediyeye gitmek için sabırsızlanıyorum. Bu mesela çok heyecan verici bir şey… Seferihisar'ı Seferihisarlıyı çok seviyorum. O yüzden ne yoruluyorum, ne moralim bozuluyor. Ama insanın doğasında var, yine bütün bunları yaparken bir takdir bekliyor. Şimdi burada da bu takdiri Seferihisarlı'nın yapması çok önemli ama aynı zaman sonuçta sizin büyüklerinizin, sizi o göreve getiren insanların takdir etmesi de çok anlamlı… Şimdi Kemal Bey'in yaptığımız işleri takdir ediyor olması tabiî ki beni çok onurlandırıyor, onurlandırmakla da kalmıyor çok motive ediyor. Yani 'Madem ki beni takip ediyor ve beğeniyor, ben daha fazla ne yapabilirim?' diye soruyorum kendime… Bu duyguyu yaşatıyor bana… Gerçekten Genel Başkanımızın bu çalışmalarımızdan haberdar olması, bunları doğru anlamış olması, bunları beğeniyor ve takdir ediyor olması beni çok mutlandırıyor.

SOYOÐUL: Diğer ilçe belediye başkanlarıyla kurmadığı bir bağdan söz ediyoruz… Güzel işlere imza atan çok belediye başkanı var ama Kılıçdaroğlu'nun sizinle kimyası mı tuttu? Siz şu anda farklı bir konumdasınız herkesin gözünde. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

SOYER:
İnanın ne kadar farklı olduğunu ben bilmiyorum. Çünkü diğer başkan arkadaşlarımızın genel merkezle Genel Başkanla ilişkilerinin ne düzeyde olduğunu da bilmiyorum. Ben sadece kendim için şunu söyleyebilirim ki, beni anladığını hissediyorum. Takdir etmesinden de çok memnun oluyorum. Bunu kendimle ilgili söyleyebilirim.

SOYOÐUL: Siz genelde politikacıların söylemleri andırmayan çok nazik söylemlerle bir gönül zenginliği ortaya koyuyorsunuz… Bunu neye borçlusunuz?

SOYER: Aile terbiyesiyle başlıyor, orada çok şey öğrendiğimi söyleyebilirim. İkincisi hayata pozitif bakmakla ilgili bir şey… Hakikaten, nereden baktığınıza çok bağlı hayatı nasıl yaşadığınız… Eksiklikleri görmek, yanlışları görmek insanları çok mutlu etmiyor. İnsanları mutlu eden şey pozitif görebilmek ve bakabilmek… İnsanların iyi yanlarını görebilmek… Hayata gülümseyerek bakabilmek, insanlara samimiyetle yaklaşabilmek… Eğer bunları yapabiliyorsanız… Bizim çok hoş bir sözcüğümüz vardı, şimdilerde pek kullanılmıyor… Yurtseverlik… Yurtseverlik çok güzel bir sözcüktü… Çünkü yurt sevmek demek yurdunuzu taşıyla, toprağıyla, deniziyle, börtüsüyle, böceğiyle, iklimiyle, meyvesiyle, insanıyla, her şeyiyle sevmek demekti… Ben iyi bir yurtsever olduğumu düşünüyorum, çünkü bu sevgi samimi… Ben yurdumu gerçekten çok seviyorum. Kendimi sorumlu hissediyorum. Daha iyisini yapmak için çalışmak gerektiğini düşünüyorum. Dolayısıyla özetlersek, dünyaya ve hayata pozitif bakmak, bunun içini dolduracak bilgiyi edinmek için çaba göstermek ve yurt sevmek…

SOYOÐUL: Bunu soran çok oldu ama bir kez de ben sorayım! Kılıçdaroğlu'yla o bir saatlik görüşme… Niye o saatte ve yoğun gündemin ortasında sizinle özel bir görüşme yaptı? Bu görüşme doğal olarak sizin CHP içinde bir takım yerlere getirileceğiniz yolunda dedikodulara yol açtı…

SOYER: Bunlar çok spekülasyon… Hiç böyle bir şey söz konusu değil… Yani o öyle kimbilir belki de bir nefes almak, siyasetten uzaklaşmak istedi. Ama çok sade, son derece basit ve rahat bir sohbet ortamıydı söz konusu olan… Yoksa ne 'İzmir'de ne olsun', ne de 'Türkiye'de ne olsun?' gibi konular konuşuldu.

