Herkesin bildiği gibi Urla Belediye Başkanı Burak Oğuz, FETÖ/PDY soruşturması kapsamında tutuklandı. Bu durum; 2019 yerel seçimlerinde Cumhuriyet Halk Partisi'ne mensup bir belediye başkanın sürpriz bir kararla cezaevine gönderilmesi açısından ayrıca dikkat çekiciydi.
Elbette kararı yargı verecek!
Urla halkının yüzde 68 oyuyla belediye başkanlığı koltuğuna oturmuş bir ismin yerinde kanun ve daha önceki uygulamaların da gereği olarak atanmış bir kayyum var. Kayyum ise Urlalıların kısa süre içinde yakından tanıdığı, bildiği bir isim olan Kaymakam Önder Can…
Yargı süreci devam ettiği, soruşturmada kısıtlılık olduğu gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı 15 Temmuz darbe girişiminin ardından çıkartılan bir KHK'ya dayanarak kayyumu yani 'geçici' yönetimi 'sürekli' hale getirdi. Kayyumun, belediye başkanıyla birlikte halkın oyuyla gelmiş meclis ve encümen gibi önemli organları da bypass etme, kısaca kullanmama hakkı da bulunuyor.
Başkanı şimdilik cezaevinde bulunan bir belediyenin yeni yöneticisini meclisin içinden seçip seçmemesi ise 'siyasi gelişmelere' bağlı. Kanunen böyle bir hak olsa da İçişleri Bakanlığı, hükümet temsilcileri, kenti ve memleketi yönetenler ortak noktada buluşurlarsa meclis seçim yapabilir. Tamamen yorumlama olan karar; iyi iletişim ve karşılıklı taleplerin siyasi partiler düzeyinde üst makamlarca tartışılması sonucunda'İzmir özelinde' istenilen noktaya getirilebilir.
Bunu da elbette zaman gösterecek…
Biz gelelim asıl meseleye!
Bir yandan kongre süreci devam eden CHP'de 'saraya giden partili' tartışmasıyla başlayan gerilim birçok noktada tavan yapmış durumdaydı. Urla vakası, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile ATO eski Başkanı ve CHP eski Milletvekili Sinan Aygün arasındaki kavga, Kanal İstanbul Projesi için yapılan karşılıklı salvolar partiyi 'göz önüne' çıkarttı. Hal böyle olunca aradan 'kongre hesaplarını' da görmeyi planlayan bazı kesimler farklı alanlarda çalışmaya başladı.
Dönelim İzmir'e!
Urla vakası sonrası 'sarı öküzü' verip vermeme konusunda kafası karışan CHP'de yaşanan belirsizlik parti içinde hesaplaşma hamlelerini de beraberinde getirdi. Şu sıralar İzmir'deki partililerin ana gündemleri arasında 'sıradaki başkan kim?' konusu yer alıyor. Adeta toto-lotonun oynandığı mevcut durumda herkes kendi açısından çetele tutup, ilçe yazıyor, başkan hedefe koyuyor.
Tam da bu aşamada bel altı vurmayı kendisine karakter edinmiş bazı yapılar çirkin, ahlaksızca bir hamle ile ilginç bir şekilde Bayraklı Belediye Başkanı Serdar Sandal'ı hedefe oturtmuş durumda.
Mesele ne?
'Çocuk Tacizi'
Siyasi parti kulislerine üflenen bu bilgi fısıltı gazeteleri aracılığıyla ne yazık ki hızlıca yayıldı. Güya, bir eğitimci olan Sandal'ın geçmişteki dershanecilik hayatının çerçevesinde böyle bir dosyasının olduğu, dosyanın üzerinde 'gizlilik' kararı bulunduğu, buna itiraz edildiği ve Yargıtay'da bu gizliliğin kaldırıldığı yönünde bir işlem yapıldığı anlatılmaya başlandı.
İddia o kadar ileriye gitti ki İzmir Valisi Erol Ayyıldız'ın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'i makamına çağırıp Sandal'ın istifa etmesini istediği söylendi. Ne yazık ki yüzlerce öğrenci yetiştirmiş ve öğretmen kimliğini halen siyasi yaşamında kullanan bir kişi ahlaksızca bir saldırıya uğramıştı.
Peki bu durum neden ortaya atıldı, amaç neydi, kimler bu işten yararlanmaya çalıştı?
Her şeyden önemlisi böyle bir şey var mıydı?
Tüm çıplaklığıyla; uzun süredir hem Ankara hem de İzmir'deki adli ve idari makamlarla yaptığım özel görüşmelerden aldığım bilgiyi buradan paylaşmak istiyorum!
