Petrol yüklü toz, geçtiğimiz iki hafta içinde Azerbaycan’ın Bakü kentinde düzenlenen Birleşmiş Milletler iklim zirvesi COP29’da dağıldı. İklim bilimcileri, liderler, lobiciler ve delegeler evlerine doğru yola çıktı.
Geçenlerde COP zirveleri üzerine yazılarımı dikkatle okuyan arkadaşlarımdan biri, mesaj atıp inceden alay etmiş, “bunlar senden başka kimsenin umurunda değil” diye…
Ben de ona şu cevabı verdim:
Ben “sorumlu gazeteci” olarak ülkemizin, bölgemizin, yaşadığımız kentin karşı karşıya olduğu iklim risklerine dikkat çekmek istiyorum. Ege Bölgesi ve İzmir, eşsiz doğal güzellikleri, zengin kültürel mirası, verimli tarım arazileri ve turistik cazibesiyle Türkiye’nin en değerli bölgelerinden biri. Ancak son yıllarda, iklim değişikliğinin etkileri bu güzel coğrafyayı giderek daha fazla tehdit ediyor.
Bölgede aşırı sıcak hava dalgaları giderek daha sık yaşanırken, (geçen Temmuz ve Ağustos’u anımsatırım) uzun süreli kuraklıklar hem tarım sektörünü hem de su kaynaklarını ciddi şekilde etkiliyor. İzmir ve çevresinde artan orman yangınları, doğal yaşamı ve yerleşim alanlarını tehdit ederken, ani ve şiddetli yağışların neden olduğu sel ve taşkınlar, altyapıya zarar veriyor ve hayatı zorlaştırıyor. Bu arada İzmir’in başında çok önemli bir su sıkıntısı belası duruyor.
İzmir ve Ege’nin bu değişimlerle başa çıkabilmesi, sadece çevresel değil, ekonomik ve sosyal anlamda da büyük önem taşıyor. Tarımda verim kaybı, kıyı turizminin olumsuz etkilenmesi ve halkın yaşam standartlarının düşmesi gibi sorunlar, bölgenin geleceğini tehdit ediyor.
Ege’nin verimli topraklarını, zengin biyoçeşitliliğini ve kültürel mirasını korumak için harekete geçmek zorundayız. Karbon salınımını azaltmayı hedefleyen projeleri desteklemek, sürdürülebilir enerji kaynaklarına yönelmek, ormanlarımızı ve su kaynaklarımızı bilinçli bir şekilde yönetmek, bu mücadelede hepimize düşen önemli sorumluluklar arasında yer alıyor.
İklim krizi, geleceğimizi şekillendiren en önemli sorunlardan biri haline geldi ve önümüzdeki iki yıl, sıcaklık artışını 1,5 derecenin altında tutabilmek için kritik bir dönemeçteyiz. Temmuz 2024'ün, küresel ölçekte şimdiye kadar kaydedilen en sıcak ay olması, bu acil durumun altını bir kez daha çizdi. BM Genel Sekreteri António Guterres’in sözleri, bu durumun sadece bir çevre sorunu olmadığını, insanlık ve gezegen üzerinde derin etkiler bırakan bir kriz olduğunu ortaya koyuyor: “Aşırı sıcaklar, insanlar ve gezegen üzerinde aşırı bir etki yaratıyor. Dünya, artan sıcaklıkların yarattığı zorlukların üstesinden gelmek zorunda.”
Bu durumun küresel etkileri her geçen ay daha da görünür hale gelirken, Türkiye ve Ege Bölgesi de bu tablodan farklı değil. 2024 yılı, ülkemizde de sıcaklıkların uzun dönem ortalamalarının çok üzerinde seyrettiği bir yıl olarak kayıtlara geçti. Avrupa’nın diğer bölgeleriyle benzer şekilde, Türkiye ve özellikle Ege Bölgesi, aşırı sıcak hava dalgaları, kuraklık ve çevresel sorunlarla mücadele ediyor.
