Türkiye Futbol Federasyonu'nda ilk İzmirli patronu 'ışıklar içinde yatsın' Mazhar Zorlu olmuştu. Zorlu 1980 yılında 40 gün gibi kısa bir süre görev yapmıştı. Onun kişiliği, babacanlığı, iş ve spor dünyasında yöneticilik kariyeri 12 Eylül darbesinin ardından gelen o kaos ortamında tek aday yapmıştı, 'Mazhar Baba'yı.
Kısacık başkanlık serüveninde 3. Lig'i kaldırıp Türk Futbolu'na yeni bir düzenleme getirirken Karşıyaka'yı da uçurumun kenarından almıştı.
Oğul Kemal Zorlu'nun, o günün malum yöntemleri ile biraz da 'ağır' ağabeylerin engellemeleriyle, dibine kadar hak ettiği başkanlık yarışını kılpayı kaybetmesiyle İzmirli başkan özlemi sürüp gitti.
Gün oldu devran döndü, 28 yıl sonra İzmirli bir Başkan Mahmut Özgener koltuğa oturdu.
Yakın dostu Ahmet Taşpınar, göreve geldiğinde onun için: 'İzmir açısından baktığımızda ayrıcalık yapmaz. Şehrimiz için muhakkak bir artıdır fakat torpil yapacağına inanmıyorum.' Demişti
Nitekim öyle de oldu 1994-1995, 2000-2001-2002 sezonlarında Mahmut Özgener'in de başkanlık yaptığı Altay, Taşpınar başkanlığında tarihinde ilk kez 2. Lig'e düştü.
İzmir'in Süper Lig özlemini 7 yıl sonra dindiren Bucaspor da geldiği gibi geri dönerken, İzmir 'play off'suz bir sezon geçirdi ve hakem hataları tüm Türkiye'nin gündeminde olduğu gibi İzmir'in de canını yakan en önemli unsurlar arasında gösterildi.
Özgener'in görevi bırakacak olmasıyla büyük eleştirilere karşın destek verdiği MHK Başkanı Oğuz Sarvan'a da yol göründü.
Hakem hatalarını bizlerde acımasızca eleştirenlerin başında geldik. Belki de faal hakemliğinden, üniversite yıllarından ve yakından tanıdığımız Oğuz Sarvan'ın tek söz söylenemeyecek parlak FIFA kariyeri, MHK koltuğunda kendine özgü kişilik yapısı ile günümüz futbolunun kaygan zemini üzerinde, bu denli ketum ve ödün vermez bir tutum izlemesiyle ve aldığı radikal kararların etkileriyle 'yalan' oldu gitti.
Otoyola tam gaz salınan sürat makineleri gibi belli sayıda hakeme kritik maçların verilme kökten kararı, hakemlik hiyerarşisini alıp götürdüğü gibi, hakemlerin saha içinde 'en iyi hakem fark edilmeyen hakemdir' ölçütünü silip birer ego canavarına dönüşmelerine yol açtı.
İzmir penceresinden baktığımızda da belki de 'İzmirli Başkan'a ve MHK Başkanı'na kıyak geçmeyelim, laf olur söz olur' ön yargısıyla, ya da bizim aklımızın ermediği değişik saha dışı etkilerle hep mağduru oynayan İzmir oldu.
Yine de mevcut koşullara göre 'tek' takımın düştüğü Bank Asya'da büyük ikramiye(!) nin Altay'a çıkması…
Borçsuz harçsız Türkiye'nin en iyi alt yapılarından biriyle Süper Lig'e çıkan Buca'nın 8 maç hak mahrumiyeti alarak menajerliği PFDK tarafından da kanıtlanmış Bülent Uygun'a teslim edilmesi. Sait Karafırtınalar'ın göreve getirilmesi için iş işten geçmesinin beklenmesi…
Her yıl üç antrenör 20 futbolcu yenilemeyi adet haline getiren Karşıyaka'nın 10. sıra başarısızlığı…
Mahmut Özgener ve Federasyonu'na nasıl fatura edilebilir? Edilirse bu hangi vicdana sığar?
Buraları biraz daha düşünmek gerek.
Ege TV'de konuyu değerlendirmek üzere bir öğle yemeğinde ailesiyle birlikte yakaladığım Kemal Ağabeyim'le (Zorlu) kısa bir röportajımız oldu.
Söz uçar yazı kalır. Bunu özetle paylaşmak istiyorum.
