Geçen binyılın sonunda veya bu binyılın başında, Ben ve Öteki, yitik tanışıklığın araya koyduğu mesafeleri konuşamaz hale geldik. Dörtbir yanımızda duvarlar yükseliyor.
Mesafelerin aşılabilirliği, bir ihtimal… Aşılamazlığı kuvvetle muhtemel.
Sağ ve sol düşünce üzerine kurulu siyasal dengeler, sosyalist sistemin çöküşünden sonra darmadağın oldu. Bozulan dengelerin neden olduğu paradigma çökmesi, tek kutuplu yeni dünya düzenine yol verdi.
Tek kutuplu dünya düzeni, 1990'da Berlin duvarını yıkarken, dünyaya daha çok demokrasi, daha çok insan hakları, daha çok özgürlük, daha çok refah vaat ediyordu.
Çok değil, 20 yılda bu efsane çöktü. Kapitalist sistemin vaatlerini gerçekleştirmeye muktedir olmadığı anlaşıldı.
Şimdi, sönen umutların ardından baş başa kaldığı aldatılmışlık duygusu ve düş kırıklıklarıyla, kendini fırlatıp attığı cemaat toplumlarında bir tür yok oluşun hazzında, dünyaya hükmeden sistemden sanki intikam alıyor, modernitenin mutsuz insanı.
Kendini küçük homojen topluluklara kapatarak dağılmakta olan sistemden korunan insan, bir tarihsel sistemin sonunu getirmekte olduğunu muhtemelen bilmiyor.
Bu cemaatleşme ve içe kapanış, uygarlığı yaşatan şehirlerin kozmopolit yapısını bozarak, belki de uygarlığın yeniden anlamlandırılmasına yol açacak.
Her şey adeta boşluğa savruluyor. Muhtemelen, taşlar bir daha yerine oturmayacak, bildiğimiz o dünya geri gelmeyecek.
Bu altüst oluş zihnimize şu soruyu düşürüyor; 'Biz neyi arzu ediyoruz?'
Arzumuzun ne olduğunu bir solukta söylemek kolay değil ama; bir dizi konferans vermek için yurdumuza gelen Slavoj Zizek'in 'İdeolojinin Yüce Nesnesi'nde anlattığı bir anekdot durumumuzu anlamamıza yardımcı olabilir:
Zorunlu askerlik hizmeti yapmakta olan bir adam, askerlikten kurtulmak için deli numarası yapmaya karar vermiş. Seçtiği delilik türü de takıntı nevrozu. Adamcağız önüne çıkan bütün kağıtları alıp bir göz attıktan sonra, 'Bu değil!' diye haykırarak bir kenara fırlatır dururmuş. Sonunda bu hali üstlerinin de dikkatini çekmiş ve adamı tutup askeri hekimin karşısına çıkarmışlar. Adam kendisine sorulan hiçbir soruya cevap vermediği gibi, hekimin masasındaki, raflarındaki kağıtları da karıştırıp, 'Bu değil!' demeye devam ediyormuş. Bir süre adamla iletişim kurmaya çabalayan hekim sonunda pes edip adamın tezkeresini yazmış. Adam tezkere eline tutuşturulunca durup bir göz atmış ve 'İşte bu!' demiş.
Zizek bu anekdotun, arzunun hem nedeni, hem de sonucunun bir ve aynı şey olduğu durumlara iyi bir örnek teşkil ettiğini söylüyor.
Sosyalist sistemde çöküşün başlamasının ardından nirengi noktasını kaybeden Sol'un takıntılı arayışının bir metaforu gibi anlaşılabilecek bu anekdot, karşısına çıkan her görüşü 'bu değil!' diyerek kenara iten Sol'un anlamlandırma çabalarının veya hakikat arayışlarının açmazı üzerine bizleri düşünmeye çağırıyor.
Sol'un artık takıntı nevrozu numarası yapmayı bırakarak, eksik ve kendi içinde çelişkilerle dolu, tarihsel ve geçici bir anlamlandırma çabası için, 'İşte bu!' deme zamanı geldi.
Aradığını eksiksiz bulmayı beklemek, arananın hiçbir zaman bulunmayacağı bir eylemi veya eylemsizliği ifade eder bize. Eksiksiz ve mükemmel bir sistem yoktur; onu biz tamamlayıp mükemmelleştireceğiz. Aradığımızı, 'İşte bu!' diyeceğimiz o eksik, çelişkili ve tarihsel olanda bulacağız.
Yeryüzü kaosa giderken, sistemin nimetlerinden yararlanamayanların, yoksulların, mülksüzlerin, kaybedilecekler hanesi boş olanların arzusu nedir?
Üretim araçlarının mülkiyetini elinde tutmanın yöntemini kavramış bir azınlığın çoğunluğa tahakkümüne boyun eğmek, nasıl bir çaresizliği ifade eder?
Şimdilik bu sorulara çok açık yanıtlar veremiyoruz. Bütün bildiğimiz, zenginlerin ve muktedirlerin ardından gitmenin insanlığa mutluluk getirmediğidir.
Zenginlerin, muktedirlerin yaptıkları tercihlerin insanlık yararına olmadığını kendi deneyimlerimizden ve uygarlığın ahvalinden biliyoruz.
Yeryüzünün tadını çıkaran bir milyar kadar mutlu azınlığa mensup insanın arzularını yerine getirmek, geri kalan 6 milyar insanın toplumsal varlığının nedeni olmamalı. İnsanlık bunu arzu ediyor olamaz.
Yeni bir dil kurmak ve hayatı yeniden söylemek için çok fazla nedenimiz var.
NOT: Ortadoğu'daki altüst oluşun ardından bölgeye hakim olması muhtemel yeni- Osmanlıcılık fikrine dair Zizek'in söyledikleri hakkında önümüzdeki günlerde yazacağım.