Mezopotamya’nın bereketli topraklarıyla çevrili, kadim yolların kesişim noktasında yer alan Halep efsaneler şehridir. Şehrin adı, Arami dilinde "süt" anlamına gelen "Halab" kelimesinden türemiştir. Bu ismin kaynağı ise Hz. İbrahim’in bereket ve paylaşım üstüne bir hikâyesine dayandırılır. Rivayete göre, Hz. İbrahim bir zamanlar Halep’in çevresindeki verimli topraklarda sürüsünü otlatırdı. Sürüsü, bölgenin bol otlarıyla beslenir, hayvanlar sağlıklı ve güçlü olurdu. Bir gün, çevresindeki insanlara yardımı dokunsun diye sürüsünden bir keçiyi sağar ve elde ettiği sütü yoldan geçenlere, köylülerine ve ihtiyaç sahiplerine ikram eder. İnsanlar, Hz. İbrahim’in cömertliği ve bu sütün tatlılığı karşısında büyülenmiş gibi hissederler.

Bu olay, yalnızca bir hayırseverlik eylemi olarak kalmaz; aynı zamanda Halep’in isminin bir nişanesi olur. "Halab," yani “süt”, bu toprakların bereketini, cömertliğini ve birleştirici gücünü simgeler. İnsanlar için bu süt, sadece fiziksel bir gıda değil, aynı zamanda toplumsal bir bağın ve dayanışmanın sembolü haline gelir. Hz. İbrahim’in bu davranışı, bölgenin tarihine o kadar derin bir iz bırakır ki, şehir artık "Halab" adıyla anılmaya başlar.

Şehrin "süt" ile anılması, onun hayat veren ve birleştiren özelliklerine bir göndermedir. Hz. İbrahim’in o topraklarda sağdığı süt, Halep’in bugün hâlâ anılan tarihi zenginliklerinin, bereketinin ve misafirperverliğinin bir metaforu olarak yaşamaya devam eder. Şehir, bu efsane aracılığıyla bir medeniyetin köklerini ve insanlık adına paylaşmanın, cömertliğin ne denli değerli olduğunu hatırlatır.

Halep... İnsanlık tarihinin bir abidesi olan bu kadim şehir, tarih boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış, kültürlerin, dinlerin ve ticaretin buluşma noktası olmuştur. Mezopotamya’nın yanı başında, Anadolu’nun güneyinde yer alan Halep, antik çağlardan günümüze kadar çeşitli etnisitelerin, dinler ve mezheplerin birbirine karıştığı bir mozaiktir. Maalesef bugün, bu mozaik çatlamış, yer yer yıkılmıştır.

Halep’in kökenleri antik çağlara dayanır. M.Ö. 3. binyılda bir Hitit kenti olarak tarih sahnesine çıkan Halep, Asurlular, Persler, Yunanlılar ve Romalılar gibi pek çok büyük uygarlığın izlerini taşır. Roma ve Bizans dönemlerinde yalnızca bir ticaret merkezi değil, aynı zamanda dini bir merkez olarak da önem kazanan şehir, çevresindeki zengin topraklarıyla öne çıkmıştır.

İslamiyet’in yayılmasıyla Halep, Emevîler’in, Abbasîler’in ve ardından Selçuklular’ın yönetiminde önemli bir merkez haline gelmiştir. Ancak Halep’in en parlak dönemi, Memlükler ve Osmanlılar döneminde yaşanmıştır. Osmanlı döneminde İpek Yolu’nun en önemli duraklarından biri olan Halep, Al-Madina Çarşısı ve burada üretilen el yapımı ürünlerle dünyanın dört bir yanından tüccarları cezbetmiştir. Baharatlar, ipekler, değerli taşlar bu çarşıda el değiştirirken, Halep sabunu ve dokuma ürünleri dünya çapında ün kazanmıştır. Halep, yalnızca bir ticaret şehri değil, aynı zamanda çevresindeki bereketli tarım arazilerinin ürünleriyle zenginleşen bir tarım merkezidir. Buğday tarlaları, zeytin bahçeleri ve üzüm bağları, Halep’in tarımsal üretiminin temelini oluşturur.

Halep aynı zamanda turizm açısından da büyük bir öneme sahipti. Şehrin kalbinde yükselen Halep Kalesi, yalnızca stratejik ve kültürel bir simge değil, aynı zamanda ziyaretçilerine geçmişin ihtişamını sunan bir anıt niteliğindeydi. Antik çağlardan bu yana bir savunma noktası olarak kullanılan kale, aynı zamanda Halep’in zamana meydan okuyan direncini ve gücünü temsil etmiştir. Kale surlarından şehre bakıldığında, taş işçiliğiyle inşa edilmiş dar sokaklar, camiler, kiliseler ve taş evler büyük bir medeniyetin ruhunu gözler önüne sererdi.

