İki yıl kadar önce Diyanet İşleri Başkanı 'İzmir'in irfan geleneğine ihtiyacı var' sözlerine karşı tepki büyük olmuştu… Sevgili Gönül Soyoğul, rahmetli Nuri Bilgin Hoca ile yaptığı içi derslerle dolu söyleşisinde Başkan'ın bu sözlerini de sormuş, Bilgin de 'Diyanet İşleri Başkanı şöyle deseydi: İnsanların bir dini anlama ve pratiğe geçirme tarzları kültürlere, şehirlere, bölgelere göre değişir… Böyle dese bir şey denilemezdi' karşılığını vermişti..
Bilgin şöyle devam etmişti: 'Ama 'İzmir'in dine bakışı başka' dediğinde; İzmir bir yanda, diğerleri bir yanda konumlanmış gibi oluyor. Söylemin kendisinde bir hata var. 'İrfan geleneğiyle ilgili ikinci cümlesi de iyi değil... Diyebilir ki İzmir'in, Manisa'nın Aydın'ın, İslam'ı hayata geçirme tarzları Konya'nın Yozgat'ınkinden farklı… Böyle dendiği zaman sosyolojik bir bakış olur. Ama bir yanda İzmir, öte yanda tüm diğerleri… İster iyi bir şey söylesin, ister kötü bir şey söylesin, siyaseten doğru değil..'
***
Nuri Bilgin Hoca'nın sözlerini anımsamanın, anımsatmamanın nedeni egedesonsoz.com 'da yer alan 'Basmacı Yusuf' gitti… Geriye o ayıp kaldı!' başlıklı haber… Haberi okur okumaz hemen 904 sokağa gittim. Kemeraltı Çarşısı'nda 'Basmacı Yusuf' ismiyle tanınan Yusef Hoba'nın vefatı sonrası Hisar Cami, ilçe müftülüğü, il müftülüğü ve Diyanet'e yapılan 'anons' talebi olumlu karşılık bulamaması sonucu esnaf arkadaşlarının çoğu Altındağ'daki son törende onu yalnız bırakmışlardı…
Geçtiğimiz günlerde uzun yıllar hizmet veren Alevi bir esnafın selasının Kemeraltı Camii'nde okunmamasının ardından büyük tartışmalar yaşanmış. Hisarönü'nde 50 yıldır esnaflık yapan Musevi Yusef Hoba ya da çarşıdaki adıyla 'Basmacı Yusuf' olarak tanınan 78 yaşındaki Hoba'nın vefatı için bir duyuru yapma isteğinin geriye çevrilmesi İzmir'e yakışmamıştır ama Diyanet İşleri Başkanı'nın 'irfan geleneğini oturtma' talebi karşılık bulmuştur.
Hisar Kumaşçılık'ta çalışan komşuları ile konuştum. Ercan Leka duyuru için Hisar Camii'ne müracaat etmiş, cami hoparlöründen sadece 'Çarşımızın esnaflarından Yosef Hoba vefat etmiştir. Cenazesi saat 16.00'da Altındağ Musevi mezarlığında defnedilecektir' denmesini istemiş.
Ercan Leka, haberde de okuyacağınız gibi, 'İlk önce Konak İlçe Müftülüğü'nü aradık. Olumsuz yanıtın ardından İl müftülüğünü aradık. Oradan da olumsuz yanıt alınca son olarak Ankara'yı Diyanet İşleri Başkanlığı'nı aradık. İzin alamadık. Ve ölüm haberini kendi imkanlarımız ölçüsünde duyurmaya çalıştık. Ama çarşı esnafının çoğunun haberi olmadı' diyordu.
***
Yahudilerin çoğunluğu 1492'den sonra İzmir'e yerleşmişlerdir ama İzmir'de Yahudilik çok daha eskidir. Anadolu Yarımadası'nda Yahudilerin ne zamandan beri yaşadıklarına dair kesin bir bilgi yoksa da Filistin'deki bir kısım halkın muhtelif sebeplerle, daha ikinci Tapınak'ın MS 70'te Romalılar tarafından yıkılmasından önce Anadolu'ya ve Balkanlar'a göç ederek Roma İmparatorluğu'nun büyük kentlerine yerleşmeye başladığı bilinmektedir. Nitekim, özellikle Ege Bölgesi'ndeki kazılarda, yörede MÖ 4. yy'da yaşamış Yahudilere dair bilgi ve belgelere rastlanmıştır. MS 1. yy'da Anadolu'nun hemen hemen her şehrinde Yahudilere rastlandığı seyyahların anlatılarından anlaşılmaktadır.
