Birçok açıdan milat kabul edilen ve de edilmesi gereken 15 Temmuz'a dair söylenecek çok şey var elbet. Nedenleri ve sonuçları üzerine kafa yormaya devam edeceğiz. Birçoğumuza gına gelmiş olsa da bu noktaya nasıl gelindi ve peki şimdi ne olacak sorularının etrafında kalem oynatmayı sürdürmek durumundayız.
Devlet kendi içi temizliğini sürdürüyor. Dahası sürdürmeye çalışıyor.
Lakin Cumhuriyet Gazetesi soruşturması örneğinden de anlaşılacağı üzerine 'FETÖ'üler hala iş başında! Meseleyi sulandırmak için buldukları hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar. 'Bizim başımıza örülen çorap'ta da benzer bir gaye vardı. Ama bir manada 'FETÖ'nün Kristof Kolomb'u sayılabilecek bir ismi Hikmet Çetinkaya'yı da kapsayan FETÖ soruşturmasının elle tutulur, akılla-mantıkla izah edilebilir bir tarafı olamaz. Ve böyle bir süreci tek bir niyete bağlamak mümkündür.
FETÖ soruşturmasını sulandırmak! Toplumsal desteğin üzerindeki soru işaretlerini arttırmak.
Yarınlarda FETÖ'cülerin kendilerini savunacakları absürt örnekler oluşturmak.
Alevi dedelerinin ByLock kullanmaktan tutuklandığı, ateistlere cemaatçi terörist muamelesinin yapıldığı, anti FETÖ'cü yayınlara FETÖ sorularının sorulduğu bir ortamın oluşmasında hala sistemin bir yerlerine tutunmayı başaran FETÖ'cü artıklarının rolünü görmemek için birazdan fazla büsbütün kör olmak gerekir.
Neyse ki devlet Ege'de Sonsöz sürecinde olduğu gibi Cumhuriyet Gazetesi sürecinde de hatayı düzeltmeye dönük bazı adımlar atıyor, atacaktır da! Ayriyeten atmalıdır da!
Her ne kadar hükümet ve siyasi irade son dönemde 'mağdur' kelimesine tepki gösterse de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha önceki ifadesiyle 'kurunun yanında yaşların da yandığı' ve de yakıldığı bir süreci yaşıyoruz.
Bu sürecin ilginç özelliklerinden biri de 'kraldan fazla kralcı' kesimdir.
Valiler, kaymakamlar, emniyet müdürleri, hakimler, savcılar hatta sıradan bürokratlar…
'En fazla FETÖ'cüyü biz bulduk, biz yargıladık, biz açığa aldık/aldırdık yarışına girmiş durumda şu anda. Devlet tarafından ikide bir güncellenen açığa alınan, ihraç edilen ve de yargılanan personel sayısı istatistikleri kamuda adeta ayrı bir rekabetin önünü açıyor gibi... İşin ilginci personellerini polise teslim eden yöneticilerin geçmişlerinin FETÖ'yle içli dışlı olması…
Kendilerini kurtarmak yahut halen kriptolu üyesi oldukları örgütün amacına hizmet etmek niyetiyle mağdur sayısını katlamayı ve temizlik harekatına yönelik toplumsal desteğe dönük soru işaretlerini arttırmaya dönük ha babam çalışıyorlar.
FETÖ'cü istatistikleri bir yandan kabarırken devletin kimi kurumlarında da kriptolular yükselmeye devam ediyor. Bürokrasiden bu yönde yoğun duyumlar geliyor.
Dedik ya kraldan fazla kralcılar diye…
Bazen öyle absürt hamleler yapılıyor ki; sürecin ruhuna balta vuruluyor.
Mesela İzmir Büyükşehir'deki kriptolu FETÖ'cülere dönük operasyonu ele alalım.
Dahası devletin ajansı tarafından 'İzmir Büyükşehir'e FETÖ operasyonu' diye servis edilen o haberin detaylarına bakalım. Bakınız! Türkiye'de 30 Büyükşehir var. 21'i AK Partili…
Aralarında FETÖ soruşturmasında damadı tutuklanan da var parsel parsel bir kenti o örgüte teslim ettiği iddia edilen de…
FETÖ'ye tahsis ettiği arsaya yapılan okula eşinin adını veren belediye başkanı da var. Bizzat ByLock kullandığından şüphelenilen de…
Ayrıca bir çok AK Partili belediyenin ilgili birimlerinde FETÖ denilen yapıyla yol arkadaşlığı yapılan yıllardan baki onlarca rütbeli bürokratın olduğundan da kamuoyunun bir şüphesi yok.
Darbe gecesini anımsayın! İstanbul Belediyesi'nin üst düzey bürokratlarından birinin darbecilere çay-çorba ikramına varan yardımları söz konusuydu.
