Bugün...

Koca bir yılı geride bırakırken...

Üstelik...

Heyecan... Mutluluk... Sevinç... Saadet...

Dilekleri arasında...

Taaa...

179 yıl önce kaleme alınmış...

Her yaştan, her ırktan milyonlarca çocuğu etkileyen...

Bir “Yeni Yıl” hikayesi ile...

Sizi baş başa bırakalım...

Dünyanın şaheser bir “çocuk hikayesi” olarak tarihe geçen...

“Kibritçi Kız”...

Neredeyse...

Aradan iki asır geçse de...

Her yaştan insanoğlunun...

Kalbini burkan...

Umutları alaşağı eden...

Hepsinden önemlisi...

“İnsanoğlunu vicdanıyla baş başa bırakan”...

Bir öyküdür “Kibritçi Kız”...

Benim gibi ilkokulda tanıştığınızdan eminim...

Danimarkalı Hans Christian Andersen’ın öyküsüne...

Hikaye bitince...

Büyük olasılıkla duygu sağanağı yüzünden...

Ağlamış bile olabiliriz...

Yılın son günü...

Bir kutu kibrit satabilmek için karla örtülü sokaklarda dolaşan...

Ve...

Gece ısınmak için...

Satamadığı kibritlerini yakarken...

Sadece hayallerine sığınan...

Yoksul bir kız çocuğunun öyküsüdür...

***

Çocukken o masalı okurken...

Neler hissettiğinizi bilmek kuşkusuz mümkün değil ama...

Şu andan itibaren...

O günler...

Gözlerinizin önünde resmigeçit yapacaklar...

“Çocuk Edebiyatı”nın...

“Nobel”i olarak kabul edilen...

Danimarkalı yazar Andersen’in masalına başlıyoruz...

Ah, unutmayın...

Bu masalın geçtiği ne ülkeyi, ne de kenti sorun!..

Merak ettiğiniz ayrıntı...

Bu masalın içinde zaten yer alıyor...

Başlıyoruz...

***

Bir yılbaşı gecesiydi...

Dondurucu bir soğuk vardı...

Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar...

Hızlı hızlı yürüyorlardı...

Kimi evine geç kalmış, acele ediyor...

Kimi bir eğlence yerine gidiyordu...

Çocuklar koşuyorlar, birbirlerine kartopu atıyorlardı...

Gecenin zevkini en çok onlar çıkarıyorlardı...

Kahkahalarla gülüyorlar, sevinçle haykırıyorlardı...

Yalnız bir çocuk vardı ki...

Gelip geçenler onun farkında değildi...

Ufacık bir kız çocuğu...

Başı açık, elbisesi yama içinde, yoksul bir kızcağız...

Bir kapının önüne büzülmüş, çıplak ayaklarını altına almıştı...

Soğuktan morarmış tir tir titriyordu...

Üzerinde oturduğu taş basamak da buz gibiydi...

Yavrucağız da sanki donmuş, bir buz parçası kesilmişti...

Mukavvadan bir kutunun içine sıralanmış kibrit kutularına bakarken...

Gözleri yaşarıyordu...

Evet, o bir “kibritçi” kızdı...

O gün tek kutu kibrit bile satamamıştı...

Satsa, bir kaç kuruş para kazansa...

Kalkıp evine gider, annesiyle birlikte...

Hiç olmazsa bir tas sıcak çorba içerdi...

Gidemiyordu, çünkü o gün hiç kibrit satamadığını...

Annesine söylemekten çekiniyordu...

Soğuktan, üzüntüsünden titreyen kısık, incecik sesiyle...

“Kibrit var, kibrit...” diye bağırıyordu...

Ne var ki...

Sokaktan geçenlerin hiçbiri başını çevirip bakmıyordu...

Ah, keşke ayaklarında terlikleri olsaydı!

Biraz önce, sokak sokak dolaşırken...

Hızla geçen bir arabanın önünden kaçmış...

O sırada terlikleri ayağından fırlamıştı...

Karşı kaldırıma geçtikten sonra, dönüp bakmış...

Hınzır bir çocuk terlikleri kapıp kaçmaya başlamıştı...

Arkasından seslenmişti ama...

O çocuk alaylı alaylı seslenerek koşa koşa uzaklaşmıştı...

Kibritçi kız bunun üzerine bir kapının girintisine sığınmış...

Oracığa kıvrılıp oturmuştu...

Parmakları donmuş, sızlamaya başlamıştı...

Kızcağız bu acıya dayanamadı...

Kutulardan bir kibrit çıkardı...

Parmakları uyuşmuştu, kibrit çöpünü güçlükle tutuyordu...

Eli titreye titreye çöpü duvara sürttü...

Kibrit birden alev aldı; tatlı, yumuşacık, turuncu bir alev...