Kemal Ağabey, Özgener'in desteklenmemesinin ve göreve devamının sağlanması için o rüzgarın verilmemesini tek kelimeyle Türk futboluna 'ihanet' olarak niteliyor. Özgener'in herkese eşit mesafede durdurmasının bazı çevrelere sempatik gelmeyebileceğini vurgularken, hataları olmasına karşın Özgener'in uluslararası platformda Türk Futbolu'nun temsil etme uygunluğu ile dışarıda ve icraatları ve kişiliğiyle içerde en uygun isim olduğununun altını çiziyor.
Kemal Ağabey, Özgener'in adaylığını açıklayabilmesi için de bir teşekkür, bir aferin ve yeniden gireceği zorlu ortamda arkasında hiç değilse İzmir ve Ege'nin desteğini görmek istediğini vurguluyor ve İzmir'in bu denli sessiz kalmasını yadırgadığını da açıkça ortaya koyuyor.
Kemal Ağabey'in dikkat çektiği önemli konulardan biri de şu:
Özgener dışında bir başkanla bu kadar yakın olabilecek miyiz? Telefonu açtığımızda karşımızda bir başkandan öte sıcak bir dost bulabilecek miyiz? Derdimizi bu kadar kolay anlatabilecek miyiz?
Bu işin öncel boyutu ama, öte yandaki gelişmeler de bir hayli ilginç.
Başkanlık yarışında Özgener'in kararını bildirmesine fırsat bile tanınmadan, önce Göksel Gümüşdağ ismi ortaya atılıyor, Mehmet Atalay rakip olarak lanse ediliyor. Ardından bir gecede ne olduysa oluyor, sağlık sektöründeki önemli yatırımlar arifesinde Acıbadem'in patronu, voleybolun babası M.Ali Aydınlar 'baba' kulüplerin icazetiyle bir gecede futbolun patronluğuna soyunuyor.
Aziz Yıldırım ise Gümüşdağ hamlesinden geri adım atmayıp topu 'Kulüpler Birliği' ne atıyor.
Biz İzmirliler ve Egeliler avazımız çıktığı kadar bağırsak da racon kesilmiş gibi görünüyor.
Bir zamanlar adı Cumhurbaşkanlığı Kupası olan Türk futbolunun 'en büyüğü kim kupası' Süper Kupa'nın Erzurum'da oynanacağının açıklamasının TFF resmi sitesi ve yetkililerince değil, Başbakan tarafından seçim meydanlarında yapılması ise yeni dönemde nasıl bir federasyonla karşılaşacağımızın önemli ipuçlarından biri.
Ya MHK nasıl olacak?
İlginç bir demeç de Antalyaspor Başkanı Akıncıoğlu'ndan… Bir çok kulübün peşinden koştuğu Mehmet Eren Boyraz'ı Antalyaspor'a gelmesi için ikna eden milletvekili, eski hakem yeni MHK Başkanı adaylarından Abdurrahman Arıcı'ya teşekkür konuşmasından;
…'Türkiye genelinde böylesi saygın bir kurumun başına Antalyaspor camiasından birinin gelmesi fevkalade sevindiricidir.Yıllar öncesinden uzak kalınan bu lobide bizden birilerinin bulunmuş olması Antalyaspor Kulübü adına gurur vericidir. Antalyaspor'un büyümesi, gelişmesi ve çıtayı yükseltmesi için sadece yönetim kurulunda görev yapan kişiler yetmez. Bu kulübe maddi manevi hizmet edenlerin sayısı ne kadar artarsa, büyüme o ölçüde çabuk olur…'
Sözlerimizi farklı bir dünyaya giden İzmirli başkan'a adadığımız bir Hoca Nasrettin fıkrasıyla noktalayalım.
Öteki dünyayı, soru meleklerini merak eden Nasreddin Hoca, bir gün eve giderken boş bir mezar görür. İçine girip beklemeye başlar.
Neden sonra sesler duyan hoca mezardan başını çıkarır. Karşısında fincancı katırları… Hocayı gören katırlar ürker, dört bir yana dağılırlar. Ne fincanlar kalır, ne tabak, ne de çanak. Fincancılar durumu anladıktan sonra Nasreddin Hoca'yı bi güzel döverler. Hoca da yüzü gözü mosmor eve döner ve eşi sorar
- Hoca bu halin ne?.. Hoca yanıtlar:
- Öteki dünyadan geliyorum. Şöyle bir ahiret yolculuğu yaptım. Sorgu sual nasıl olurmuş, anladım.
Hanımı da safça sorar:
-Peki, öteki tarafta ne var ne yok efendi?
Hoca Nasrettin her zamanki hazırcevaplığı ile yanıtlar
- Fincancı katırlarını ürkütmezsen, hiçbir şey yok!