Eyy… İzmir'e yakışmayan müftüler ve Diyanet İşleri Başkanı… Sizlere Sultan II. Bayezid'i, Yavuz'u, Kanuni'yi, II. Selim'i, III. Murad'ı anımsatmalıyım. İspanya Kraliçesi Kastilyalı İsabella ile Kral Aragonlu Ferdinand'ın imzaladıkları 31 Mart 1492 tarihli kovma fermanını takiben, din ve vicdan hürriyetlerini korumak için Hıristiyanlığı kabul etmediklerine (Sefaradlar) kucak açan II. Bayezid'dir… Padişah tüm eyalet yöneticilerine hitaben yayımladığı emirle 'İspanya Yahudilerini geri çevirmek şöyle dursun tam bir içtenlikle karşılanmalarını söylemişti. Aksine hareket ederek göçmenlere kötü muamele yapacakların veya en ufak bir zarara sebebiyet vereceklerin ölümle cezalandırılacaklarını' buyuran II. Bayezid ülkesine davet ettiği bu göçmenleri ilk olarak İstanbul, İzmir (Tire-Milas) Edirne ve Selanik'e yerleştirmiştir.
Sanat ve ticaretten anlayan, hekimlik, matbaacılık, ateşli silah üretimi, tekstil boyama ve dokuma, dericilik, bakırcılık gibi alanlarda uzman İspanyol Yahudileri, deneyimlerini yeni vatanlarının hizmetine sundular. Bu yeteneklerinin bilincinde olan II. Bayezid bu göçmenleri ülkesine kabul ve buyur ederken 'Bu Krala (Ferdinand) nasıl akıllı ve uslu Fernando diyebiliyorsunuz? Kendi ülkesini yoksullaştırıyor ve benimkini zenginleştiriyor' demekten kendini alamıyordu.
Gerek İstanbul'da, gerek diğer şehirlerde göçmenler terk ettikleri bölgelere göre gruplaştılar, anıldılar, o isimlerde sinagoglar kurdular ve hatta soyadlarını bu isimlerden seçtiler. Kordova, Toledo, Sevilya, Navaro, Mayorkas, Kordovero, Geron, Karmona, Leon, Kortez, Medina, etmelerini emretti. Göçmenler bir taraftan yerel halkın hoşgörüsü, diğer taraftan dindaşlarının maddi ve manevi desteği ile kısa zamanda yeni çevrelerine uyum gösterdiler ve gelişmeye başladılar. Zanaat sahipleri bu bilgilerini uygulamaya koyarken İspanya'da daha önce devlet hizmetlerinde bulunmuş olanlar da saraya alınarak özellikle dışişleri ve maliye alanlarında önemli görevler yüklendiler ve söz sahibi oldular.
Osmanlı İmparatorluğu'nun en parlak dönemini yaşadığı 16. yy Yahudilerin de altın dönemi oldu. I. Selim'in (Yavuz) Yahudilere duyduğu güven sonucu para basımı, sarraflık, ezcümle önemli mali işler hemen hemen tamamen kendilerine bırakıldı. Evliya Çelebi Seyahatname'de Defterdar Abdüsselam Efendi'nin, daha sonra Müslüman olmuş bir Yahudi olduğunu yazmaktadır.
Kanuni Sultan Sülyeman Budin'i fethinden sonra birçok Macar Yahidisi Balkan şehirlerine ve İstanbul'a göç ettiler. Kanuni'nin Frens Bey oğlu sıfatı ile çağırdığı II. Selim'in 'Naxos adası ve Kiklad takımadaları dükü' ünvanını tevcih ettiği Jozef Nasi, Yahudiler arasında La Sinyora diye anılan teyzesi ve kayınvalidesi Dona Grasya Nasi, Sokullu Mehmed Paşa'nın can dostu idi…
Rahmetli 'Basmacı Yusuf' ibadetini Havra Sokağı'nda Donna Grasya Nasi tarafından yaptırılan 'La Sinyora' sinagogunda eda ederdi…
İzmirli Yahudilerin büyük çoğunluğu ile akraba olan; III. Murad tarafından Midilli Dükü unvanı verilen ve Osmanlı –İngiltere diplomatik ilişkilerinin mimarı Salamon Aben Yaeş'i de burada anmak gerek…
Bu yurdun evladıdır Yahudiler…
Yenilikçi padişah III. Selim, 1799'da İstanbul Yahudi Cemaatine müracaatla, Yahudi gençlerin bahriyeli olarak görev yapmak üzere Osmanlı donanmasına katılmalarını istedi. Böylece Yahudiler ilk kez Osmanlı ordusunda yer aldılar.
