Hastane dediniz mi...

Eskilerin şahane bir tanımı var: 'Allah muhtaç etmesin, eksikliğini de göstermesin...'

Doğru söze ne denir?

Ancak...

Dikkat ediyor musunuz, ne kadar çok hastane var üç buçuk milyonluk İzmir'de?

Sağına bak hastane, soluna bak bir tıp merkezi...

Neden?

Büyük şehirde yaşamak bizi bu kadar mı kolay hasta ediyor?

Ege'nin köy irisi kasabalarındaki sağlık ocakları sinek avlıyor(!) çünkü hastalanan yok, herkes turp gibi...

Oysa...

3.5 milyon nüfuslu İzmir'de tam 24 devlet, 17 tane de özel hastane var... Ayrıca üniversitelerin tam teşekküllü araştırma hastaneleri mevcut... 'Yetmez...' diyorsanız, irili-ufaklı 176 tıp merkezi, sağlık kurumu 'hasta avcısı' gibi bekliyor...

Demek ki, büyükşehirde yaşayan daha çok hastalanıyor ya da vatandaş diliyle 'hastanelik' oluyor...

Bu soruyu kadim dostum Dr. Ülkümen Rodoplu'ya sordum... Anlattıkları ürkütücü... Dr. Rodoplu'ya göre, 'Neden bu kadar çok hastane var?' sorusunu üç başlıkta değerlendirmek gerekiyor...

Birincisi; büyükşehirde yaşamanın getirdiği sıkıntılar... Borçlar, ödenemeyen kredi kartları, çocukların eğitimi, otobüs duraklarında beklemeler, işyerindeki stres, ayrılıklar, boşanmalar, zamlar, hayat pahalılığı ve daha neler neler... Bunların hepsi eninde-sonunda bizi hasta ediyor...

İkincisi; sağlık hizmetlerinin neredeyse yüzde 80'inin özelleşmesi... Katkı payı bile, özelleşmenin ilk ayağı...

Üçüncüsü; iddialara göre, sağlık hizmet kalitesinin çok düşmesi...

Aile hekimine giden İzmirli tatmin olmazsa devlet hastanesine, oradan da 'mutsuz' ayrılırsa, 'Ver elini özel hastane' diyor... Çünkü, bir an önce sağlığına kavuşmak istiyor... Haksız da değil...

Aslında zincirin ilk halkasında hata var... Doktor yetiştiren eğitim kurumlarının yetersiz olduğuna işaret eden Dr. Rodoplu, 'Aile hekimleri ağırlıklı pratisyenlerden oluşuyor... Bu arkadaşların aile hekimliği yapabilmeleri için ayrıca uzmanlık eğitimi almaları gerekiyor...' sözleriyle sorunu yeni bir boyuta taşıyor...

Aslında...

Kaba bir hesapla, İzmir'de yaklaşık 1.500 kişiye bir hastane düşüyor...

Gelgelelim, yine hastane koridorları dolu...

Sadece büyükşehirin sebep olduğu strese dayalı sıkıntılar değil bizi hastaneye gitmeye mecbur kılan...

Yediğimiz, içtiklerimiz de sıkıntılı...

Ayakta atıştırmalarla geçen bir gün...

Hangi ürünlerden yapıldığı...

İçinde nasıl bir yağ kullanıldığını...

Hatta lıkır lıkır içtiğimiz 'pet şişe' suyun merak etmediğimiz(!) kaynağı bile...

Bizi 'hasta' etmeye yeter de artar bile...

Korkarım bizi...

Son modamız, 'organik pazarlar'dan alışveriş yapmak da kurtarmayacak...

Büyükşehirlerde yaşayan bizler...

'Çağın gereği...' mazeretinin arkasına saklanarak...

Toprağı ve suyu kirletmeyi sürdürürsek...

Her apartmanın altının bir 'dal merkezi' olması işten bile değil...

Sonsöz: 'İzmir'de yaşıyoruz diye hayatımız lotarya olmasın...'