Halep, farklı dinlerin, mezheplerin ve etnik grupların barış içinde bir arada yaşadığı şehir olarak eşsiz bir örnek teşkil ederdi. Müslümanlar, Hristiyanlar, Yahudiler ve Süryaniler yüzyıllar boyunca bu şehirde kardeşçe bir yaşam sürmüştür. Ezan sesinin kilise çanlarına karıştığı bu sokaklarda, farklı inançlar bir uyum içinde varlığını sürdürmüştür. Taş işçiliğinin zirvesi olarak kabul edilen Emevi Camii ve Süryani Kilisesi gibi yapılar, şehrin hoşgörülü yapısını ve kültürel zenginliğini gözler önüne sererdi. Turistler, Emevi Camii’nin görkemli yapısında tarihin derinliklerine yolculuk eder, Süryani Kilisesi’nin mistik atmosferinde kaybolurdu. Halep, medeniyetler arası bir köprü olduğu kadar bir kültür beşiğiydi. Şehirdeki hanlar, çarşılar ve hamamlar yalnızca ticaretin değil, aynı zamanda toplumsal buluşmaların da merkezleriydi. Köklü geçmişiyle Halep, her köşesinde bir hikâye saklayan canlı bir tarih kitabıydı.

Halep mutfak kültürü, baharatlarla zenginleştirilmiş lezzetleriyle dünyaca ünlüdür. Bu mutfak, Anadolu’ya da etkilerini taşımıştır. Özellikle Hatay mutfağı, Halep’in yemek kültürünün izlerini taşır. Oruk (içli köfte), tepsi kebabı, zahter salatası ve biberli ekmek gibi tatlar, Halep ile Hatay arasındaki kültürel ve gastronomik bağın birer örneğidir. Zeytinyağı ve baharatlarla harmanlanmış bu yemekler, bölgenin zengin tarımsal üretimini ve mutfak becerisini sergiler. Halep sabunu nasıl şehrin ticaretinin bir simgesi ise, bu yemekler de Halep damak zevkinin eşsiz bir yansımasıdır.

Peki Halep’in bugünkü hâli! Bakıp ta yazıklanmamak elde mi? Bir zamanlar insanlık tarihinin eşsiz bir parçası olan bu şehir, şimdi savaşın yıkıcı etkisiyle harabeye dönmüş durumda. Surlar, artık tarihin görkemini değil, çatışmaların izlerini taşıyor. Çarşılar sessiz, sokaklar ıssız. Yıllar öncesinde, insanların neşeyle ve dostlukla bir arada yaşadığı bu şehir, çoktandır yalnızca hüzün ile kederin hüküm sürdüğü bir yıkıma dönüştü.

Yine de Halep’in hikâyesi, umut dolu bir geleceğe kapısını açık tutmaktan vazgeçemeyecek kadar cesaret verici. Tarih boyunca pek çok kez yıkılıp yeniden inşa edilen Halep, küllerinden tekrar doğabilecek bir ruha sahiptir. Zira bu şehrin küllerinden yeniden doğacağı günü umutla bekleyen, yerinden edilmiş milyonlarca Halepli göçmen var. Şehrin bu göçmenlerin özlemiyle beslenen ruhu, insanlığın kolektif hafızasında yer etmiş bir direncin sembolüdür.

Bir gün Halep Kalesi’nden şehre bakıldığında, dar sokaklarında yeniden çocukların oynadığı, çarşılarında kahkaha ve sohbetlerin çağladığı o günler, Halep Kalesi’nin eteklerinde kurulan pazarlar, Al-Madina Çarşısı’nda yankılanan tüccarların sesleri, kilise çanlarının ezanlarla buluştuğu o eşsiz ahenk yeniden geri gelecektir. Kuşkusuz, Halep’in yıkıntıları arasında umut hâlâ bir tohum gibi yeşermeye devam ediyor. Bu umudun çiçekler açtığını görmek dileği ile Halep ve tüm Suriye’ye bir an önce barış gelsin… Gazze’de, Ukrayna’da, Afrika’da, Suriye’de ve dünyanın her yerinde, hayatını emperyal çıkarların kanlı hesaplarına kurban veren gencecik hayatlar artık son bulsun. Bıktık. Yorulduk…