İzmir'de 118 kişinin hayatını kaybettiği depremin ardından beş ay gibi bir süre geçti. Kaybettiklerimizi mezara koysak da yüreklerdeki sızısı devam ediyor. Deprem ile birlikte birçok kişi sıkıntıya düştü. Ya evinden oldu ya malından. Şimdi ise toparlanmaya çalışıyorlar. Depremde gördük ki zemin ve fay hatları kadar binaların durumu da çok önemli. Bu yüzden hafızalara kazınmış çok önemli bir söz var; deprem öldürmez bina öldürür!
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı bir yandan rezerv konut alanındaki çalışmaları sürdürürken diğer yandan depremde yıkılan yedi özel bölgedeki inşaatlara başladı. Mülk sahipleriyle görüşmeler, resmi işlemler ise sürüyor.
Tam da bu sırada önemli bir konu daha gündeme geldi. Sadece deprem mağduru Bayraklı ve Bornova'da değil İzmir'in tamamına yakınında önemli sorunların olduğu ortaya çıktı. Deprem ile birlikte gördük ki aslında yıkılan binaların olduğu alanlar alüvyon toprak ve eski bamya tarlalarıydı. Buralarda bulunan kooperatif evleri öyle şimdiki olduğu gibi bir yılda tamamlanmamıştı. Yüzlerce kişinin yaşadığı her bir site ne yağışlar, fırtınalar görmüş mevsimler geçirmişti. Aralarında 10 yılda tamamlananlar bile vardı. Bir de bu tür kooperatif yapılanmalarına 'teşvik olsun' diye yüzde 10 emsal artışı bile verilmişti.
Depremin ardından yapı stoku ve binaların durumuyla ilgili çalışma yapan İzmir Büyükşehir Belediyesi hemen elini taşın altına koydu. İlçe belediyelerinin de önerileri ihtisas komisyonlarının gündemine alındı. Bir yandan meslek odalarının görüşleriyle sorunlar listesi çıkartıldı. Toplantılar ardı ardına geldikçe sorunların listesi de kabardı. Kat sıkıştırmasıyla elde edilen fazla katların, tam kata çevrilen çatıların olduğu ortaya çıktı mesela! Yine anlaşıldı ki son çıkan yönetmelikler nedeniyle yıkılan bir binanın yerine aynısı yapılamıyordu.
Ve daha birçok içinden çıkılması gereken problem!
Büyükşehir Belediyesi, depremin ardından ağır ve orta hasarlı olduğu tespit edilen yapılar ile birlikte 1998 yılında yürürlüğe giren Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Yönetmeliği'nden önce yükselen binalar için önemli bir adım attı. Bu adımına 6306 sayılı kentsel dönüşüm yasasıyla 'riskli bina' tespiti yapılan binaları da ekledi.
Peki ne yaptı?
Teknik ayrıntısı biraz fazla ama basitleştirirsek yıkılan bir binanın yerine artık yenisi yapılabilecek. Binada metrekare kaybı olmayacak. Yine, inşaatın taban alanında yayılma hakkı bulunan ama geçmişte kullanılmayan oranlar verilecek. Kısacası hem binasını dönüştürecek hem de inşaat yapacak müteahhitleri teşvik edecek imkanlar tanınacak.
Böylece insanlar riskli binalarda yeni bir depremi beklemeden dönüşmüş, sağlıklı konutlarda oturacak!
İzmir'de yıllardır 'hükümet bizi engelliyor' söylemi siyasete malzeme olur. Bunu kullananlar kim diye sorarsanız elbet yanıtını vermek de mümkündür. Bu söylemin karşısına ise 'İzmir'de bir şey üretilmiyor, koca bir köy oldu' tezi de konulur.
Kentte herkesin dikkatini çeken uzun süredir de devam eden bir uyum, mutabakat zemini var. Siyasetin cumhur ittifakı kanadı belediyeler dahil her kesime 'sorunları getirin, takibini yapalım ve çözelim' çağrısında bulunuyor. Zaman zaman bazı konularda ve olaylarda ortaya çıkan birliktelik sekteye uğrasa da ana hatlarıyla bakıldığında ciddi bir kopuş yaşanmıyor.
İşte bunun son örneği deprem sonrasındaki 'plan notları değişikliği' konusunda yaşadık. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un İzmir ziyaretinde önce şerh koyduğu sonra da 'dava açılır' diyerek veto ettiği plan notlarının meclisten geçmesinin arka planında önemli gelişmeler yaşandı. Eğer diplomasi olmasaydı İmar ve Bayındırlık – Hukuk – Deprem ve Afet – Kentsel Dönüşüm Komisyonları'ndan oy birliği ile geçen karar mecliste ciddi bir problem yaşanmasına neden olacaktı. Bakan Kurum'un, 'ilçeler plan yapsın' diyerek set çektiği değişikliğe kısa süre içinde deprem mağduru Bornova-Bayraklı-Karaburun ve Seferihisar ilçeleri eklendi. Böylece hem bakanın dediği yapılmış oldu hem de uzlaşı gerçekleşmiş oldu. Tabi ki bir de muhalefetin yani Cumhur İttifakı'nın vatandaşla karşı karşıya gelme durumu vardı ki o da son anda direkten döndü.
Gelelim diplomasi ve arka plan dediğimiz konuya!
İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in ilk günden beri üzerinde durduğu konu Bakan Kurum'dan veto yiyince Soyer meselenin peşini hiç bırakmadı. Büyükşehir'in, Ankara'da Şehir Plancısı Odası Genel Başkanlığı da yapmış deneyimli Genel Sekreteri Dr. Buğra Gökçe'nin takibi teknik ekibin kısa sürede reaksiyon göstermesine neden oldu. AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve İzmir Milletvekili Hamza Dağ ile yaptığı görüşmeler Bakan Kurum'un olası tepkisini yok etti. Süreci en başından bu yana izleyen Dağ, Grup Başkan Vekili ve İmar Komisyonu Üyesi Özgür Hızal'dan tüm gelişmeleri öğrendi, yerinde müdahale etti. Geçmişte Büyükşehir Meclis Üyeliği de yapan İl Başkanı Kerem Ali Sürekli ise kongre telaşında olsa da meseleye odaklanmayı ihmal etmedi.
Bu işte emeği olan ve genel sekreter yardımcısına bağlı teknik kadronun dışında tüm gelişmeler yön veren İmar ve Bayındırlık Komisyonu'nun katkıları ise yadsınamaz. Pandemi telaşı içinde Temmuz'da komisyon başkanlığına getirilen CHP'li Erhan Uzunoğlu'nun komisyonu motive eden çalışmaları siyasi-bürokratik ilişki arasında köprü oldu.
Özgeçmişlerinde; Büyükşehir'de 1994-1996 yılları arasında Genel Sekreter Yardımcılığı bulunan İYİ Parti Grup Başkan Vekili Kemal Sevinç ile İl Genel Meclisi'nde İmar Komisyon Başkanlığı görevi olan Hüsnü Boztepe'nin bu süreçteki olumlu müdahaleleri halen konuşuluyor.
Komisyonun Başkanvekili Murat Aydın, Üyeler Av. İbrahim Ulaş Polat, İlhan Dal ve İrfan Önal ile AK Partili Ayşegül Duran Türker'in de çabalarını takdir etmek gerekiyor.
Sözün özü; İzmir'in geçmişten gelen demokrasi ve uzlaşı kültürü yine önemli bir problemi aştı. Ve kazanan İzmir oldu…