Her yönüyle anlamaya çalıştığımız 1 Kasım seçimlerini 'Dünya basını' ağırlıklı olarak 'Erdoğan'ın zaferi' olarak gördü. Türk medyası bu konuda biraz ikircikliydi. Saray'a yakın medya dünya basınıyla paralel düşünürken daha ortada kalanlar yüzde 49,5 oran ve 23 milyonu aşkın oyu Davutoğlu'na mal ediyordu. 'Hoca'nın zaferi, Bir liderin doğuşu' gibi manşetler Davutoğlu'nun bu zaferdeki payına işaret ediyordu.
Erdoğan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden sonra yaptığı gibi soluğu padişahların kılıç kuşandığı Eyüp Sultan'da alırken Davutoğlu tarihi başarının parametrelerini basınla paylaşmaya başlamıştı.
Davutoğlu'na göre başarıyı getiren 'sessiz çoğunluğun' tavrıydı. Dün de altını çizmeye çalıştım.
Bu oran Davutoğlu'nu 'Akbulutluk'tan çıkarmaya yeter. 7 Haziran'dan sonra tek başına iktidarın kaybedilmesinden sonra parti içinde iki tür değerlendirme yapılıyordu. Saraycılar Hoca'yı, 'Yüzde 52'de bıraktığımız partiyi yüzde 40'a düşürdü. O koltuğu dolduramadı' diye suçlarken Hocacılar Saray'ı, 'Seçime müdahil/taraf oldu. İki başlı görüntü yüzünden oylarımız çakıldı' diyordu.
Bugün ortada kesin bir zafer var.
Hem de 3 Kasım 2002'den bu yana en yüksek oran ve en fazla mutlak oyla gelmiş bir zafer…
Elbette sahibi çok olacaktır.
Kendi adıma bu zaferi ne Erdoğan'a ne de Davutoğlu'na yazmayı doğru bulmam. Öte yandan 10 milyonu aşkın üyesi olan bir partiden söz ediyoruz. Yüzlerce aday, teşkilat yöneticisi…
Kaldı ki bu başarıda muhalefetin payını da unutmamak lazım.
En az Erdoğan, Davutoğlu kadar Bahçeli'nin de payı var bu başarıda.
Tabi ki 1 Kasım'a giderken stratejik açıdan kendini yenilemeyen, seçime aynı tas aynı hamamla giden Kılıçdaroğlu'nun ve PKK terörüne karşı gerekli dik duruşu gösteremeyen Demirtaş'ın da payı yok mu?
Madalyonun öteki yüzünde bunlar da var tabi ki.
Seçmenin mesajını iyi ve de doğru okumak gerekiyor.
Davutoğlu'na göre 'sessiz çoğunluk' bana göre 'yüzergezer' seçmen ülkedeki belirsizliği ortadan kaldırdı 1 Kasım'da.
Ve de ülkenin hükümet sorunuyla birlikte AK Parti'deki liderlik sorununu da çözdü.
Artık memleketi kimin idare edeceği belli…
AK Parti'yi kimin yöneteceği de belli… Hatta muhalefeti kimin yapamadığı da belli oldu.
Bir taşla üç kuş vuruldu.
Ama bizim bildiğimiz artık iyice tanıdığımız Saray, bu sonucu buradan okumayacaktır. Dahası Saray'ın etrafını kuşatan 'dalkavuk sürüsü' bu sonucun buradan okunmasına engel olacaklardır. Er ya da geç Davutoğlu ile Erdoğan arasında bir güç savaşı kaçınılmaz görünüyor. Kabinenin teşekkülü bu açıdan ilk işaret fişeğinin yanacağı zemindir.
Ahmet Hakan'ın da bugün köşesinden vurguladığı gibi…
'Yüzde 50 bu… Sandıkta durduğu gibi durmaz' Yürüyüşünü bile değiştirir adamın…
*
Meselenin genel boyutu böyle… Yerel bir gazeteci olarak meselenin İzmir ayağını da ele almak durumundayız. Sonuçlar açıklandığında 'Birinci CHP, kazanan AK Parti' diye attık manşeti. CHP, aynen öngördüğümüz gibi MHP'deki erozyonun da etkisiyle oylarını az da olsa arttırmış ve de vekil sayısını iki arttırmıştı. Ama oylarını yüzde 26'dan 31'e yükselten AK Parti 1 Kasım'ın galibiydi.