Zavallı kız...

Kibriti bir elinden öbür eline geçirerek, parmaklarını ısıttı...

İçi de ısınmıştı...

Sanki gürül gürül yanan bir ocağın karşısındaydı...

Gözleri aleve dikilmiş, düşlere dalmıştı...

Güzel bir odada, büyük bir ocağın karşısında oturuyordu...

Arkasında kalın hırka, ayaklarında kürklü terlikler vardı...

Isınmış, terlemeye bile başlamıştı…

Derken kibrit sönüverdi...

O tatlı düşler de sona ermişti...

Kızcağızın parmakları yeniden sızlamaya başlamıştı...

Bir kibrit daha yaktı...

Tam o sırada soğuk bir rüzgar esti..

Kız kibrit sönmesin diye, duvardan yana döndü...

Öbür elini aleve siper etti...

Aleve bakarken...

Karşısındaki duvar sanki eridi, birden açıldı, içerisi göründü...

İçeride geniş bir oda vardı...

Kar gibi bembeyaz örtü yayılmış bir masanın üzerine...

Tabak tabak yiyecekler dizilmişti...

Sofradaki gümüş şamdanlar, odayı gündüz gibi aydınlatıyordu...

Kızcağızın gözleri...

Sofranın ortasındaki nar gibi kıpkırmızı kaz kızartmasına dikilmişti...

Ağzı sulandı; elini oraya doğru uzattı...

Kibrit yana yana sonuna gelmişti, parmağını yakıyordu...

Kızcağız çöpü yere atıverdi...

Bi’anda yılbaşı sofrası siliniverdi...

Gözlerinin önüne taş duvar yeniden dikildi...

Üçüncü kibrit daha fazla düşler yarattı…

Bir yaz gecesi…

Kibritçi Kız kırda bir ağacın altına oturmuş, yıldızlara bakıyordu...

Gece olduğu halde hava sıcaktı...

Altındaki toprak, gündüz güneşten ısınmış, fırın gibi yanıyor…

Küçük kız gözlerini yıldızlardan ayıramıyordu...

Uzaktan uzağa gece kuşları ötüyor, kurbağalar bağrışıyordu...

Derken bir yıldız kaydı...

Gökyüzüne geniş bir yay çizerek uzaklaştı, söndü...

Kızcağız; “İşte biri daha öldü!” diye mırıldandı...

Bir gün, ninesi söylemişti...

Her yıldız düştükçe yeryüzünden biri ölürmüş…

Ninesini bir daha görebilmek için bir kibrit daha çaktı...

Soğuktan kaskatı kesilmiş, beyni durmuştu...

O şimdi sokak ortasında olduğunu unutmuş...

Düşler dünyasına dalmıştı...

Kibritin alevinde yine ninesini görüyor...

O’nun sesini işitir gibi oluyordu...

İşte ninesi geliyordu...

Lapa lapa yağan karların arasından bir melek gibi iniyordu…

Geldi, geldi…

Kollarını açtı, torununu kucakladı, aldı göklere doğru götürdü…

***

Ertesi sabah, yoldan geçenler...

Bir evin basamağında donmuş kalmış kızcağızın ölüsünü buldular...

Yanı başında bir sürü boş kibrit kutusu vardı...

“Zavallı kız ısınmak için bütün kibritlerini yakmış!” dediler…

Bu kibritlerin alevinde...

O’nun ne düşler gördüğünü bilemezlerdi ki...

***

Eşsiz Bir Masal Ile 2024'E Veda... Foto 2... Yazinin İçi̇ne Sonlara Doğru...

Bitiriyoruz...

Zaten masal da burada bitiyor...

Ne var ki...

İnsanoğlu...

Masallardan da ders çıkarmalı!

“Kibritçi Kız”ın hikayesi…

Okurken...

Bize ne kadar “acı” verse de...

Hayallerimizdir bizi hayata bağlayan...

Çıkmazdan çıkarıp tebessüm ettiren...

Farkındasınız, tabii...

“Kibritçi Kız hikayesi yüreklere acı bıraksa da o acının içinden mutluluklar çıkartmayı da gösteriyor...”

Masallardan da...

Yeri geldiğinde ders çıkarmamız gerekiyor...

Mesela...

“Hayallerimizin peşinden mutlaka gitmeliyiz...”

Bi’tane daha...

“Duyarsız olmayalım; küçük iyiliklerle bile bir insanı kurtarabiliriz!”...

2025, hepimize sağlık, mutluluk ve başarı getirsin...

Nokta...

Sonsöz: “Hayal kurmak bakmış olduğun duvarların sana renklerini göstermesidir; çatlaklarının arasından ise sevdiğin insanın çıkıp gelmesidir... / Anonim...”