Adalet ve Kalkınma Partisi sadece merkez sağın ve muhafazakarların değil, İstanbul burjuvazisinin de, AB'nin de, Atlantik ötesinin de, berisinin de desteğini alarak iktidara geldi. Ve bu desteği verenler, 2009 yılına kadar, verdikleri desteğin sonuçlarından memnundular. Ancak, bu tarihten sonra dış politikada ortaya çıkan sorunlar ve ekonomideki öncelikler sorunu, uluslararası sistemin ve İstanbul burjuvazisinin tercihlerini değiştirdi. Erdoğan eskisi kadar kullanışlı değildi. Adalet ve Kalkınma Patisi'nin merkez sağda yeniden yapılanma ihtiyacı ortaya çıkmıştı.
İkibinli yıllarda ne oldu?
Seksen darbesiyle başlatılan ve Özal ile ivmelenen 'İkinci Cumhuriyet' tartışmaları, ikibinli yıllarda, Erdoğan ve AKP ile islamcı kimlik kazanarak ete kemiğe büründü. Aslında Erdoğan ve çevresinin seksen darbesiyle bir alıp veremedikleri yoktu. Sadece 'mış' gibi yaptılar ve vesayeti askerlerden devraldılar.
İslamcı gelenekten gelen siyasi kadroların iktidarı ele geçirmesini sağlayan denkliğin temelinde seksen ruhu vardır. Bu denklik başlangıçta işleri çok kolaylaştırdı fakat daha sonra ortaya çıkacak kaosun da nedeni oldu. Neydi bu denklik?
Kapitalist sistemin küresel dünya düzeninde ulus devlet arzu edilmiyordu; hakeza, İslamcıların indinde üniter devlet, yıkılması gereken dinsiz bir devletti… Tam bu noktada buluştular.
Farklılıkları öne çıkararak özgürleşmeyi savunan postmodernistler, başta islamcılar ve Kürtler olmak üzere bütün din ve etnisite gruplarını destekliyordu.
Yanı sıra, islamcı cenahın son kırk yıl içinde güçlü bir entelijansiya yarattığını ve islamcı entelektüellerin islamcı dönüşümün önemli bir aktörü olduğunu teslim etmek gerekir.
Açılımlar yaparak grup haklarını ve özgürlükleri tartışmaya açan AKP, başta heyecan ve ilgi yarattı. Erdoğan, bir yanında AB, diğer yanında ABD yönetimi, içeride değişim rüzgarını arkasına almış, dert üstü murad üstü, ülkeyi yönetiyordu.
Ancak, 2010 yılından başlayarak, Erdoğan'ın arkasına aldığı rüzgar, malum nedenlerle önce yavaşladı, sonra kesildi. Uluslararası sistem ve İstanbul burjuvazisi, Erdoğan ile köprüleri atmıştı.
Toplumu dönüştürmeyi oyun zanneden Erdoğan, evlerinde zor zapt ettiği %50 ile toplumsal dönüşümün mümkün olmadığını, değişimi ve dönüşümü gerçekleştirme potansiyeline sahip sınıfların kendisine karşı olduğunu anlamak istemedi, hata üstüne hata yaptı.
Son seçimlerde görüldü ki bu netameli değişim hikayesinden toplumun %60'ı memnun değil. Liberaller, yeni bir hikaye yazmanın zaruretinden dem vurmaya başladılar bile…
Devleti ve toplumu dönüştürmek için Erdoğan'ın elinde artık sadece islamcılar var. Diğer bütün ittifaklarını yitirmiş durumda. Meclis'te de çoğunluğu kaybeden Erdoğan sarayında sıkışıp kaldı.
İşte tam da köşeye sıkıştığı zor zamanlarında, ABD'ye her ne verdiyse, karşılığında Kürt kartını açtı. Toplumun bunu yutacağından çok emin; 'IŞİD gösteriyor, Kürt vuruyor.' Gerek medyada gerek sosyal medyada oluşan tepkilere bakılırsa, çoğunluk bu durumu milli mesele olarak görüyor.
Ülkeyi Erdoğan'a altın tepside sunacak çok cepheli bir savaş tırmanıyor. Belli ki, Erdoğan, 'benim değilse kimseye yar etmem!' kafasıyla yürüyüp gidecek; 'Benden sonrası tufan!' diyor.
Bundan daha beteri, içeride ve dışarıda birçok cephede savaşan Türkiye'nin yazacağı destanla heyecanlananların sayısının endişe etmemizi gerektirecek kadar çok olması…
Türkiye artık tekin bir ülke değil. Akıl tutulması tehlikeli boyutlarda. Tek umudumuz, TBMM'nin duruma el koyma ihtimali… Ülke çapında bunu talep etmek, yapılacak en etkili eylem olabilir.
Bilerek veya bilmeyerek savaş çığırtkanlığı yapan herkes bilmeli ki, bu savaşın kazananı olmaz. Belki bir Pirus Zaferi… Ancak, böyle bir zaferin de Erdoğan'ı kurtarmaya yetmeyeceği aşikar.
Birbirimize tarih dersi vermeye bayılıyoruz… Ne hazindir, iktidar sahiplerinin koşullar gerektirdiğinde kanla da beslenebildiğini bir türlü öğrenemedik.