Aynı belediyenin başkanının damadı Erdoğan'ın açıkça tehdit edildiği TUSKON toplantısındaki konuşmacıyı ayakta alkışladığı kameralara yansıdı. Hal böyle iken devletin ajansından geçen 'İzmir Büyükşehir'e FETÖ operasyonu başlıklı haberi nereye koyacağız?
Şunu söylemiyorum.
İzmir Büyükşehir'e FETÖ operasyonu yapılmasın… Haşa!
FETÖ denilen illet, ihanet şebekesi devletin her neresine saklanmışsa bulunsun ihanetin bedeli en ağır şekilde sorulsun. Ama 30 büyükşehrin olduğu bir ülkede FETÖ ile vıcık vıcık ilişkilerin yıllarca devam ettiği belediyeler dururken emniyetin, savcılığın işe İzmir'den başlaması, yahut İzmir'in böyle bir operasyonun merkezine alınması, merkezindeymiş gibi sunulması ne türden bir algı operasyonudur.
Ayrıca siyaseten kimin işine yarar?
Ben söyleyeyim! 26 binden fazla kişinin çalıştığı devasa bir kurumda sadece 22 FETÖ'cünün gözaltına alınmasının ülkenin 15 Temmuz'dan bu yana gördüğü istatistiklerle karşılaştırıldığında nasıl okunması gerektiğini İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu ifade etti.
Ama bu tartışma beni eskiye götürdü. Nedense 2008'in kurak yazını ve Melih Gökçek'in sürüklediği arsenikli su krizini anımsadım o haberin başlığını görünce!
Küresel ısınma ve dünya sağlık örgütünün sudaki kabul edilebilir arsenik değerini 5 kat birden düşürmesi nedeniyle Türkiye'nin 12 kentindeki şebeke suyu içerdiği arsenik miktarı bakımından dünya standartlarının altında kalmıştı.
Ankara Belediye Başkanı Gökçek ve saz arkadaşları sadece İzmir'i anlatsa da Su Bakanı Veysel Eroğlu'nun memleketi ve seçim bölgesi Afyon'un değerleri İzmir'in 3 katından fazlaydı. Bülent Arınç'ın memleketi Manisa'nın pek çok ilçesinin arsenik miktarı İzmir'in 8-10 katından fazlaydı. AK Partili 10'dan fazla kentte halk İzmir'in 8-10 katı fazla arsenikli suya maruz kalırken, Gökçek, bakanlar hatta dönemin başbakanı dahil akşamdan sabaha İzmir'in suyunu tartışıyordu.
Kentte büyük bir içme ve kullanma suyu krizi patlak verdi.
Sonra ne mi oldu?
İzmir'in yaşadığı mağduriyet başta Kocaoğlu olmak üzere dönemin idarecileri tarafından iyi anlatıldı.
Kent medyası başkanın arkasında durdu.
O tarihe kadar CHP'de bile adaylığı tartışılan Başkan Kocaoğlu kentte kasırga gibi esmeye başladı. Ve 2009 yerel seçimlerine bu atmosferde gidildi.
Sonucu hatırlatmama gerek yok sanırım.
Yüzde 56,7 ile Kocaoğlu seçilirken 30 ilçenin 27'isini CHP, birini DP birini de AK Parti kazandı.
Bariz aday hataları olmasa durum aslında 30'a sıfırdı.
Neyse ki AK Partililer o süreçten şerbetli…
En azından Gökçek'in dolmuşuna binip İzmir'in sokaklarında tankerle su dağıtan idarecilerden yoksun bugün. 2011'deki Büyükşehir operasyonunda da benzer bir refleks gösterdi AK Parti teşkilatı. Dönemin İzmir Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu dışında hiçbir AK Partili Büyükşehir davasına yönelik eleştirel bir cümle kurmadı. Tekelioğlu'nun da kayıtlara geçmiş bir köşe yazısını anımsıyorum Star Gazetesi'nde… O kadar.
Kendilerine yakın medyanın FETÖ medyasıyla attığı ortak manşetlere rağmen 'Bu davadan bir şey çıkmaz. Bu operasyon asıl AK Parti'ye yapılmıştır' noktasında durdular.
Büyükşehir'e, Menemen ve Karaburun Belediyelerine yönelik FETÖ operasyonu diye takdim edilen haberin ardından yatın tanıdığım birkaç AK Partili ile konuştum. Ve onların da Büyükşehir'e dönük operasyonun bu şekilde sunulmasından hatta operasyonun sadece CHP'li belediyeleri kapsamasından ziyadesiyle rahatsız olduklarını gördüm.
'Tarih tekerrürden ibarettir' diyenlere hep aynı şeyi söylemişimdir.
Tarih yalnızca ders almayanlar için tekerrürden ibarettir…