Yeniçeriliğin kaldırılmasıyla Yahudiler için yeni bir dönem başladı. Özellikle son yıllarda tamamen yozlaşmış olan yeniçeriler en ufak bir bahane ile Yahudi mahallerini yağma ederler, haksız menfaatler sağlarlardı. Buralarda çıkan birçok yangının müsebbibi yeniçerilerdi. Halk ister istemez onlarla iyi geçinir görünmeye, yakınlık ve arkadaşlık kurmaya mecburdu. Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılması Yahudiler için de bir kurtuluş oldu.
Abdülmecid 1847'de Kuleli'deki Askeri Tıbbiye'yi ziyaret ederken Yahudi gençlerin yemek sorunu yüzünden okula devam edemediklerini öğrenince derhal, bir haham gözetiminde bir kaşer mutfak açılmasını ve Musevi dinine mensup öğrencilerin cumartesi okula gelmemelerini emretti.
Şiddet ve üzüntü ile dolu işgal yıllarında ise Yahudiler Bursa, İzmir ve Ege'nin tüm il ve ilçelerinde olduğu gibi İstanbul'da da işgalcilerle işbirliği yapmayı reddettiler. İşgal edilen İstanbul'un Amerikan mandasına verilmesi söz konusu olduğu günlerde konuyu incelemek üzere gelen Amerikan heyetine diğer azınlıklar olumlu cevap verirken yalnızca Hahambaşı Haim Nahum, Emanuel Karaso, Aşkenoz cemaati başkanı Reissner ve hukuk profesörü Mişon Ventura'dan oluşan heyet kesin muhalefet ederek Türk hakimiyetini savundular.
Ve Büyük Atatürk… Irkçı totaliter buhranın ilk belirtilerini sezinlediği 1933'te Nazi Almanya'sının ünlü Yahudi profesörlerini Türkiye'ye sığınmaya ve bilim hayatlarına Türkiye'de devam etmeye davet etti. Davete icabet edip Türkiye'ye gelen 103 öğretim üyesi uzun yıllar üniversite ve bilim hayatına değerli katkılarda bulundular. II. Dünya savaşı sırasında Türk diplomatlar olağanüstü bir gayret göstererek görev gördükleri Nazi işgali altındaki ülkelerdeki Türk Yahudilerini (ve çok kez mevzuatı zorlayarak onların Türk uyruklu olmayan yakınlarını) Nazi mezaliminden ve 'yok etme kamplarından' kurtarmayı başardılar.
Türk Yahudilerinin anadili Türkçedir. Parlak bir basın mazisinden günümüze kalan tek gazete ise artık 11 sayfası Türkçe ve yalnızca 1 sayfası Judeo-Espanyol dilinde basılan haftalık Şalom'dur. İstanbul'da 98 yataklı Balat Musevi Hastanesi'nden başka yaşlılara, öğrencilere, hastalara, yetimlere ve muhtaçlara destek veren tüm geleneksel hayırsever kurumları da faaliyetlerine devam etmektedirler. Sosyal dernekler kütüphane, spor kolaylıkları ve kültürel etkinliklerle gençlere hitap etmektedir.
***
Yusef Usta, Hisarönünde sevilen bir kimlikti. Tam 36 ay askerlik yapmış. Cuma namazı saatinde Hisarönü çok kalabalık olur, cemaat camiye sığmaz… Yusef Usta dükkanına gelen kartonları kesip özel olarak balyalayan, kartonları cuma namazını kılmaya gelenler için yere seren, namazdan sonra da toplayıp kaldıran bir insandı.
Allah ondan razı olsun. Onu bizden saymayanlar utansın…