Bu kritik dönemde, bireylerden hükümetlere, özel sektörden sivil toplum kuruluşlarına kadar herkesin sorumluluk üstlenmesi gerekiyor. Karbon emisyonlarının azaltılması, enerji dönüşümünün hızlandırılması, yenilenebilir kaynaklara yönelim ve doğal alanların korunması gibi önlemler, hem küresel hem de yerel düzeyde acilen uygulanmalı.
İşte bu nedenlerle yazıyorum bu yazıları!
Dönelim Bakü’ye: Geçen Pazar akşamı 2 gün gecikmeyle sona eren, Bakü’deki iki haftalık COP29 zirvesine 80 dünya lideri ve en az 1.773 fosil yakıt lobicisi dahil olmak üzere 50.000’den fazla kişi katıldı ama tartışmalar bitecek gibi görünmüyor. (50 bin kişinin içinde COP31’e aday ülke olan Türkiye’den 1800 kişi varmış…)
Zirve geçen Cuma bitecekti; tartışmalar bitmeyince 2 gün daha uzatıldı. İklim aktivistleri bu zirveleri zırva ve saçma buluyor ama bence onlar da dikkatle izliyorlar.
Başta “ev sahipliği” sorunu var.
Azerbaycan, dünyanın en zengin petrol devletlerinden biri olan Birleşik Arap Emirlikleri’nin geçen yıl COP28’e ve Mısır’ın 2022’de COP27’ye ev sahipliği yapmasının ardından görüşmelere ev sahipliği yapan üst üste üçüncü petrol devleti oldu.
Bu tür zirvelerden sonra ne başarıldı ne başarılamadı sorusu cevabını bekliyor elbette.
Günlük yerel cılız güdük tartışmalardan çok daha önemli işler bunlar.
Dünyanın iklim üzerinde anlaşamaması Leonardo da Vinci’nin meşhur resmine bu kırık yumurta ile gönderme yapıyor.
Anlatalım bu kırık yumurtanın da öyküsü:
COP29’da kullanılan kırık yumurta sembolü, iklim değişikliğiyle mücadelenin zorluklarına ve dünyanın kırılgan durumuna dikkat çekmek için seçilen bir metafor…
Bu sembol, “Kırılganlık ve Dönüşümü” anlatıyor özellikle… Kırık yumurta, dünyanın ekosistemlerinin hassas dengesini temsil ediyor. Eğer bu denge bozulursa, geri dönüşü zor bir yıkıma yol açabilir. Ancak, aynı zamanda yumurta, yaşam ve yeniliklerin doğabileceği bir dönüşüm alanını da simgeler.
Yumurtanın kabuğu, “Küresel Dayanışma” adına bir arada çalışmanın önemini de vurguluyor. İklim krizine karşı etkili çözümler ancak tüm ülkelerin dayanışmasıyla mümkün çünkü. “İklim Adaleti” adına da çok önemli kırık bir yumurta, mevcut ekonomik ve çevresel sistemin eşitsizliklerini de sembolize eder. İklim krizinin en çok etkilediği kırılgan topluluklara daha fazla odaklanılması gerektiğini ifade eder.
COP29 kapsamında bu sembol, "Kırılganlıkta Umut" temasıyla ilişkilendirilmiş ve dünyanın içinde bulunduğu kriz durumuna rağmen kolektif çözümlerle yeni bir başlangıcın mümkün olabileceğine vurgu yapıldı. Sembol ayrıca, gençlik hareketleri ve sanat etkinlikleriyle desteklendi.
Toplantıda kademeli bir ilerleme de kaydedildi aslında. Ama bu çok yetersiz bir ilerleme. Müzakereciler, 2035 yılına kadar yılda en az 300 milyar ABD doları tutarında yeni bir iklim finansmanı hedefi üzerinde anlaştılar; bu rakam şu anki 100 milyar ABD dolarından fazla. Bu fonlar, gelişmekte olan ülkelerin fosil yakıtlardan uzaklaşmasına, ısınan iklime uyum sağlamasına ve iklim felaketlerinden kaynaklanan kayıp ve hasara yanıt vermesine yardımcı olacak.