Peki, 5 puanlık yükseliş başarı mıydı?
Başarıysa kimin başarısıydı?
AK Parti 7 Haziran'da İzmir'de 'yurtdışı oyları saymadan' yüzde 26,2'de kaldı. Son genel seçim olan 11 Haziran 2011'e göre (36,8) oransal açıdan 10,6 puan kayıp söz konusuydu. Buna karşın Türkiye genelinde parti 2011'e göre sadece yüzde 9 oy kaybı yaşamıştı.
İzmir'deki kayıp 1,5 puan fazlaydı yani.
Kızılca kıyamet koptu. Kelleler alındı, verildi. Sonuçta İzmir'deki kaybın fazla olmasının partinin özellikle aday belirleme süreçlerinde yaptığı bazı hatalarla ilgisi olduğunu bizler de yazdık, çizdik. Almanya'dan, Ağrı'dan, Tunceli'den tartışmalı ithal adaylar, stratejik açıdan yanlış bakanlar vs…
1 Kasım'a yürürken bu hataların telafisi anlamında önemli bir stratejik adım attı Genel Merkez. Ve İzmir, kentteki kamu yatırımlarının yüzde 80'inde imzası bulunan Binali Yıldırım'a teslim edildi.
Listesinin oluşumundan, stratejisinin belirlenmesine kadar…
Kendi deyimiyle 'sürükleyici aday' oydu.
Öyle ki 13 yıldır 'genel başkan yardımcılığı' koltuğundan kimsenin kımıldamadığı Nükhet Hotar'ın seçim bölgesi bile değişti. Ve Yıldırım 2011'de aday olduğu 2. Bölgeden değil kent seçmeninin yoğun olduğu birinci bölgeden aday oldu. Yenice hizmete açılan Konak Tüneli'nin bölgesinden…
Adı konmamış olsa da alt kadrolar gizliden gizliye bölge yarışı yapmaya başlamışlardı. Haliyle kampanyanın ağırlık merkezi de birinci bölge gibi görünüyordu. Ya 2011'de olduğu gibi Yıldırım'ın bölgesi daha az oy alırsa sorusu soruluyordu kapalı kapılar ardında. O zaman da söyledim şimdi de tekrar ediyorum. En büyük hata meseleye bu açıdan bakılarak yapılıyordu. Ki bu bakış açısı Binali Yıldırım'ın kentteki, partideki ağırlığı hatta son seçimdeki sloganıyla da çelişiyordu.
'Mesele memleket meselesi' diyerek yollara düşen bir adayı bir seçim bölgesine sıkıştırmaktı yapılan yanlışın adı. Yahut 2014'te 17-25 Aralık cenderesinde İzmir'in Büyükşehir adayı olarak 950 bin oy almış bir adayı bir bölgeye hapsetmek…
Bu yanlışa Yıldırım'la birlikte yürüyen bazı ekip arkadaşları da düştüler ne yazık ki! Yıldırım'ın afişlerinden bazılarının altına 'İzmir 1. Bölge Milletvekili Adayı' yazdılar mesela. Oysaki Nükhet Hotar'ın afişlerinde 'İzmir Milletvekili adayı' yazıyordu. Sanıyorum zaman dardı, ekibin kontrolü mümkün olmadı ya da bana anlatıldığı gibi bazı ilçeler kendiliğinden afiş bastırdı, böyle oldu.
İzmir'deki 5 puanlık artış başarıysa bu başarının her santiminde Yıldırım'ın emeği vardır. Sezar'ın hakkını Sezar'a teslim edelim öncelikle. Tabi ki Nükhet Hotar başta olmak üzere diğer bölge adayları da canla başla çalıştılar. Çorbada hepsinin ayrı ayrı tuzu var.