SOYOÐUL: Sizinle siyasetten uzaklaşabiliyor demek ki… Bu çok önemli bir ayrıntı… 'Belki siyasetten uzaklaşıp dinlenmek istedi' cümlesi oldukça ilginç bir seçim… Bence sizinle niye kimyası tutuyor buradan anlaşılıyor gibi. Ne dersiniz?

SOYER:
(Şaşırarak ve gülerek) Bunları düşünmem lazım, çünkü benim aklıma gelmeyen şeyler söylüyorsunuz…

SOYOÐUL: Bir ipucu vermeyeceksiniz, anlaşıldı… Tekrar Seferihisar'a dönelim o halde. Seferihisar'ın 5 hedefini konuştuk ama bir de sitenizde 41 projeden söz ediyorsunuz. Kısaca anlatırsanız… Bunlar seçime kadar bitebilecek projeler mi?

SOYER:
Aslında bunlar 1 yıl içinde bitirilmesi hedeflenen projeler değil ama 1 yıl içinde başlamayı hedefliyoruz. Mesela engellilerle ilgili düşündüklerimiz var. Onlara bir araç tahsis edip hayatlarını kolaylaştırmak istiyoruz. Ya da ne bileyim kentin içindeki motorlu araç trafiğini sınırlandırmak için bir ring seferi koyuyoruz. Bu ring şehir dışına çıkacak vatandaşları kent içinde alacak, terminalimize götürecek ve vatandaşlar oradan çıkacak. Dolayısıyla minibüs-otobüs kent içine sokulmayacak. Ya da bir merkez alan projemiz var. Eski belediye binamızı yıkıyoruz, orada büyükşehir belediyesiyle birlikte bir meydan projesi gerçekleştirilecek. Bu da zannediyorum 2013 Ocak ayında başlayacak. Bunun gibi Ocak ayında başlayacak çok projemiz var. Sığacık bölgesinde var, Ürkmez'de bir sinema salonu yapıyoruz. Kadınlarla ilgili yine kadınlar kahvehanesinden tutun, kadın emeği evlerine kadar epey bir çalışmamız var. Doğayla ilgili önemli projelerimiz var. Önce bir envanter çıkartmaya karar verdik mesela… Yani Seferihisar dünyada doğal olarak korunması gereken alanlardan biri… Bilimsel olarak böyle bir tanım yapılıyor Seferihisar için… Ama biz Seferihisar'da içinde yaşadığımız bu muhteşem doğanın farkında değiliz… Ben size şunu söyleyeyim… Bundan iki-üç hafta önceydi… Seferihisar'ın hava fotoğraflarını edinelim diye uzun süredir Havacılık Dairesi'nden izin bekliyorduk. Sonunda o izin geldi ve biz bir helikopterle Seferihisar üzerinden bir buçuk saat uçtuk. Bir kameraman arkadaşım fotoğraf çekti, videoyla da kayıt yaptık. Böyle bir güzellik olamaz!
SOYOÐUL: Bir kez daha aşık oldunuz Seferihisar'a!
SOYER: Aynen! Bir kere daha aşık oldum Seferihisar'a… Çünkü Çiğli'den çıktık o Gönence sırtlarından geçtik, o üzüm bağları böyle sarıdan kırmızıya dönmüş… Oradan geçtik deniz kenarına geldik, deniz dantel gibi, sahiller, o içi akvaryum gibi pırıl pırıl, berrak sular… Kızılçam ormanlarının üzerinden geçerken fosforlu gibi o iğne yapraklar… Olağanüstü bir doğa, olağanüstü bir manzara… Hakikaten bir kez daha aşık oldum. Lafı şuraya getirmek istiyorum lafı… Biz Seferihisar'ın doğasında ne tür memeli hayvanların yaşadığını, ne tür kuşların yaşadığını, ne tür bitki örtüsünün olduğunu bilmiyoruz. Yani bir doğa envanterimiz yok bizim… Belki de hiçbir ilçenin yok. Dolayısıyla yine bütün ilçelere örnek olması için çalıştığımız şey bir doğa envanteri hazırlamak… Bunların her birini ayrı başlıkta tespit edeceğiz. Çalışmalara başladık. Foto kopanlar da kurmaya başladık, bununla ilgili raporlama çalışmaları başladı… Dolayısıyla doğa envanteri bizim için çok değerli olacağız. En azından bileceğiz artık… Derya içinde olup deryayı bilmeyen balıktan çıkacağız, 'Bizim içinde yaşadığımız Seferihisar'da şu memeliler yaşar, şu bitki türleri vardır, şu kuş kolonileri vardır vs' diyebileceğiz… Doğa okulu başlatıyoruz. O da bu sene içinde başlayacak projelerden biri… İnsanlara doğa okur-yazarlığını öğreteceğimiz, onları doğayla buluşturacağımız bir proje başlıyor. Daha çok projemiz var ama…