Ülkeler ayrıca, 2015 Paris Anlaşması’nın tam olarak işler hale gelmesi için gereken son anlaşma olan küresel karbon ticareti piyasası için temel kurallar üzerinde de anlaştılar.
BM iklim şefi Simon Stiell’in son oturumda söylediği gibi, 29. Taraflar Konferansı (COP29) toplantısı Paris Anlaşması’nın iklim eylemi konusunda başarılı olduğunu gösterdi; ancak ulusal hükümetlerin “hızlarını artırmaları gerekiyor”.
Birleşmiş Milletler Taraflar Konferansı’nın 29. edisyonu, iklim değişikliğini azaltmak ve uyum sağlamak için öncelikle gelişmekte olan ülkeler tarafından ihtiyaç duyulan trilyonlarca doları harekete geçirmeye odaklanan “finans COP’u” olarak adlandırıldı.
Geçen Pazar sabahı, programın neredeyse iki gün gerisinde, müzakereciler sonunda yeni bir finans anlaşması üzerinde anlaştılar: 2035’e kadar yılda 300 milyar dolar. Bu, 2009’daki COP15’te önerilen ancak 2022’ye kadar karşılanmayan mevcut 100 milyar dolarlık hedefin yerini alacak. Peki yeterli mi? Kesinlikle değil. Bu rakam gelişmekte olan ülkeleri çileden çıkardı. Bazı devlet başkanları bunu bir “şaka” ve “hakaret edici derecede düşük” olarak adlandırdılar.
COP30 Brezilya’da düzenlenecek.
Yeni ulusal iklim hedefleri açısından Bakü zirvesi önemli bir yerdi ama ABD’deki seçim sonucu büyük hayal kırıklığı yarattı. ABD, Çin’den sonra dünyanın en büyük ikinci emisyon yayıcısı. Trump, ülkenin petrol ve gaz üretimini artırma ve ilk döneminde yaptığı gibi ABD’yi Paris Anlaşması’ndan çekme sözü verdi.
Çin ise, ABD tarafından boşaltılmak üzere olan iklim lideri pozisyonuna açıkça göz dikmiş durumda.
Ve demokrat ABD eyaletlerinin liderleri, ABD’nin bazı bölgelerinin hala iklim eylemine destek verdiğini göstermek için COP29’a katıldı.
Şubat 2025’e kadar, Paris’i imzalayan 195 ülkenin tümü daha iddialı emisyon hedeflerini duyurmak zorunda. Bazı ülkeler yeni planlarını COP29’da duyurdu.
En iddialısı, 2030 hedefini 2035 yılına kadar 1990 emisyonlarını yüzde 81 oranında azaltmak için yüzde 68 oranında bir kesintiye yükselten İngiltere- Birleşik Krallık’tı.
Gelecek yılın yani COP30’un ev sahibi Brezilya, 2035 yılına kadar 2005 seviyelerinin yüzde 59-yüzde 67 altına düşme için yeni hedefler yayımladı. Ancak Brezilya, 2030 hedeflerini değiştirmedi ve petrol ve gaz üretimini 2035 yılına kadar yüzde 36 oranında artırma planlarını açıkladı.
Birleşik Arap Emirlikleri, 2050 yılına kadar net sıfıra ulaşmadan önce 2035’ten önce yüzde 47 oranında hedef kesintileri duyurdu. Ancak bu taahhüt, BAE’nin 2035 yılına kadar petrol ve gaz üretimini yüzde 34 oranında artırması öngörüldüğü için iklim kampanyacıları tarafından eleştirildi.
Avustralya dahil olmak üzere birçok başka ülke de Bakü’de yeni hedefler açıklamaktan kaçındı.
Umarız COP31’e ev sahipliğini Türkiye yapar ve dünya için daha umutlu kararlar alınır.
Geleceğimizi güvence altına almak için şimdi harekete geçmeliyiz. Çünkü 1,5 derece hedefi, yalnızca bir sayı değil; daha yaşanabilir bir dünya için bir eşik ve umut sembolü…
Ege’nin ve İzmir’in eşsiz güzelliklerini gelecek nesillere aktarabilmek için bugünden adım atmamız gerekiyor.