Dikkatle izliyorum, toplum kurtarıcılığına soyunanlar, son tahlilde kendilerini kurtarıyorlar. Gece gündüz demeden siyasi partilerde, sosyal medyada ve benzeri mecralarda siyasal düzen eleştirisi yapanlar, söz israfında sınır tanımayanlar, durmadan lafı gediğine koyanlar genellikle sistemden yeterince beslenen hali vakti yerinde insanlar oluyor.
Küçük burjuvalar insanlığı kurtarmak için sosyal medyada ve bilumum siyaset mecralarında soluk almadan mücadele ediyorlar. Tuhaf ama bunların tamamı kurtarıcı… Kurtarılacakların sosyal medya ve parti örgütleriyle pek işleri olmadığından, kurtarıcılar birbirini ağırlıyor.
Her kim, hangi siyasi parti veya siyasi görüşe yakınsa, ülke ve dünya meseleleri o bakış açısında dile geliyor. Bu dile geliş körlerin fil tarifinden farksız, siyaset de sağırlar diyaloğundan...
Kurtarıcılık ve öncülük her siyasal hareketin şiarı olunca, doğaldır, ülke kurtarıcıdan geçilmiyor. Kurtarılacaklar ise ortalıkta görünmüyor.
Kurtarılacaklar elbet de ortalıkta görünmeyecekler; onlar ayakta kalmak için yoksulluklarıyla baş etmek zorundalar, açlıkla terbiye ediliyorlar, devletin, belediyenin veya yardımseverin dağıtacağı makarnaya, una, kömüre ihtiyaçları var. Yoksulluk yeryüzünü kaplamış; ya yoksul yaşamayı öğrenecekler, ya da yok olup gidecekler… Ne siyaset yapmaya, ne de sosyal medyada kurtarıcılarla gevezelik yapmaya mecalleri var.
Öte yanda, yoksulları kurtarmak için çırpınan kurtarıcıların idolleri, yüce öncüleri ve iyi yazılmış bir devrim hikayesi vardır. Bu hikayede, yüce öncü kahramanlar birer efsaneye dönüşür. Ve bu efsanelerle güzel zaman geçirilir.
Açlığın rengi sarıdır. Gün boyu sosyal medyada ülke kurtaranların bildiği sarı, GS veya FB sarısıdır.
Kimi der, 'biz Osmanlıyız!' Kimi der, 'yeniden Kuvayi Milliye!' Kimi der, 'sosyalist devrim!' Kimi Atatürk'ten dem vurur, kimi peygamberden, kimi de Marks'tan… Ama biliyoruz ki yeryüzünde açların, yoksulların sayısı gün be gün artıyor; insanlık durumu her gün daha kötüye gidiyor.
Kapitalist sistemi eleştirenlerin sistemle temel meselelerde pek alıp veremedikleri yok. Mülkiyet ve para tabularıdır. Devrimci olmakla ünlü bir sürü insan ortalıkta dolaşıyor; hepsi de devrimciliği geçim kapısı yapmış; tuzları kuru, keyifleri yerinde…
Yetmişli yıllarda bir nedenle başı belaya girmemiş genç yok gibidir. Gelin görün ki bir sürü yüzsüz, hem de sosyal demokrat CHP'de, bu içeri düşme hikayelerinden nemalanıyor... Halbuki biz, 'devrimci diyet istemez' diye öğrenmiştik.
Kurtarıcılar, şimdilerde tatil yaptıkları için, gündüz kumsalda, akşam rakı masasında yorgunluk atıyorlar. Tatil bitsin kaldıkları yerden kurtarmaya devam ederler. Gerçi sosyal medyada yine görünüyorlar ama genellikle yediklerini, içtiklerini, yaptıklarını falan anlatıyorlar…
Sorun ne?
Aslında sorun falan yok. İnsan böyle bir yaratık… İlle de sorun aramak gerekiyorsa, sorun, insan olmak! Cennetten kovulduğu gibi duruyor...
Yaradılışına 'ilk günah' diyen ve cennetten kovulunca başlayan dünyevi hayatı ceza olarak kendine reva gören insandan söz ediyoruz. Açlık ne! Yoksulluk ne! Günah ne! Bunların hepsi de yaşamın kenar süsü… Aslolan, bir şekilde hayata tutunmak… Tutunmak için kim kimin üstüne basıyor, hiç önemli değil. Nasıl olsa, o mesele, her yolun mubah olduğu büyük insanlığın kurtuluş kavgasında buharlaşır… Değil mi ki üstüne bastıklarının kurtuluşu için mücadele ediyor…
'Bak senin için mücadele ediyoruz ama sen de bir türlü kurtulmuyorsun kardeşim!' Bu sitemin iyi gelmediği kurtarıcı yoktur.
Yitirilecekler hanesinde her ne yazıyorsa, onları korumak için şeytanla bile işbirliği yapan sistemin insanı, insanlığı kurtarmak için mangalda kül bırakmıyor. Hayat böyle acımasız...
En iyi sistem, kapitalizm… En geçerli değer, para… En büyük saik, mülkiyet… En büyük zafer, düşman ordularını yok etmek…
De facto ve de jure, her koşulda durum böyle. Yok solcuymuş yok sağcıymış, geçin bunları…