SOYOÐUL: Bu kadar süre yol aldınız… Bunun Seferihisar'da rakamlarla dönüşümü nasıl? Daha çok turist, daha fazla kazanç gibi… Ya da asayiş vakalarına yansıma? Güvenlik istatistikleri… Yani tüm bu yapılanlar rakamlara nasıl yansıyor?

SOYER: Afaki bile olsa bir şey söylemek isterim. Bundan 4 sene önce Seferihisar'ın toplam değeri 1 milyar dolar idiyse bugün muhtemelen bunun en az 3 milyar dolar olduğunu söyleyebilirim. Yani bu sadece gayrı menkul fiyatlarına yansıyan bir artış değil… Emeğin değerinin artmasından oradaki mal ve hizmetin değerinin artmasına kadar her alana yansıyan bir sonuç bu… Sonuçta Seferihisar'da insanlar daha çok kazanmaya ve bu anlamda yaşam kalitelerini daha çok yükseltmeye başladılar. Bununla ilgili çok sayıda gösterge toplamaya başladık. İnşaat sektöründen göstergeler var elimizde, göçle ilgili göstergeler var. Bunlar gösteriyor ki Seferihisar hakikaten parlıyor, çok büyük ilgi çekiyor ve bu ilgi hem yerli-yabancı turist bağlamında hem Seferihisar'ı yaşam alanı olarak tercih edip buraya yerleşmek anlamında doğrulanıyor. Dediğiniz gibi göstergeler her şeyi ifade etmiyor ama çok ipucu veriyor.

SOYOÐUL: İkinci dönem için aday olmayı istiyorsunuz herhalde… Rakipleriniz açısından durum nedir? Sizin ezber bozan bir söyleminiz var. İşleri zor diye düşünüyorum…

SOYER: Aslında gönül çok ciddi rakipler olmasını isterdi. Çünkü doğa çok kültürlü bir doğa… İnsanlık da çok kültürlü aslında… Yani hayatımızda ne kadar çok farklılık olursa biz o kadar zenginleşiyoruz. Ne kadar çok birbirimize benzersek o zaman azalıyoruz, yoksullaşıyoruz. O yüzden isterdim ki karşımda çok güçlü rakipler olsun. Kim bilir belki de çıkar? İnşallah çıksın.

SOYOÐUL: Ortaya koyduğunuz bu farklı vizyonu en iyi kim anladı sizce? Kadınlar mı, gençler mi?

SOYER: Kadınlar…

SOYOÐUL: Neden kadınlar?

SOYER: Valla bilmiyorum, belki doğuran olduklarından… Gerçekten tam olarak bilmiyorum ama çok gurur duyuyorum onlarla… Yaşadıkları değişimi izliyorum, görüyorum. Bana sahip çıkmalarından çok mutlu oluyorum. Ama onların değişimini izlemekten de çok gurur duyuyorum. Bana gelecek için çok umut veriyorlar. Benim çocuklarım için çok umut veriyorlar. Yani iyi ki kadınlar var ve hepsine hayranım. Muazzam işler yapıyorlar.
* * *

(Pazar günü yayınlanan bu röportajın tekrarı, 'Gönül Soyoğul/NOKTA' adıyla, 13 Kasım Perşembe akşamı, saat 21.30'da EGE TV'de. Bilginize)