Belediye Başkanı Serdar Sandal'ın şimdiye kadar kayıtlara geçmiş hatta zaman aşımına uğramış hakkında iki adet dosya var. Bunlardan birincisi 90'lı yıllarda oruç tutmak istemediği iddiasıyla çıkan bir olay sonrası öldürüldüğü belirlenen bir öğretmen için yapılan tepki eylemlerine katılmak. İkincisi ise, Bornova Çiçekliköy'de yapılan bir dağ evinin bulunduğu yerin SİT alanı olması nedeniyle SİT kanuna muhalefet etmek. Birincisi zaman aşımından, ikincisi ise hem SİT derecelerinin değişmesi hem de zaman aşımından zaten ortada yok.
Siyasi partilerin adayları ilan ettikten sonra Yüksek Seçim Kurulu'na verilen özlük dosyası, adli sicil kaydı gibi kritik belgelerde de bir sorun görünmüyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile eşzamanlı yürütülen o işlemlerde bir arıza tespiti olsa zaten aday olamayacağı da belli. Bir kişinin kendisi hakkında oluşturulan adli dosya hakkında hukuk yoluyla ya da siyasi bir kanalla 'gizlilik' kararı aldırması diye bir yöntem adalet mekanizmasında bulunmuyor.
Biraz daha somutlaştıralım;
Önce bir kız çocuğu babası olarak böyle bir durumdan, ithamdan çok rahatsız olduğum için ayrıca yıllardır belediyeleri yakından izleyen bir gazeteci olarak görevim gereği konunun muhataplarıyla da bizzat konuştum.
Mülki amir olarak sağduyusuna, adaletine ve vicdanına herkesin kefil olduğu İzmir Valisi Sayın Erol Ayyıldız, kendilerine böyle bir Yargıtay kararının iletilmediğini söyledi. Yargıtay'da oluşacak bir işlemin ancak siyasi kimliğin 'seçme ve seçilme hakkını' etkilemesi durumunda kendilerinin idari olarak işlem yapabileceğini belirtti. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'i makamına çağırıp Başkan Sandal'ın istifasının istenmesi talebinin yalan olduğunu anlattı. Ayrıca, Başkan Soyer zaten kendisine de gelen bu kirli söylemle ilgili böyle bir görüşmenin katiyen olmadığını, bu tür bir ithamın çok ahlaksızca olduğunu vurgulamış.
Bunun dışında İzmir Adliyesi'nin hiçbir mahkemesinde ya da savcısında açılmış, yürütülen gizli ya da açık bir dosya yok. Kayıtlara geçmiş bir soruşturma numarası da bulunmuyor.
Ne yazık ki günlerdir parti içinde salgın hastalık gibi yayılan bu dedikoduda Sandal'ın yönettiği meclisten bazı isimlerin adı da bulaştırıldı. Başta, Sandal'ın isminin resmi aday olarak açıklanmasından kısa bir süre önce kamuoyuna adaylığı ilan edilen Belediye Meclis Üyesi Yeşim Tekoğlu, Meclis Üyeleri Cindi Can Polat ve Gamze Gül Çamur'un'yeni başkan adayı' olarak dolaşmaya başladıkları duyuldu. Bu durum da en az Başkan Sandal'a atılan iftira kadar üzerinde durulması gereken bir noktaydı!
Sözün özü;
Belli bir mekanizma tarafından önce bir yerde üretilen kirli bilgi, yine bazı eller tarafından farklı yöntemlerle piyasaya sürüldü. Kurgulanmış senaryo bulanık suda balık avlamak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdü. Birçok kişi bu duruma sazan misali atladı.
Sandal ailesi başta olmak üzere başkana oy verenler açısından ne mutlu ki; İzmir'in kurulduğu ilçe olan Bayraklı'da sandıktan halkın iradesiyle çıkan bir yerel yöneticinin ne geçmişinde ne de özlük dosyasında böyle bir kara leke yoktu!
Elbette siyaset yapıyorsa böyle bir durum bir 'siyasi aktörün' başına gelebilir. Bundan sonra o aktöre yani Başkan Sandal'a düşen ise kirli bilgiyi yayanları bulup yargıda hesap sormaktır. Her konuşmasında, 'Bana hırsız, arsız diyemiyorlar. Benim için çaldı, ihalelere fesat karıştırdı, yakınlarına belediye imkanlarını peşkeş çekti. Siyaseti kamu kaynaklarıyla finanse etti diyemiyorlar. Ancak böyle insanlık dışı ithamlarda bulunuyorlar' diyen bir belediye başkanı İzmir'e, Türkiye'ye örnek olmaya devam etmelidir…
Sonuçta doğru tektir!
Su akar ve yolunu bulur…