Ama 11 yıllık bakanlığı döneminde İzmir'e yönelik kamu projelerinin neredeyse tamamına yakınında bizzat imzası olan Yıldırım'ın İzmir'deki karşılığı kamuoyu yoklamalarında da ortaya çıktı. Büyükşehir adayı olarak 2014'te 1 milyona yakın oy alan Yıldırım'ın 2011'de kente vaat ettiği ve çoğuna başlanan 35 proje de kentin her yerine dağılmıştı. Konak Tüneli 1. Bölgedeyse kent ekonomisi için hayati önem taşıyan Çandarlı Limanı ikinci bölgedeydi. Örnekleri arttırmak mümkün…
Kaldı ki bölgesel oy dağılımı açısından 7 Haziran'da da durum aynıydı. Yani AK Parti'nin 2011 ve 2007'de bir milletvekili fazladan çıkardığı İzmir 1. Bölge'deki üstünlüğü 7 Haziran'da sona ermişti. Bunun da en büyük nedeni başta Karabağlar olmak üzere Konak ve Buca'nın kenar semtlerinde kümelenen muhafazakar Kürt kökenli seçmenin Kobani meselesi üzerinden HDP'ye kaymış olmasıydı.
7 Haziran'a kıyasla AK Parti 1. Bölgede 72 bin 2. Bölgede ise 73 bin yeni oy kazandı. İkinci bölge kıl payı da olsa tıpkı 7 Haziran gibi yarışı önde tamamladı. Ve bu sonucun ortaya çıkmasında kuşkusuz MHP tabanındaki erimenin payı da büyüktü.
Bahçeli'nin Bornova'nın yakından tanıdığı/sevdiği milletvekili Murat Koç'u 3. Sıraya atması yerine Ankara'dan danışmanı Neslihan Çelik'i yazması kuşkusuz tabanda ciddi bir rahatsızlık yaratmıştı. Öte yandan Nükhet Hotar'la birlikte yürüyen MHP kökenli AK Partili Mehmet Karal Karşıyaka-Çiğli aksındaki erimeyi hızlandıracak çalışmalara imza atıyordu. Kırsaldaki MHP oylarının ağırlıklı olarak AK Parti'ye kayması bölge adaylarının çalışmasıyla birleşince 2. Bölge bu yarışı da bir miktar da olsa önde tamamladı.
Birinci bölgedeki yanlışa gelince; dün de altını çizmeye çalıştım. 7 Haziran'ın kent dokusuna en uygun adayı Cemil Şeboy'un çizilmiş olması siyaseten en büyük yanlıştır. Balkanlardan gelen/getirilen hacı/hoca takımı İzmir'deki Rumeli göçmenleri üzerinde istenilen etkiyi bırakmamıştır. Öte yandan 7 Haziran'da HDP'ye giden Kürt kökenli oylara defans yapacak adaydan da mahrum çıkmıştır AK Parti sahaya… Geri sıralara konulan Kürt kökenli isimler ne yazık ki etkili olamamışlardır. Roman aday hamlesinin de ne kadar oy getirdiği ortadadır.
Ama Necip Kalkan yerinde bir hamledir. Öte yandan Atilla Kaya da 'Torbalı'da yarışı önde tamamlayarak' doğru bir tercih olduğunu kanıtlamıştır. Belki Necip Kalkan'a ilaveten Cemil Şeboy hatta Necip Nasır gibi kent merkezinde toplumsal karşılığı, özgül ağırlığı olan isimler listenin ön sıralarında yer bulsaydı sonuç biraz daha farklı olabilirdi belki. Netice itibariyle siyaseti takım oyunu olarak tanımlıyorsak, Binali Yıldırım bu takımın 10 numarasıdır. Ama tek başına 10 numara yetmez. Başarı ve şampiyonluk için her mevkiinin en doğru adamının bulunması şarttır. Son olarak soruyu şöyle soralım… 7 Haziran'da ülkedeki kayıptan 1,5 puan fazla düşen İzmir başarısızsa, 1 Kasım'da ülkenin 4 puan gerisinde bir yükseliş gösteren İzmir başarılı mıdır?
Bence başarılıdır. AK Parti söz konusu olduğunda İzmir zor ikna edilen ama kolay korkutulan bir kent olmuştur her daim.
Umarım anlatabilmişimdir.